12 Ekim 2009 Pazartesi

KONUŞMA DİLİ İLE YAZI DİLİ ARASINDAKİ FARK

KONUŞMA DİLİ İLE YAZI DİLİ ARASINDAKİ FARK



Bir dili iki cephesi vardır. Biri, insanların karşı karşıya geldikleri zaman sesli olarak görüşürken, yani konuşurken kullandıkları “konuşma dili”, öteki yazıda kullanılan dildir. Buna “yazı dili” veya “kültür dili” de denilmektedir. Kültür dili bir memleketin kültür merkezi olarak gelişen yerleşim biriminin dilidir.



Bir dilin yazısı çoğu zaman lehçelerinden veya ağızlarından birine göre, yazı lehçesine göre şekillenir. Yazılan dil ise din, edebiyat ve ilim adamları tarafından işlenerek zenginleşir ve konuşma dilinden az çok farklılaşır. Bizim yazı lehçemiz Batı Türk Dili'nin Anadolu lehçesidir. Yeni Türkçede ses özellikleri ve çekim yönlerinden İstanbul ağzı esas sayılır.


Bir milletin bütün aydınları yazı dilini bilirler ve yazı lehçesini konuşurlar. Yazı dili lehçe ve ağızların alabildiğine farklılaşmasını önler. Hepsinin zenginliklerinden faydalandığı gibi onları ortak bir kaynaktan zenginleştirir. Dil milli birliğin çimentosudur. Ayni dili konuşan insan toplulukları bir millet sayılırlar ve hemen her zaman ayrı, bağımsız bir devlet kurmuş bulunurlar.



Bir dil kendi içerisinde birtakım alt kollara ayrılır. Böylece bir dil sahası içerisinde lehçeler, ağızlar ve argolar meydana gelir.



Lehçeler, bir dilin bilinmeyen, çok eski dönemlerinde ayrılmış kollarına denir. Başka bir deyişle, bir dilin birbirinden uzak bölgelerde, çeşitli nedenlerle, ses, söz dizimi ve söz varlığı bakımından değişikliğe uğramış biçimine lehçe (Alm: Dialekt; Fr: dialecte; İng: dialect) denir. Tanımalardan da anlaşılacağı gibi, ağız’da genellikle ses ve söyleyiş farklılığı varken, lehçede ses ve söyleyiş farklılığıyla birlikte, dilin yapısı (söz dizimi) ve söz varlığı da değişmektedir. O kadar ki, bu farklılıklar zamanla lehçelerin birer dil olamasına bile yol açmaktadır. Söz gelimi, Latincenin çeşitli lehçeleri arasındaki farklılık zamanla o kadar büyümüştür ki, sonunda fransızca, italyanca, ispanyolca, portekizce, rumence gibi diller ortaya çıkmıştır.



Adriyatik denizinden Çin denizine kadar uzanan çok geniş bir coğrafyada yaşayan Türkçe de birçok lehçelere ayrılmıştır: Batı Türkçesi'nin Anadolu, Azeri, Türkmen lehçeleri gibi ve özbek lehçesi, kazak lehçesi, kırgız lehçesi...

Lehçenin ayrı bir dile dönüşmesi olayına Türk dilinde de rastlanmaktadır. Yaşayan Türk lehçelerinden ikisi, bugün artık birer dile dönüşmüştür. Bunlardan biri, Sibirya’da Lena nehrinin iki yanında yaşayan Yakut Türklerinin konuştuğu Yakutça diğeri ise, Orta Volga bölgesinde kama ırmağının Volga’ya kavuştuğu yerde yaşayan Çuvaş Türklerinin dili olan Çuvaşçadır.



Bir dilin lehçeleri arasındaki bağı ya da farklılıkları en iyi lehçeler sözlüğü ortaya koyar. Örneğin, W. Radloff’un “Türk Lehçeler Sözlüğü” bu nitelikte bir sözlüktür.



Hüseyin Kâzım’ın “Büyük Türk Lugatı” da bu alanda hazırlanmış büyük bir eserdir.



Türk lehçeler hakkında ilk bilgileri veren eserse Kaşgarlı Mahmut’un ölümsüz eseri “Divanü Lugat-it Türk” ’tür.



Ağız ise bir dilin en yeni zamanda ayrılmış küçük bölge kollarıdır. Başka bir tanımla, bir dilde ya da bu dilin bir lehçesinde yazı diline oranla ortaya çıkan farklı söyleyiş biçimine ağız (Alm: Mundart, lokalsprache, sondersprache; Fr: parler, patois; İng: local language, vocational slang; Osm: Şive ) denir. “Geliyorum” kelimesinin çeşitli Anadolu ağızlarında geliyom, gelirem, geliyem şeklinde söylenmesi gibi. Anadolu lehçesinin Rumeli, karaman, Aydın, Harput v.b.



Ağız, bölge, çevre farklılıklarından ortaya çıkabildiği gibi, meslek ve öğrenim farklılıklarından da kaynaklanabilmektedir.



Denizli ağzıyla Edirne ağzı bölge farklılığından; köylü diliyle kentli dili, işçi diliyle memur dili arasındaki fark da çevre, meslek ve eğitim farklılığından doğmuştur.


Çevre, meslek ve eğitim farklılıklarından doğan değişik söyleyiş biçimine ağız yerine şive adı verildiği de görülmektedir. Ancak, bütün dilbilgisi terimleri sözlüklerinde ağız teriminin Osmanlıca karşılığı olarak şive sözcüğü gösterilmektedir. Dilbilim alanında yazılan eserlerde de artık ağız terimi Arapça şive sözcüğünün yerine kullanılmaktadır.



Bu duruma göre Çuvaş ve Yakut Türkçeleri dilimizin lehçeleri: Kırgız Türkçesi, Azeri Türkçesi, Oğuz Türkçesi, Özbek Türkçesi... , ağızları da: Karadeniz, Konya, Ege İstanbul, Kastamonu, Ankara...



Her ülkede böyle lehçe, ağız (şive) bulunabilir. Fakat o ülkede belli bir yazı dili vardır. Yazı dili için ağızlardan birisi esas alınır. Mesela Türkiye’de İstanbul ağzı yazı dilimizin temelini oluşturmuştur.



Argo, belli bir kesimin, genellikle de belli bir meslekten olan kişilerin kendi aralarında oluşturup konuştukları, bu nedenle ortak dili konuşan diğer insanların anlayamadığı özel dile argo (Alm: Argot, gaunesprache; Fr: argot; Ing: slang) adı verilir.



Yapı bakımından içinden çıktığı ortak dilden farklı olmayan argo da, her dil gibi, sürekli olarak değişir, gelişir. Kimi sözcükleri ölür, toplumsal gelişmelere göre yeni sözcükler kazanır.



Argo terimi, eskiden, daha çok kaba dil karşılığı olarak külhanbeyi, ayak takımı ağzı için kullanılırdı. Bu anlayış büyük ölçüde değişmiştir. Bugün, külhanbeyi, hırsız, denizci, şoför argosu yanında esnaf, sanatçı argolara da ortaya çıkmıştır.



Argo sözcükler, ortak dilin ya da bir yabancı dilin sözcüklerine özel anlamlar yükleyerek, yabancı dilden alınan bazı sözcüklerin yapısını bilinçli olarak bozarak elde edilir.



Argo, sanıldığının tersine, anlam değişiminin güçlü olduğu, nükteli, etkili bir dildir. O kadar ki, argo sözcükler, öbekler, zamanla ortak dilin söz varlığına da girer, ulusça kullanılır. Örneğin, dümen (hile, dolap), dümen yapmak, yelkenleri suya indirmek, dikine tıraş(yanlarla dolu gevezelik), palavra(uydurma söz ya da haber; uzun ve boş konuşma), omuzlamak (alıp götürmek), yuvarlamak(bir şey yemek), boşlamak(vazgeçmek, peşini bırakmak), kırmak(okuldan kaçmak), inek(çok çalışkan olmak) gibi sözcük ve öbekler argodan anadilimize geçmiştir.

Hiç yorum yok: