3 Kasım 2009 Salı

Bilimsel araştıkma basamaklarına örnek bir araştırma (Avrupa Birliği Türkiye İlişkileri - Gümrük Birliği'ne Eleştirel Bir Bakış)

Avrupa Birliği Türkiye İlişkileri - Gümrük Birliği'ne Eleştirel Bir Bakış
İÇİNDEKİLER
______________________________________________
1. Giriş
2. Uluslararası Gelişmeler ve Küreselleşme
3. Türkiye AB İlişkileri
3.1 Tam Üyelik Amaçlı Ön Üyelik
3.2 Gümrük Birliği Kavramı
3.3 Gümrük Birliği Süreci
3.3.1 Hazırlık Dönemi
3.3.2 Türkiye’nin Gümrük Oranlarındaki İndirimi
4. GB'nin Tamamlanmasına Kadar Olan Döneme Eleştirel Bir Bakış
5. Gümrük Birliği'nin İçeriği
6. Sonuç


_____________________________________________

1. GİRİŞ
Bugün hala popülerliğini koruyan, karşılıklı önyargılar, güvensizliklerle dolu, düz ve engelsiz olmayan Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) yoluna giriş tarihi 12 Eylül 1963 olan Ankara Anlaşması’dır. Bu dönemde AB ile Türkiye arasındaki ilişkileri belirleyen, hem AB hem de Türkiye’deki iç muhalefete rağmen 1970 Katma Protokol’le somutlaştırılan Gümrük Birliği düşüncesi her iki taraftan da uygun görülüyordu. AB tarafında Türkiye’nin insan hakları, demokrasi, Kıbrıs sorunundaki düşük notlu karnesi tartışmaların temelini teşkil ediyordu. Özellikle de Yunanistan’ın üye olduktan sonra bunu Türkiye aleyhine kullanması Türkiye’nin AB yolunda daha fazla engellerin ortaya çıkmasına sebep oluyordu. Türkiye tarafında ise öncelikle Milli Görüş, Milliyetçi Hareket Partisi, sol gruplar, ithal ikameci firma sahipleri bütünleşme fikrine karşı çıkarken, Adalet Partisi’nden Süleyman Demirel ve Cumhuriyetçi Güven Partisi’nden Turhan Feyzioğlu, nihai bütünleşmeyi savunuyorlardı. Bu pozitif kesime göre Türkiye’nin geri kalmışlığı ancak bütünleşme ile önlenebilirdi. Diğer taraftan AB ve Türkiye tarafında Gümrük Birliği’ni destekleyenler ihracatın artacağı yönündeki beklentilerini yüksek tutmuşlardır. Bu beklenti ile Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) bütünleşmeyi destekleyen kurumlar arasındadır.[1] Bu umutla Türkiye AB yolunda tam 46 senedir yürümektedir. Bu yolda en önemli kavşaklardan bir tanesi 23 Kasım 1995 tarihinde onaylanan 1/95 sayılı AT-Türkiye Ortaklık Konseyi Kararı’dır. Bu karar ile zamanın dışişleri bakanı Hikmet Çetin’nin ifade ettiği gibi, Türkiye 1/95 kavşağından dönüşü olmayan bir yola girmiştir. [2] Girilen bu yol Türkiye’de diplomatik bir başarı olarak algılanmış ve zamanın hükümeti iç siyasete alet ettiği AB politikalarının esiri olmuştur. Makalede bu yolun olası getirileri, konu üzerindeki tartışmalar, tarihsel süreç ele alınacaktır.
Uluslararası ilişkilerde iç dinamiklerin dış dinamiklerden bağımsız değerlendirilemeyeceği tezinden yola çıkarak, makale’nin en başında, Almanya’nın yeniden birleşmesi, küreselleşmenin yayılması ve yoğunlaşması, kapitalizmin sosyalist bloğu ele geçirmesi gibi uluslararası gelişmeler ve bu gelişmelerin ilişkilere yansıma olasılıkları üzerinde kısaca durulacaktır. İlerleyen kısımlarda da Gümrük Birliği ile ilgili kavramlar ve AB ve Türkiye arasındaki uzun soluklu ilişkiler, ilişkiler etrafında yapılan tartışmalar bu bağlamda ele alınacaktır.

2. ULUSLARARASI GELİŞMELER VE KÜRESELLEŞME

1989 Almanya’nın birleşmesi ile soğuk savaş dönemi sona ermiş ve dünyadaki dengeler değişmiş ve bu olay 1992 Sovyetlerin çökmesine zemin hazırlamıştır. Bu iki olay dünya siyasi tarihte önemli bir yer tutmaktadırlar. Sovyet Blok’un çökmesiyle NATO’ya tepki olarak ortaya çıkan Varşova Paktı da son bulmuştur. Hatta Fukayama gibi bazı düşünürler tarihin sonu gibi pek de kabul görmeyen teoriler ortaya atmışlardır. 1980 yılından sonra özellikle muhafazakâr, Türkçeye de geçmiş olan neo - liberal kesim tarafından uluslar ötesi bir hareketle hızlanan küreselleşme süreci 1990’lı yıllardan sonra daha da ivme kazanmıştır. Ne var ki küreselleşmeyi savunan bazı çevrelerce bunun bir realite olduğu kabul edilse de muhalif çevreler bu olgunun kitleleri aldatmacada kullanılan bir söylem olduğundan yola çıkarak, bu kavramın sadece bir mit olduğunu öne sürmektedirler.[3] Konudan fazla uzaklaşmamak kaygısıyla bu tartışmalarda burada yer verilmeyecek olup, sadece kafalarda soru işareti yaratmak amacıyla burada bu iki temel söyleme yer verilmiştir.
Ingiliz Martin Albrow’a göre bu süreç Bretton Woods sistemiyle birlikte başlamıştır. Albrow’un dikkat çeken önemli teorisi ise küreleşme denilen yeni bir çağa girdiğimiz ve bu çağın yayılan bir etkiyle ulus devletleri tehdit ettiğidir. Albrow’a göre bazı ulus devletler gücünü daha da arttırırken bazılarının gücü azalmaktadır. Zira Albrow’un teorisi Çekoslovakya ve Yugoslavya örneklerinde kendini ispat etmektedir. Dolayısıyla küreselleşme sürecinde ulus devletler arasında bütünleşme elzem bir hal almıştır. [4]
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle dünya tek kutuplu hale gelmiş bu da beraberinde uluslararası aktörlerin ön plana çıkmasına sebep olmuştur. Aslında bu aktörler Avrupa’nın ikinci dünya savaşından sonra Marchall yardımlarıyla kendini toparlaması, savaştaki çıkarılan derslerin sonucu ortaya çıkan barış düşünceleri ve Japonya ve Amerika gibi güçlerle rekabet edebilmek için oluşturulan ekonomik bir güç olarak ortaya çıkmasıyla dünya sahnesinde yerlerini almışlardır. Dolar Altın konvertibilitesine dayanan -ancak daha sonra dayanamayan- Bretton Woods sistemi Amerika’nın borç eksenli ekonomi politikaları çerçevesinde dolar sıkıntısı çekmesi nedeniyle çökmüştür. Altınla dolar arasındaki bağlantının kopması dalgalı kur sisteminin önünü açmış ve Avrupa Topluluğu kendi ortak paralarını (EURO) yaratmak için çalışma başlatmışlardır. Bundan sonra dünya finans piyasalarında müthiş bir akışkanlık ve hareketlilik başlamıştır ve küresel finans piyasaları kavramı bu olayla anlam kazanmıştır.[5]
Türkiye yaşanan bu gelişmelerin dışında değildir, ama neresindedir? Sovyetlerin çökmesi şüphesiz Türkiye’nin “jeopolitik” önemini azaltmış ve bu olaydan sonra Avrupa Birliği ilişkilerde çekimser davranmaktadır. Ancak Oradoğu’daki dengeler sebeiyle tamamen de vazgeçememektedir. Türkiye ayrıca azalan jeopolitik konumuna karşın 65 Milyon nüfuslu bir pazar olması itibariyle “jeoekonomik” önemini devam ettirmekte midir? Avrupa Birliği Türkiye’yi karar alma mekanizmasına dahil etmeden Gümrük Birliği’ni antlaşmasıyla istediğini almış mıdır?[6]

3. TÜRKİYE AB İLİŞKİLERİGümrük Birliği süreci, tam üyeliğe dönük ön üyelik sürecinden bağımsız bir süreçmiş gibi algılansa da aslında bu sürecin bir parçasıdır. Ancak Gümrük Birliği üyeliğin ön şartı olarak da algılanmamalıdır. Aşağıda AB ile Türkiye arasında yapılan “Tam Üyelik Amaçlı Ön Üyelik Antlaşması”, Ortaklık ve Gümrük Birliği kavramı ve süreclerine değinilecektir.

3.1 Üyelik Amaçlı Ortaklık
Gümrükçü ” Ortaklık Kavramı ve Ortaklığın Ayırt Edici Özellikleri” adlı makalesinde ortaklık kavramlarını tarihsel, hukuki ve biçimsel açıdan incelemiş ve AT ile Türkiye arasında yapılan tam üyeliğe dönük ön üyelik antlaşması olarak adlandırılan Ankara Antlaşması’ dan sonraki süreçte ilişkileri “Tam Üyelik Amaçlı Ortaklık” statüsünde değerlendirmiştir. Bu tip bir antlaşma sadece Yunanistan ve Türkiye ile AB arasında yapılmış olup, ekonomik, siyasi nedenlerden dolayı henüz adaylığa yeterli görülmeyen bir ülkeyi mümkün olduğunca adaylığa hazırlamayı ve AT’ ye yakınlaştırmayı amaçlamaktadır. Ankara ve Atina Antlaşmaları’na göre, bu anlaşmalar ile ticaretin serbestleştirilmesi ve ekonomik kalkınma hedefleri ile hizmet edinimi, yerleşme hakkı ve sermaye dolaşımının liberalleştirilmesine koordinasyon ve uyumu içermektedir. Ayrıca bu ortaklık olası bir üyeliğe hazırlamak amacıyla ekonomi, ticaret ve tarım politikası alanlarını da kapsamaktadır. [7] Ancak yazının daha sonraki bölümlerinde ele alınacağı gibi hizmet edinimi, yerleşme hakkı ve tarım politikası gibi Tam Üyeliğe Dönük Ön Üyelik antlaşmasının karakterine özgü maddelerde Türkiye’nin lehine olabilecek bir gelişme sağlanmamıştır.
31 Haziran 1959’ta başvuran Türkiye’nin başvurusu 24 Temmuz 1962 tarihinde kabul olmuştur. (Bkz. Ek. 1) 12 Eylül 1963 tarihinde de ortaklık antlaşması imzalanmıştır.[8] Bu antlaşma ile karşılıklı hak ve yükümlülükler, ortak faaliyetler ve özel usuller öngören bir ortaklık amaçlanmıştır. Bu antlaşma temel özgürlükler, ekonomi, ticaret, tarım politikası ve insan hakları ve demokrasi alanlarında siyasi müdahaleyi mümkün kılmaktaydı. Antlaşmanın 28. Maddesindeki “Anlaşmanın işleyişi Türkiye’nin Topluluğu Kuran Anlaşma’dan doğan yükümlülüklerinin tamamen üstlenebileceğini gösterdiğinde, akit taraflar Türkiye’nin topluluğa katılma olanağını incelerler.” hükmü Türkiye tarafında tam üyelik umutlarının hep canlı tutulmasını sağlıyordu. Türkiye’nin söylemleri bu bağlamda hep AB yanlısı olmuş, bütünleşme hedefini her fırsatta dile getirmiştir. [9]
3.2 Gümrük Birliği Kavramı:
Gümrük kavramından, bir mala sınır geçişlerinde uygulanan, devletlerarası antlaşmalarda belirli vergi ve harçlar anlaşılmaktadır. Gümrükler bu anlamda devlet gelir kaynaklarında önemli bir kalem teşkil etmekle birlikte yerli malların rekabet edebilirlik şansını attırarak yerel ekonominin gelişmesine katkıda bulunmaktadırlar. (Gümrükçü: 2003) Gümrük Birliği ise Çeker’e göre
“taraf ülkelerin mallarının tek bir gümrük alanı içinde, her nev’i tarife ve eşdeğer vergiden muaf biçimde, serbestçe dolaşabilmeleri ve tarafların, üçüncü ülkelerden gelen ithalata yönelik olarak da aynı tarife oranlarını ve aynı ticaret politikasını uygulamaları”
anlamına gelmektedir. [10]. Neyaptı, Taşkın ve Üngör’ün ortak çalışmasında Gümrük Birliği’nin, coğrafik ayrımcılık konularını inceleyen tarif teorisinin alanlarından bir tanesi olduğunu destekler nitelikte ifadelerde bulunmuşlardır.[11] Bu anlamda gümrük birliği üçünü ülkeler karşı ortak bir ticaret politikası ve tarifeler içeren bir ticari bütünleşme modeli olduğu için serbest ticaret alanı işbirliklerinden daha derin bir işbirliğini ifade etmektedir. AB üye devletleri kendi aralarındaki gümrüklerin yanı sıra eş etkili resim ve harçları da aynı derecede kaldırmışlardır. Ancak Türkiye ve AB arasındaki ilişkilerde ne Gümrük Birliği’nin, ne de Tam Üyeliğe Yönelik Ön Üyelik Antlaşması’nın karakterine uygun işbirliği yapılmamış ve bazı alanlarda kısıtlamalara gidilmiştir.

3.3 Gümrük Birliği Süreci:
Gümrük Birliği’nin yeni bir anlaşma olmadığını, 1964 Ankara Antlaşması’nın yürürlüğe girmesinden sonra AB Türkiye ilişkilerinin bir parçası olduğunu ve hiçbir şekilde tam üyeliği garantilemediğini öncelikle belirtmekte fayda vardır. Türkiye’nin Gümrük Birliği sürecinde üç döneme ayrılmaktadır. İlki hazırlık, ikincisi geçiş ve üçüncüsü tamamlama dönemidir. Gümrük Birliği süreci 1964 tarihli ortaklık antlaşması ile başlamış ve mevcut gümrüklerin kademeli bir biçimde kaldırılması şeklinde bir antlaşma yapılmış ve detaylar 9 Aralık 1968 tarihli Ortaklık Konseyi Kararı ile belirlenmiştir. Yine bu kararla bağlayan yoğun görüşmeler 27.7.1970 yılındaki Katma Protokol, Mali Protokol ve AKÇT ile son bulmuştur. Bu düzenlemeler 23.11.1970 tarihli bir nihai bir senetle AB ülkeleri ve Türkiye ile karşılıklı olarak imzalamıştır. Bu üç belge 1 ocak 1973, gümrük hükümleri ise geçici bir düzenleme 1 Ocak 1971 tarihinden itibaren yürürlüğe girmiştir. [12]

3.3.1 Hazırlık Dönemi:
Ankara Antlaşması’nın yürürlüğe girdiği 1 Aralık 1964 tarihinden itibaren, aradaki ekonomik durum farkını azaltmak için, Türkiye’ye tarif indirimleri kademeli yapma konusunda ayrıcalık tanınmıştır. Bu süre ilk başta 5 yıl olarak öngörülmüş ancak daha sonra 9 yıla çıkartılmıştır. Bu dönemdeki en önemli durum Avrupa Topluluğu’nun Türkiye’ye tek taraflı “tarif kotaları” açmasıdır. Tarif kotaları içinde tercihli bir tarif uygulanmakta ve kotalar aşıldığı takdirde normal tarifeler uygulanacaktı. Bu tarife kontenjanlarına rağmen Türkiye’nin topluluk ülkelerine olan 1963 – 1969 yıllarındaki ihracatı %9 oranında artmıştır.
Hazırlık dönemi boyunca ithalat ihracattan fazla gelişmiş ve Türkiye’nin toplam ithalatında AT’nin payı gözle görülür biçimde artmıştır. Örneğin 1963 yılında %29 iken 1972 yılında %42’ye çıkmıştır. Bu da Türkiye’nin topluluk açısından iyi bir pazar olduğunu göstermektedir. Hazırlık döneminde işgücünün serbest dolaşımı, yerleşme hakkı ve hizmet edinimi serbestîsine yönelik bir gelişme sağlanamamıştır. Ankara Antlaşması’nın 12. – 14. maddeleri işçilerin serbest dolaşımını kademeli kaldırmak konusunda Roma Antlaşması’nın 48. - 50. maddelerinden esinlenmiştir. Sermayenin Serbest Dolaşımı ile ilgili düzenlemeler konusunda tarafların karşılıklı danışmaları öngörülmüştür.[13]

3.3.2 Türkiye’nin Gümrük Oranlarındaki İndirimi:
Katma Protokol’ün ticari hükümlerini yürürlüğe koyan Geçici Anlaşma’nın 31 Aralık 1972 tarihinde yürürlükten kalkmasıyla1 Ocak 1973 Katma Protokol’ün tamamen yürürlüğe girmiştir. Bu tarihe kadar hazırlıklar tamamlanmış, bu tarihten sonra da karşılıklı fedakârlıkların olacağı süreç başlamıştır. AT tek taraflı olarak sağladığı Türkiye’den ithal sanayi ürünlerinin gümrükten tamamen muaf olmasına karşın Türkiye’nin AT sanayi mallarına olan tarifleri kademeli bir biçimde kaldıracaktı. Kurulacak Gümrük Birliği’nin sanayi ürünlerini kapsaması öngörülmüş tarım ürünleri için “ortak bir tarımsal politika” izlenmesi kabul edilmiştir. Katma Protokol’ün yürürlüğe girdiği tarihten uygulayacağı indirimler iki sütundan oluşmaktaydı. İlk sütun AET / EFTA çıkışlı ürünlere uygulanacak gümrük oranlarını ikincisi ise üçüncü ülkelere uygulanacak vergi oranlarını ifade etmekteydi. Bununla birlikte topluluk çıkışlı mallarda ikili bir indirim sistemi üzerinde karar kılınmıştı. Katma Protokol’ün 10. Maddesinin 2. Fıkrasında da belirtildiği gibi ilk indirimler protokolün girdiği tarihte, ikinci ve üçüncü indirimler sırasıyla 3 ve 5 yıl sonra yapılacaktı. Yani toplamda bu 12 yıllık bir süreci kapsamaktaydı. Öte yandan aynı maddenin 3. fıkrasında “her indirimin, her maddenin temel vergi oranı yüzde 10 azaltılarak” hükmü bulunmaktadır.[14] 12 yıllık listedeki ürünler yaklaşık %55’ine tekabül etmektedir.
Bununla birlikte mevcut sanayi dallarından rekabet gücü az olanlar ve çocuk sanayilerin güçlenmesinin teşvik etmek amacıyla Katma Protokol’ün 3 No.lu ekinde belirtilen makine mühendisliği malları, tarım ve elektrik makineleri taşıt araçları gibi ürünlerin gümrükleri 22 yılda kaldırılacaktır[15]. Ancak gümrüklerin kademeli olarak indirilme planına tam olarak uyulmamıştır. Aşağıdaki tabloda yüzdesel indirimler ve bunların 1993 yılındaki durumunu bulabilirsiniz.


Kaynak: Gümrükçü: 2003
12 Yıllık Dönem 22 Yıllık Dönem
1 Ocak 1993’teki durum 80 70
1 Ocak 1996 itibariyle öngörülen durum 100 100
1 Ocak 1993’teki OGT’ye uyum 60 50
1 Ocak 1996 itibariyle öngörülen durum 100 100
Geriye Kalan 40 50



***Gümrük Oranlarında Yüzdesel İndirimler ve Bunların 1993 Yılındaki Durumu
8-9 Kasım 1995 tarihlerindeki Ortaklık Konseyi Toplantısında Gümrük Birliği’nin uygulanması planına uyulması gerektiği bir kez daha ifade edildi. Ancak taraflar arasında tekstil, fonların kaldırılması ve patent ve marka haklarının korunması konularında bazı görüş ayrılıkları ve yanlış algılamalar mevcuttur.
Genel hatlarıyla bu sorunlar:
1. Gümrük Birliği’nin tamamlanma tarihi AT’na göre 01 Ocak 1995, Türkiye’ye göre ise 31 Aralık 1995’ti. Türkiye’nin görüşüne göre gümrük mevzuatında AB normlarına uyumlaştırılması gereken birçok madde vardı ve kısa zamanda yapılamazdı.
2. Diğer bir sorun ise hassas ekonomi malları için Türkiye’nin sahip olduğu ayrıcalığı uzatmak istemesiydi. Ancak Topluluk bu talebi reddetmiş, zaten kendilerine bir süre tanınmış ve bundan sonra tanınacak sürenin vakit kaybından ibaret olacağını dile getirmiştir. Bütün bu gerilimlerin altında yatan sebep AB’nin Türkiye’den ithal ettiği mallara gümrük uygulamamasıydı. Ancak 979’da tekstil ürünlerine uygulanan kota uygulaması sektöre büyük zarar verdi. Türkiye bu konuda Avrupa ‘da ithalat ağırlıklı iş yapan firmaları harekete geçirerek ATAD’a dava açmak konusunda çekimser kaldı. Aslında buna benzer bir dava Yunanistan tarafından açılmıştı. Bütün bu kota uygulamasına rağmen Türk tekstil sektörü topluluğa olan ihracatını 10 yılda %0.3’ten %3’e çıkartmıştı. Bunun sonucunda Avrupa Topluluğu damping iddialarını ortaya attı ve konunun soruşturulması için bir komisyon kurulmasını istedi. Türkiye bu suçlamaları kabul etmemekle beraber kişilerin serbest dolaşımı konularında gelişme kaydedilmemesi ve yapılması gereken mali yardımların yapılmaması gibi konularda AT’yi suçladı. Ayrıca tarife dışı engellerin bir an önce kaldırılması gerektiği dile getirildi.[16]
3.Bir diğer husus ta AT’nin Türkiye’den fonların kaldırılması talebiydi. Türkiye gerçek anlamda bir gümrük vergisi olmayan fonların AT tarafından tüketim vergisi olarak görmesi dolayısıyla kaldırmak istemesine karşı çıkıyordu. Kaldırılması karşılığında oluşacak zararın tazmin edilmenin talep ediyordu. Ancak AT buna yanaşmadı ve Türkiye bu fonları hiçbir tazminat almadan kaldırmak zorunda kaldı. [17]
4. AB, Türk sanayisi patent haklarına o zamana kadar yeterince uymadığı için düzenleme talep ediyor ve bu düzenleme yapılmadan Gümrük Birliği’nin gerçekleşemeyeceğini vurguluyordu. Bu düzenlemenin Türk sanayisine getirdiği yük 500 milyon dolar oldu için Türkiye bu konunun zamana yayılması konusunda ısrar etse de kabul etmek durumunda kalmış ve GATT’ın Uruguay Round’ındaki TRIPS (Trade Related Intellectual Property System) onaylamıştır. [18]

4. GB’NİN TAMAMLANMASINA KADAR OLAN DÖNEME ELEŞTİREL BİR BAKIŞ
1960 ve 1970’li yılların başından beri Avrupa Birliği’nin hedefi Türkiye’nin gereken hazırlıkları tamamladıktan sonra tam bütünleşmeyi sağlamaktı. Tam bütünleşme yolunda;
1) Türkiye’nin sanayi ürünlerinin desteklenmesi ve ürünlerin AET/AT ülkelerine gümrüksüz ithali
2) İşgüçlerinin serbest dolaşımının 1986 yılına kadar tamamlanması
3) Türkiye ekonomisinin teşviki açısından mali işbirliğine gidilmesi ve uygun krediler verilmesi, teknoloji transferi ve kültür alanında işbirliği sağlanması
4) Ekonomi, ulaşım, ticaret ve rekabet politikalarının koordinasyonunun sağlanması gibi önlemler öngörülmüştü. Ancak AT ülkelerinin öngördüğü bu stratejiler dünya ve Avrupa’daki gelişmeler sonucunda zamanla değişiklik göstermiştir. Bu değişikliklerin sebepleri:
1) Yunanistan, İspanya ve Portekiz gibi tarım sektöründe rekabet kapasitesine sahip olan ülkelerin üyeliği ile özellikle tarım ürünlerinde ihracat ürünlerinde rekabet içine girilmesi
2) Yunanistan’ın 1986 yılından beri izlediği Türkiye karşıtı politikalarına AB - Türkiye ilişkilerini alet etmesi ve bunu Türkiye aleyhine kullanması
3) KP’nin uygulanması dolayısıyla Türkiye, topluluğa üye olmayan üçüncü ülkelere AT’ye uyumlu gümrük harç ve vergilerini uygulamak zorunda kalmıştır. Ancak bu karşılıklılık ilkesine dayanmıyordu. AT, Akdeniz Politikaları çerçevesinde özelikle Mısır, Lübnan, İsrail ülkeleriyle daha ayrıcalıklı antlaşmalar yapmıştır. Ne var ki Türkiye’nin böyle bir anlaşma yapmaya yetkisi olmadığı için eli kolu bağlanmaktadır. Sözü edilen bu ülkelerle Katma Protokol’de hemen sonra anlaşma yapıldığı için Türkiye sadece 3 ay gibi kısa bir süre Gümrük Birliği avantajından yararlanabilmiştir.
Öte yandan WTO ile oluşan yeni dünya düzeni AB ile olan ilişkilerin önemini azaltmıştır. Herkesçe bilinen bir başka konu da Türkiye’nin komünizme karşı kale olma stratejik pozisyonu Kuzeydoğu Avrupa’ya kaymıştır. Bu durumda AB için Türkiye’nin sosyal ve siyasi istikrarsızlaştırılması daha az önem arz etmeye başladı. Azalan bu önem nedeniyle Türkiye’nin 1987 de tam üyelik başvurusuna rağmen, Aralık 1994’te Essen’de toplanan AB zirvesine kabul edilmemiştir.[19]
GB tamamlanması sürecinin son dönemi AB Türkiye Ortaklık Konseyi’nin 34. toplantısıyla şekillendirilmiştir. Türk tarafını Hikmet Çetin temsil etmiştir. Toplantı konuları fonların kaldırılması, GB sürecinin tamamlanması ve Doğu Bloku’nun dağılmasından sonra Türkiye’nin yeni rolüdür.
Öte yandan Türkiye AB’nin üçüncü ülkelere uyguladığı ithalat indirimlerini ayrı ülkelere uygulamak zorundaydı, bu da % 40, 50 civarında bir indirim demekti. Fonlarla beraber böyle bir indirimin Türkiye’ye maliyeti 2.9 milyar dolardır.
Türk Dışişleri Bakanı Çetin, Chales’le uzlaşmakla kalmadı bir adım daha ileri giderek bunun üyelik yolunda bir aşama olduğunu kaydetti. Ona göre dönülmez bir yola girilmişti artık.
GB son dönemi hem AB hem de Türkiye açısından sorunlu bir dönem olmuştur. Önce Türkiye’nin 1987 yılında başvurusu dikkate alınmamış, iki yıl sonra da ilişkilerin canlandırılması ve KP tamamlanması konusunu gündeme getirilmiştir. Türkiye tarafı da de istekli olduğunu belirtmiş, AB de bunu fırsat bilerek sadece son dönemini ele almakta ısrar etmiştir. Serbest dolaşımın, hukuki ve sosyal boyutlardan dışarıda tutulması konusunda da ısrar etmişlerdir.
İlişkileri bu doğrultuda koordine etmek için 1993 yılında bir “yönlendirme komitesi” kuruldu ve Yunanistan’ın bu komiteden dışlanması bir zafer olarak değerlendirildi.
Zamanın yeni başbakanı Tansu Çiller’in ve yardımcısı Murat Karayalçın’ın Almanya, İngiltere ve Fransa’nın cesaretlendirmesiyle Gümrük Birliği’ne girmenin Türkiye’nin temel hedeflerinden biri olduğunu sık sık beyan etmeleri bu politikaya bağlanmalarını sağladı. 6 Mart 1995 tarihli Hürriyet Gazetesi’nin manşeti “100 yıllık rüya gerçek oldu” şeklinde atılmış yine ilk sayfada Çiller’in bunun çok zor elde edilen bir başarı olduğu beyanatı yer almıştır. Yine 7 Mayıs 1995 tarihli Hürriyet Gazetesi’nin manşetinde Çiller’in “En geç 98’de Avrupa Birliği’ne tam üyeyiz” şeklindeki iddiası yer almıştır. O günlerde Gümrük Birliği’ne girmenin olumsuz yönleri pek sorgulanmamış, adeta bir bayram havası estirilmiştir. (Bkz. Ek 2,3)
Yukarıdaki değerlendirmelerin sonucunda şu saptamayı yapmak yerinde olacaktır. İlk başta eşit düzeyde alışveriş öngörülürken, ilişkilerin bugünkü durumu incelendiğinde, gelişmelerin Türkiye aleyhine gerçekleştiği görülmektedir. Başka bir ifadeyle AT/AB’nin stratejisi tamamen başarılı olmuş, Türkiye’yi tek taraflı olarak kendisine tamamen bağlamış ve 65 Milyonluk pazara girmeyi başarmıştır. [20]
Türkiye’nin geçmişte uyguladığı politikalar ve sosyoekonomik dokularıyla birlikte dünyadaki gelişmeler dikkate alındığı zaman Türkiye’nin geleceğinin Avrupa Birliği’nde olduğu bir gerçektir, ancak böyle bir birlikteliğe imza atarken, imza atanların ülkeyi nasıl zan altında bıraktıklarının bilincinde olmaları gerekmekteydi. İşçilerin serbest dolaşımı gibi hakları sorgulamadan, Türk vatandaşlarına sonradan vize uygulamasını kaldırtmadan ve değişim için gerekli yapısal mali yardımları almadan kısacası ülke menfaatlerinin korumadan böyle tek taraflı bir birlikteliğe evet demek yine bizim imzaladığımız Katma Protokol ve Ankara Antlaşması’nın ilkelerine ters düşmekteydi. Diğer taraftan Türkiye Avrupa Birliği’nin belirlemiş olduğu rekabet ve ortak ticaret politikalarını uygulamadığı takdirde Avrupa Birliği uluslar üstü sahip olan Avrupa Adalet Divanı’na dava açabilecektir. Bu süreçte bir diğer önemli nokta ise Gümrük Birliği ile nitelikli çoğunluk yöntemiyle alınan kararlarda Türkiye karar alma sürecine dahil edilmemektedir, ancak kendisinin katılmadığı kararları uygulamak zorundadır.

5. GÜMRÜK BİRLİĞİ’NİN İÇERİĞİ
6 Mart 1995 yılında AB - Türkiye Ortaklık Konseyi toplantısında kamuoyuna sunulan, 1/95 Sayılı Ortaklık Konseyi Kararı olarak da bilinen belge altı bölüm, 10 ekten oluşmakta ve 66 madde içeren dört bölüme ayrılmaktaydı. Belge Gümrük Birliği ile ilgili genel kuralları, uygulama alanı ve malların menşei ile ilgili maddeleri içermekteydi. Karar taslağı niteliğindeki bu belge ancak 13 Aralık 1995 tarihinde Avrupa Parlamentosu’nun onayından sonra Ortaklık Konseyi Kararı’na dönüşmüştür. İlerleyen satırlarda bu Ortaklık Konseyi Kararı’nın içeriği bir sonraki bölüm de olumlu ve olumsuz argümanlar masaya yatırılacaktır.
1/95 sayılı AB – Türkiye Ortaklık Konseyi Kararı’nın ilk kısmında hangi malların GB kapsamına girdiği tanımlanmıştır. 2. ve 3. Maddelere göre “ Topluluk içerisinde veya Türkiye’de üretilen mallar”, “Tamamen veya kısmen üçüncü ülkeler çıkışlı maddelerden elde edilmiş veya üretilmiş olan mallar”, “Topluluktan veya Türkiye’de serbest dolaşımda bulunan mallar”, “Toplulukta veya Türkiye’de serbest dolaşımda bulunup üçüncü ülke çıkışlı mallar” GB kapsamına girmektedir. Buna ilaveten “ Topluluk veya Türkiye’de ithal işlemleri tamamlanmış, gerekli gümrük vergisi veya eş etkili vergi veya resimleri konmuş ve bu vergi ve resimleri tam veya kısmi bir iadeden yararlanmamış olan üçüncü ülke çıkışlı mallar Toplulukta veya Türkiye’de serbest dolaşımda sayılırlar” şeklinde toplulukta dolaşan malların tanımı yapılmıştır.[21]
Topluluğun Ortak Ticaret Politikası'nın araçları: Ortak Gümrük Tarifesi, ithalatta ortak kurallar, dampingli ithalata karşı korunma, sübvansiyonlu ithalata karşı korunma,
miktar kısıtlamalarının (kotaların) idaresi, haksız ticari uygulamalara karşı Topluluk haklarının korunması, ithalatta uygulanan diğer mevzuat, ticari markaların korunması ve taklit ürünlerin serbest dolaşıma girmesinin önlenmesi, çeşitli standart ve teknik şartlara ilişkin düzenlemeler, tekstil ve konfeksiyon ürünleri ithalatında özel düzenlemeler,
ihracatta ortak kurallar, resmi destekli ihracat kredileri olarak özetlenebilir.
Bu çerçevede, Türkiye, Topluluğun yukarıda bahsi geçen mevzuatına uyum sağlarken aynı zamanda, AB'nin üçüncü ülkelere yönelik olarak uyguladığı otonom ve tercihli rejimleri de adapte etmektedir. Bu husus, 6 Mart 1995 tarih ve 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı'nda da öngörülerek, Türkiye'ye, Topluluğun tercihli anlaşmalarını üstlenmesi konusunda 5 yıllık bir süre tanınmıştır. Topluluğun Ortak Rekabet Politikası'nın amaçları arasında, rekabeti önlemeye, sınırlamaya veya bozmaya yönelik işletmeler arası anlaşmaların ve monopollerin oluşumunun ve piyasaya hâkimiyetlerinin kötüye kullanılmasının önlenmesi, devletin sübvansiyon uygulamalarının kısıtlanması veya yasaklanması, bulunmaktadır.
Bu çerçevede, Türkiye tarafından, teşebbüsler arasında rekabeti bozucu veya kısıtlayıcı anlaşmaların ve hakim durumun kötüye kullanılmasının önlenmesini sağlayacak mevzuatın geliştirilmesi, fikri, sınai ve ticari mülkiyetin korunmasına ilişkin yasaların çıkarılması ve bu alanda bazı uluslararası sözleşmelere taraf olunması, belli kuruluşları ve ürünleri teşvik etmek suretiyle rekabeti bozan veya bozma tehdidi oluşturan her türlü devlet yardımının kaldırılması, gerekmektedir.[22] Ayrıca Türkiye üçüncü ülkelerden yaptığı ithalatlarda Topluluğun belirlemiş olduğu tarifelere uymak zorundadır. Böylece Türkiye AB’nin karar organlarında temsil edilmeyen ve AB’nin tarif ve direktiflerine uymayan tel ülke olmuştur. Ancak bu karşılıklılık ilkesi çerçevesinde olmadığı için AT’nin Akdeniz’in güneyindeki ülkelerle imtiyazlı ortaklıklar kurması Türkiye’yi bu anlamda zor durumda bırakmıştır. Daha açık bir ifadeyle, örneğin Türkiye sözü edilen bu Akdeniz ülkeleriyle ya da herhangi bir ülkeyle özel ticaret antlaşması yapmak istese, AT’nin onayı olmadan böyle bir girişimde bulunamaz. Ancak AT Türkiye’nin onayına ihtiyaç duymadan istediği her ülkeyle imtiyazlı ortaklık oluşturabilmektedir.
6 Mart 1995 tarih ve 1/95 sayılı Türkiye-AB Ortaklık Konseyi Kararı, koşulları Katma Protokol'le belirlenmiş bulunan Geçiş Dönemi'ni sona erdirmekte, Gümrük Birliğinin henüz tamamlanmamış unsurları ile bu birliğin tamamlanmasından sonra işlerliğini sağlamaya yönelik tedbirleri ve takvimi içermektedir. Söz konusu metin: Malların serbest dolaşımı ve ticaret politikası, gümrük vergilerinin, miktar kısıtlamalarının ve eş etkili vergi ve tedbirlerin kaldırılması, tercihli tarife politikası, işlenmiş tarım ürünleri, tarımsal ürünler, gümrüklere ilişkin hükümler, mevzuatın yakınlaştırılması (fikri, sınai ve ticari mülkiyetin korunması, rekabet, devlet yardımları, kamu ihaleleri, vergilendirme), yerleşme hakkı ve hizmetler, kurumsal hükümler, Türkiye-AB Gümrük Birliği Komitesi, danışma ve karar prosedürleri, uyuşmazlıkların çözümü, korunma tedbirleri konuları, genel ve son hükümler ile eklerden, oluşmaktadır.
Ortaklık Konseyi'nin 6 Mart 1995 tarihli toplantısında 1/95 sayılı Gümrük Birliği Kararının yanı sıra, taraflar arasındaki ilişkilerin Ortaklık Anlaşmasının öngörmediği alanlarda da güçlendirilmesini amaçlayan bir Tavsiye Kararı, Türkiye'nin üçüncü ülkelere karşı 1 Ocak 2001 tarihine kadar Ortak Gümrük Tarifesinin üzerinde vergi uygulayacağı hassas ürünleri içeren 2/95 sayılı Karar, Türk ekonomisinin Gümrük Birliğine bağlı olarak geçireceği değişiklikler esnasında ihtiyaç duyacağı mali yardım ve işbirliğinin çerçevesini belirleyen Topluluk deklarasyonu, kabul edilmiştir.
Gümrük Birliği’nin tamamlanmasıyla beraber, AT Türkiye Ortaklığında bir diğer önemli tartışma konusu İş Gücünün Serbest Dolaşımı Konusuydu. 80’li yıllarda Almanya emek piyasasının doygunluğa ulaşmasıyla birlikte Almanya söylemlerini “işçilerin serbest dolaşımların toplumsal politika ve ekonomi açısından üstesinden gelinemez olduğu” şeklinde değiştirmiştir. Ancak Türkiye için işgücü transferi emek piyasasının rahatlaması anlamına gelmekteydi. Zamanın tutarsız ve başarısız diplomatik uğraşları Avrupa’da yaşayan yurttaşların haklarının yeterince savunamamış olmasından dolayı 1/95 AT – Türkiye Ortaklık Konseyi Kararı’nda tatmin edici bir sonuç alınamamıştır. Bu konu sadece “Anlaşma Taraflarının Toplulukta ve Türkiye’de halen yaşamakta olan vatandaşları için düzenli bir diyalog kurulacaktır” şeklinde kısa bir ifade yer almıştır.

6. SONUÇ
Yol uzun, yol karanlık… Gümrük Birliği’nin tamamlanmasın miladı olan AT – Türkiye Ortaklık Konseyi Kararı’ndan bugüne kadar neler değişti, Türkiye gerçekten beklediğin bulabildi mi sorusu bir başka çalışmanın konusu olacaktır. Ancak bulabilmişse bile bu gelişme bilinçli tercihlerin değil tesadüflerin ürünü olacaktır. Türkiye, Gümrük Birliği’ni tamamlayıncaya kadar birçok diplomatik “başarı” sergilemiştir.
İlk önce AT devletlerinin Türkiye’nin stratejik konumunun çok güçlü olması ve de iştah açıcı bir pazar olması dolayısıyla gözlerini buraya dikmişlerdi. Ve 1963 yılında Ankara Antlaşması imzalandı. Bu bazılarına göre kapitülasyonların farklı biçimde geri dönüşü, bazılarına göre ise “onlar ortak biz pazar” söyleminin temeliydi. Değişen dünyada, ulus devletlerin zayıflayan yapıları ve birlik olma ihtiyacı Türkiye tarafından da hissediliyor olacaktı ki Türkiye hep Avrupa Birliği’ne bir adım daha fazla atmış, bunu iç politikaya alet etmiş, daha sonra bu popülist yaklaşımlar nedeniyle bu politikalardan ayrılamamış hep Avrupa’ya mecburuz izlenimi doğurmuştur. Bu da AT tarafından çok iyi kullanılmış ve istediklerini almışlardır. Nedir istedikleri? AB / AT devletlerine açık derya gibi bir pazar, iş görenlere kapalı sınırlardır. Bu tutum özellikle Sovyet Blok’un çökmesiyle daha fazla gözlemlenmiştir. Ancak AT devletleri soğukkanlılığını korurken, Gümrük Birliği’nin tamamlanma sürecinde konu hiç eleştiri süzgecinden geçirilmemiş, yapılan görüşmeler kamuoyuna büyük diplomatik başarı olarak yansıtılmıştır.


Kaynakça:


--------------------------------------------------------------------------------

[1]Zuhal Y. Gündüz, “Turkey’s Approach Towards the EU Views from Within” Perceptions Vol 8 (2003): 1-18
[2] Harun Gümrükçü, Küreselleşme ve Türkiye (Istanbul:Beta, 2003), 17-56
[3] Harun Gümrükçü, Küreselleşme ve Türkiye (Istanbul:Beta, 2003), 17-56
[4] Ibid
[5] Harun Gümrükçü, Küreselleşme ve Türkiye (Istanbul:Beta, 2003), 17-56
[6] Karar alma mekanizmasına katılmadan Gümrük Birliği antlaşması yapılması sadece AB ve Türkiye’ye özgü sui generis bir modeldir.
[7] Harun Gümrükçü, Ortaklık Kavramı ve Ortaklığın Ayırt Edici Özellikleri (Yayınlanmadı)
[8] Türkiye’nin politikalarını hep Yunanistan’a paralel yürütmesi dikkat çeken bir durumdur. Bu da bir anlamda Türk dış politikasının iç popülist yaklaşımlar çerçevesinde şekillenip şekillenmediği sorusunu akla getirmektedir. Zira Türkiye ortaklık anlaşmalarının imzalandığı dönemde Kıbrıs sorunun en sıcak dönemlerindeydi.
[9] Luigi Narbone; Nathalie Tocci, “Running Around Cycles? He cyclical relationsship between Turkey and the European Union” Journal of Balkan and Near Eastern Studies, Vol 9:3 (2007): 233-243
[10] Mustafa Çeker. “Avrupa Birliği Hukuku Dersleri, Gümrük Birliği.” Çukurova Üniversitesi Web Sitesi, 2009 www.cu.edu.tr/insanlar/mceker/dersler.htm (28 Nisan 2009)
[11] Bilin Neyaptı, Fatma Taşkın, Murat Üngör. “Has Eurooean Customs Union Agreement Really Affected Turkey’s Trade?” Bilkent Üniversitesi Web Sitesi, 2004, www.bilkent.edu.tr/~economics/papers/04-04%20DP_Neyapti_Taskin_Ungor.pdf (28 Nisan 2009)
[12] Harun Gümrükçü, Küreselleşme ve Türkiye (Istanbul:Beta, 2003), 17-56
[13] Rıdvan Karluk, Avrupa Birliği ve Türkiye, (İstanbul:Beta,2003), 725 - 759
[14] Harun Gümrükçü, Küreselleşme ve Türkiye (Istanbul:Beta, 2003), 17-56
[15] Rıdvan Karluk, Avrupa Birliği ve Türkiye. ( İstanbul:Beta, 2003), 725-759
[16] ibid
[17] İbid
[18] İbid
[19] Ibid
[20] Ibid
[21] Ibid
[22] Bilin Neyaptı, Fatma Taşkın, Murat Üngör. “Has Eurooean Customs Union Agreement Really Affected Turkey’s Trade?” Bilkent Üniversitesi Web Sitesi, 2004, www.bilkent.edu.tr/~economics/papers/04-04%20DP_Neyapti_Taskin_Ungor.pdf (28 Nisan 2009)

Hiç yorum yok: