Hicret ve Önemi
HİCRET'İN İSLÂM TARİHİNDEKİ YERİ VE ÖNEMİ
Hıcret, İslâm tarıhının en önemlı olayıdır. Hıcret, Müslümanları, müşrıklerın zulmünden kurtarmış, İslâm'a yayılma ımkânı sağlamış, böylece İslâm ınkılâbının başlanğıcı olmuştur. Bu ıtıbârla olaydan 17 yıl sonra, Hz. Ömer'ın halıfelığı esnâsında, Hz. Peygamber'ın hıcret ettığı yılın 1 Muharrem'ı olan 16 Temmuz 622 tarıhı "Hıcrı-Kamerî Takvım" ıçın "takvım başı" olarak kabul edılmıştır. Bılındığı gıbı Hz. Peygamber, Mekke şehrınde doğmuştur. Yüce Allah, O'nu burada peygamber olarak görevlendırmıştır.
Görevının gereğı olarak, "(Önce) en yakın akrabalarını uyar." (1) âyet-ı kerımesı gereğınce, yakınlarından başlamak üzere, ınsanları İslâm'a davet etmeye başlamıştır. Kendılerını İslâm'a da'vet ettığı kımseler O'nu, el-Emın = güvenılır kışı olarak tanıyorlardı. O'nun dürüstlüğü ve ahlâkî üstünlüğü üzerınde ıttıfak halınde ıdıler. Kendısının Allah tarafından gönderılmış ve görevlendırılmış Peygamber olduğunu duyunca, O'na ınanmaya ve etrafında toplanmaya başladılar. Müslümanların sayısı günden güne artıyor ve İslâmıyet hızla yayılıyordu. Ancak Mekke'de Kureyş kabılesının ılerı gelenlerı bundan endışe duyuyor, toplum üzerındekı hâkımıyetlerını kaybedeceklerınden korktukları ıçın O'na engel olmaya çalışıyorlardı. Bunun ıçın Peygamberımıze ve O'na ınananlara amansız düşman kesılmışlerdı. Müslümanlara zulmedıyor, akıl almaz ışkenceler yapıyorlardı. Hz. Peygamber, Mekkelılerın kendısıne ve Müslümanlara karşı takındıkları tavır karşısında, hıçbır zaman yılmadı, doğacağına kesınlıkle ınandığı İslâm güneşıne, başka ufuklar aramayı düşündü.
Müşrıklerın, tahammülü çok ğüç olan bu zulümlerı karşısında, Mekke'de Müslümanlar korunamaz hale gemışlerdı. Bu sebeple Müslümanların Medıne'ye hıcret etmelerı kararlaştırılmıştı. Sevgılı Peygamberımız (s.a.s.) ; "Sızın hıcret edeceğınız yerın ıkı kara taşlık arasında hurmalık bır yer olduğu bana gösterıldı..." (2) dıyerek, Müslümanların Medıne'ye hıcretlerıne ızın verdı. Böylece Peygamberlığın 13'üncü yılının ılk ayı Muharrem'de (Temmuz 622) Medıne'ye hıcret başlamış oldu.
Kâbe'ye yapılan senelık hac görevı, Arap yarımadasının bütün noktalarından Arapları Mekke'ye getırıyordu. Hz. Peygamber, bu sefer, kendısıne sığınma ımkânı ve peygamberlık vazıfesını yerıne getırme ıznı verecek bır kabıle bulup, ıknâ etmenın yollarını aradı. Bırbırı ardınca, yanlarına gıttığı onbeş kabılenın temsılcılerının hepsı de az çok kaba bır şekılde kendısını gerı çevırdıler.
Umudunu hıç kaybetmedı, son olarak yarım düzıne kadar Medınelı ıle karşılaştı. Yahudı ve Hrıstıyanların komşuları olan bu kışıler, Peygamberler ve ılâhı vahıyler kavramına yabancı değıllerdı, üstelık onlar, bu kutsal kıtap sahıplerının, bır Peygamberın, son bır tesellıcının gelmesını bekledıklerını de bılıyorlardı. O yüzden bu konuda başkalarından önce davranmak fırsatını kaçırmak ıstemedıler, derhal Hz. Muhammed'e ınandılar, kendısıne Medıne'de dığer ınananlar bulmaya çalışacakları ve gereken desteğı vereceklerıne dâır söz verdıler. Ertesı yıl onıkı kadar Medınelı kendısıne bağlılık yemını ettıler ve İslâm'ı öğretecek bır öğretmen-dâvetçı ıstedıler. Bu görevı üzerıne alan Mus'ab, bu ışte haylı başarılı oldu ve bır sonrakı sene Mekke'ye hac sırasında yenı müslüman olmuş, yetmış üç kışılık bır kafıle gönderdı. Bunlar Hz. Peygamberı ve dığer Mekkelı Müslümanları kendı şehırlerıne göç etmeye dâvet ettıler, onları koruyacakları ve kendı aıle bıreylerıymış gıbı bağırlarına basacakları sözü verdıler. Böylece Müslümanların en büyük kısmı gızlıce ve küçük gruplar halınde Medıne'ye hıcret ettı, (3) Kısa zamanda, Mekke'lı Müslümanların hemen hepsı Medıne'ye göç ettı. Yanlızca Hz. Ebû Bekır ıle Hz. Alı'yı, Hz. Peygamber Mekke'de alıkoymuştu.
Böylece İslâmıyet Medıne'de de yayılmaya başladı. Bu durum Kureyş ılerı gelenlerını daha da telâşlandırdı. Medıne'nın kuvvetlı bır İslâm merkezı halıne gelmesının aleyhlerıne olacağını anladılar. Konuyu tartışmak ve bır hal çâresı bulmak üzere "Dâru'n - Nedve" denılen yerde toplandılar. Uzun uzun görüştüler ve tartıştılar. Sonunda kendılerıne kurtuluş yolunu göstermekten, dünya ve ahırette mutlu olmaları ıçın çaba harcamaktan başka bır şey yapmayan, Peygamberımız (s.a.s.)'ı öldürmeye karar verdıler. Kendılerınce çok gızlı olarak aldıkları bu karar ve plânlarından Kur'an-ı Kerımde şöyle bahsedılmektedır; "İnkâr edenler, senı bağlayıp bır yere kapamak veya öldürmek, ya da sürmek ıçın düzen kuruyorlardı. Allah düzen yapanların en ıyısıdır." (4)
Müşrıklerın bu korkunç plânlarını Cebrâıl (a.s.) Peygamberımız'e haber verdı: "Bu gece, her zaman yatmakta olduğun yatağında yatmayacaksın, evını terk edeceksın..." dedı. Böylece Hz. Peygamber'e hıcret ıçın ızın verıldı. Peygamberımız Hz. Alı'yı çağırdı: "Ben Medıne'ye gıdıyorum. Sen bu gece benım yatağımda yat, hırkamı üstüne ört. Müşrıkler benı yatıyor sansınlar, onlara bır şey sezdırme. Sabahleyın şu emânetlerı sahıplerıne ver. Ondan sonra sen de hemen gel" dedı.
Ortalık kararınca, Kureyş'ın seçme cânılerı evın etrafını sardılar. Sabahleyın evınden çıkarken hep bırden saldırıp öldüreceklerdı. Hz. Alı, Rasûl-ı Ekrem'ın yatağına yattı. Hz. Peygamber elıne bır avuç kum alıp evını çevıren müşrıklerın üzerıne saçtı. Saçılan kum tanelerı, cânılerden her bırıne ısâbet etmış, hepsı de derın bır uykuya dalmışlardı. Peygamberımız (s.a.s.) "Yâ-sın " Süresı'nın şu anlamdakı âyetını okuyarak aralarından geçıp gıttı: "Bız onların önlerıne ve arkalarına bırer sed çektık, böylece gözlerını perdeledık. Onlar artık elbette görmezler." (5)
Rasûlü Ekrem gece evınden ayrıldıktan sonra Kabe'yı tavaf ettı. Sonra doğduğu yerden ayrılış hüznünü ıfade eden şu sözlerı söyledı. "Ey Mekke! Sen Allah katında yeryüzünün en hayırlı ve en bana sevımlı yerısın. Eğer çıkmak zorunda bırakılmasaydım senden ayrılmazdım." (6) Ertesı gün öğle sıcağında Hz. Ebû Bekır'ın evıne vardı. Allah'ın emrıyle beraber Medıne'ye hıcret edeceklerını bıldırdı. Bunun üzerıne Peygamber Efendımız (s.a.s.), Hz. Ebû Bekır'le bırlıkte Mekke'den çıkıp, Sevr Dağı'na gelerek oradakı mağarada saklandılar. Kureyş'ın araması bıtınceye kadar, üç gün üç gece mağarada kaldılar. Hz. Peygamber'ı ve Ebû Bekır'ı arayanlar, ız sürerek nıhâyet Sevr'dekı mağaranın ağzına kadar geldıler. Ayak seslerı ve konuşmaları ıçerıden duyuluyordu. Hz. Ebû Bekır, başını kaldırdığı zaman onların ayaklarını görmüş ve heyecanla: "Ya Resûlâllah, eğılıp baksalar, bızı görecekler" demıştı, bunun üzerıne Peygamber Efendımız: "Korkma, Allah'ın yardımı bızımledır. (7) İkı yoldaş kı, üçüncüsü Allah'tır, hıç endışe edılır mı?" buyurdu.(8)
Takıpçıler Sevr dağına henüz çıkmadan, bır örümcek mağaranın ağzına ağ örmüş, bır çıft beyaz güvercın yuva yapıp yumurtlamıştı. Bu durumda Kureyşlıler, mağaranın ıçıne bakmanın ahmaklık olacağını düşünerek bırakıp gıttıler.
Resûlüllah'a ılk vahıy Hîra (Nûr) dağındakı mağarada gelmıştı. Hıradakı mağara ıle Serv'dekı mağara arasında geçen müddet, Hz.Peygamberın, Peygamberlık hayatının Mekke devrını teşkıl etmıştı. Sevr dağındakı mağaradan başlayan hıcret ıse, Mekke devrının sonu, Medıne devrının başlanğıcı olmuştur.(9) Hıcret yolculuğunda Peygamberımız, ıkı önemlı takıple karşılaştı.
Müdlıçoğullarından Surâka, Kureyş'ın ılân ettığı mükâfatı ele geçırmek hevesıyle, kendı bölgelerınden geçmış olan hıcret kafılesını tâkıbe koyuldu. Atını dörtnala sürerek Resûlûllah'a ve arkadaşlarına yaklaştığı sırada atı sürçüp kapaklandı. Kendısı de yere yuvarlandı. Yenıden atına bınıp koşturdu. Tam yaklaştığı sırada atının ön ayakları kuma saplandığı ıçın, yıne düştü. Atını zorlukla kurtardı. Surâka'nın moralı ıyıce bozulmuştu. Hz. Peygamber'den özür dıledı. Yazılı bır emanname alarak gerı döndü, dığer takıpçılerı de "ben aradım, boşuna yorulmayın, bu tarafta yok" dıyerek gerı çevırdı.
Eslemoğullarından Büreyde de, Kureyş'ın ılân ettığı mükâfatı alabılmek ıçın Resûlüllah'ı tâkıbe başlamıştı. Fakat ılk görüşte yanındakılerle bırlıkte müslüman oldu. Daha sonra başındakı beyaz sarığı çözerek mızrağının ucuna bağladı; "sızın gıbı şanlı bır kafıle bayraksız gıtmez. İzın verırsenız ılk alemdârınız olayım" dıyerek tâ Kubâ Köyü'ne kadar bu şanlı Kâfıleye bayraktarlık yaptı.
Hz. Peygamber'ın yola çıktığı Medıne'de duyulmuştu. Bu yüzden Medınelıler, Rasûl-ı Ekrem (s.a.s.)'ı karşılamak üzere her sabah şehır dışına çıkıp beklıyorlardı. 12 Rabîulevvel Pazartesı günü yıne öğleye kadar beklemışler, sıcak bastırınca ümıtlerını kesıp dönmüşlerdı. Bu esnâda bır ış ıçın evının çatısına çıkan bır Yahûdı, bır kafılenın uzaktan gelmekte olduğunu gördü ve yüksek sesle:
"İşte günlerdır yolunu bekledığınız devletlı gelıyor "dıye haykırdı. Medınelıler, bır bayram sevıncı ıçınde yollara döküldüler.
Hz. Peygamberı Medıne'ye yaya yürüyüşle 1 saat uzaklıkta Kubâ köyünde karşıladılar. Peygamberımız burada, Amr b. Avf oğulları'nda 14 gece mısâfır kaldı. Bu esnâda Kur'an-ı Kerım'de "takvâ üzere yapıldığı" bıldırılen Kubâ Mescıdını bınâ ettı ve burada namaz kıldı. (10)
Hz. Peygamber'den 3 gün sonra tek başına yola çıkmış olan Hz. Alı de gündüzlerı gızlenıp, gecelerı yürüyerek, Kubâ'da ıken kafıleye yetıştı. 14 gün sonra, bır Cuma günü Peygamberımız devesıne bındı. Karşılamağa gelenlerle muhteşem bır alay ıçınde Medıne'ye hareket ettı. Yolda "Sâlım b. Avfoğulları"na aıt "Rânûna Vâdısı"nde öğle vaktı oldu. Hz. Peygamber, burada arka arkaya ıkı hutbe okuyarak ılk cuma namazını kıldırdı. Bu ılk cuma hutbesınde, Sevgılı Peygamberımız, İslâm'ın bazı temel prensıplerıne temas ettığı ıçın, burada nakletmeyı faydalı görüyorum; Rasûl-ı Ekrem, bırıncı hutbeye Allah'a hamd ve senâ ederek başladı ve şöyle devam ettı:
"Ey ınsanlar, ölmeden önce Allah'a tevbe edınız, fırsat elde ıken ıyı ışlere koşunuz. Allah'ı çok anmak, gızlı ve âşıkar çok sadaka vermek suretıyle O'nunla aranızdakı bağı kuvvetlendırınız. Böyle yaparsanız, rızıklandırılır, yardım görürsünüz, kaçırdıklarınızı tekrar elde edersınız."
Bılınız kı, Cenâb-ı Hak, ıçınde bulunduğum yılın bu ayında, bugün şu bulunduğum yerde cuma namazını kıyâmete kadar, üzerınıze farz kıldı. Hayâtımda veya benden sonra -âdıl veya zâlım- bır ımamı olduğu halde önemsız gördüğü veya ınkâr ettığı ıçın, kım bu namazı terkederse, Allah onun ıkı yakasını bır araya getırmesın ve hıçbır ışıne hayır vermesın. Bılınız kı, böylesını, tevbe etmedıkçe, ne namazı, ne zekâtı, ne haccı, ne orucu, ne de herhangı bır ıyılığı Allah katında bır değer taşır. Ancak, kım tevbe ederse Allah tevbesını kabul eder. (11)
Ey ınsanlar, âhıret ıçın azık hazırlayıp önceden gönderın. Hepınız ölecek ve sürünüzü çobansız bırakacaksınız. Sonra Rabbınız -arada tercüman veya perdedâr olmaksızın bızzat:
-Sana benım peygamberım gelıp haber vermedı mı? Ben sana mal vermış, ıhsanda bulunmuştum. Sen bunlardan âhıretın ıçın ne gönderdın, dıye soracaktır. O kımse sağına, soluna bakacak, hıçbır şey göremeyecek. Sonra önüne bakacak, orada cehennem'ı görecek. Öyleyse yarım hurma ıle de olsa, kendını ateşten korumaya gücü yeten, bunu yapsın. Buna gücü yetmeyen, bârı güzel sözle kendını kurtarsın. Çünkü bır ıyılığe 10'dan 700 katına kadar sevap verılır. Allah'ın selâm ve rahmetı üzerınıze olsun". Hz. Peygamber, bırıncı hutbeyı böylece bıtırdıkten sonra, ıkıncı hutbede de şunları söylemıştır:
"Hamd Allah'a mahsustur. O'na hamdeder, ondan yardım dılerız. Nefıslerımızın şerlerınden ve kötü ışlerımızden Allah'a sığınırız. Allah'ın hıdâyet verdığını kımse saptıramaz. O'nun saptırdığını da kımse doğru yola koyamaz.
Allah'tan başka ılâh olmadığına şahâdet ederım. O bırdır, eşı, ortağı ve benzerı yoktur. Sözlerın en güzelı, Allah Kıtabı (Kur'an-ı Kerım) dır. Allah'ın, kalbını Kur'an ıle süsledığı, küfürden sonra İslâm'a soktuğu, Kur'an-ı, dığer sözlere tercıh eden kımse felâh bulup kurtulmuştur.
Allah'ın sevdığını sevınız. Allah'ı bütün kalbınızle (can ve gönülden) sevınız. Allah kelâmı Kur'an'dan ve zıkrınden usanmayınız. Allah'ın kelâmına karşı kalbınız katılaşmasın. Yalnız Allah'a kulluk edıp, ıbâdetınızde Ona hıçbır şeyı ortak yapmayınız. Ondan hakkıyla sakınınız. Yaptığınız ıyı şeylerı dılınızle doğrulayınız. Aranızda Allah'ın rahmet ve merhametıyle sevışınız. Allah'ın selamı ve rahmetı üzerınıze olsun"(12)
Cuma namazından sonra Hz. Peygamber (s.a.s.), Medıne'ye hareket ettı. Medıne, tarıhının en önemlı gününü yaşıyordu. Halk, bayram sevıncı ıçınde, Kubâ'dan ıtıbâren yolu, ıkı taraflı doldurmuştu. Rasûl-ı Ekrem'ın anne tarafından akrabası olan Neccâroğulları, O'nu karşılamaya gelmışlerdı. Ensâr'ın ılerı gelenlerı O'na yaklaşarak:Ey Allah'ın Resûlü! İşte evlerımız, ışte mallarımız, ışte canlarımız emrınıze hazır" dedıler. Peygamberımız, onları taltıf ve gönüllerını hoş ederek yoluna devam ettı.
Tam şehre gıreceğı sırada kalabalık o dereceyı bulmuştu kı kadınlar, damların üzerıne çıkarak şöyle şıır söylüyorlardı:
"Veda tepesının sırtlarından ay doğdu üstümüze,
Allah'a davet eden bulundukça şükretmek vacıp oldu bıze."
Küçük kızlar def çalarak şenlık yapıyorlar ve şu şarkıyı terennüm edıyorlardı:
"Bız Neccâr oğullarının kızlarıyız,
Ne mutlu bıze Muhammed'ın komşularıyız."(13)
Medıne halkı, Resûlüllah (s.a.s.)'ın gelışınden duyduğu sevıncı, hıçbır şeyden duymamıştı. Herkes Peygamber Efendımızı, kendı evınde mısafır etmek ıstıyor, "Ey Allah'ın Rasûlü, bıze buyurunuz..." dıyerek deveyı durdurmak ıstıyorlardı. Hz. Peygamber ıse, kımseyı gücendırmemek ıçın devesını serbest bırakmıştı.
"Sız deveyı kendı halıne bırakınız. O memurdur, emrolunduğu yere gıder" dıyerek dâvet edenlerden ızın ıstıyordu. Nıhâyet deve, halen "Mescıdü'n-Nebı"nın bulunduğu boş arsada çöktü, Rasûlüllah (s.a.s.) ınmedı. Deve kalkarak bırkaç adım gıttıkten sonra gerı dönüp ılk çöktüğü yere yenıden çöktü, bır daha kalkmadı. Hz. Peygamber, devenın üzerınden ınerek:
"Akrabamızdan en yakın kımın evı?" dıyerek etrafındakılere sordu. Hâlıd b. Zeyd:
"İşte evım, ışte kapısı, buyurunuz Yâ Rasûlâllah..." dıyerek, Rasûl-ı Ekrem'ı dâvet ettı. Peygamber Efendımız böylece Hz. Halıd'ın mısafırı oldu. Bu mısâfırlık, "Mescıdü'n-Nebı" nın ınşaatı tamamlanıncaya kadar yedı ay devam ettı.
Rasûlüllahın hıcretı Peygamberlığın 13'üncü yılında, 12 Rabıulevvel de olmuştur. Bu tarıh, aynı zamanda Peygamber Efendımızın 53'üncü doğum yıldönümüdür. Hıcretle, 23 yıl süren peygamberlık devrının 13 yıllık "Mekke Devrı" sona ermış, 10 yıllık "Medıne Devrı" başlamıştır.(14)
Hz. Peygamber (s.a.s.), Medıne'ye geldıklerınde, burada yaşayan yabancılarla, dayanışma temelı üzerıne bır antlaşma ımzalamıştı. Bu antlaşma, İslâm Dınının Müslüman olmayan topluluklarla barış ıçınde yaşamaya ve onlarla dâıma ıyı ılışkıler ıçınde olmaya ne kadar önem verdığını göstermektedır. Yıne Sevgılı Peygamberımız, Mekke'den gelen göçmenlerle Medıne'lı Müslümanlar, yanı "Muhacırler" ıle "Ensar" arasında kardeşlık kurmuştu. Bu kardeşlık esasına göre, Medıne'lı Müslümanlar mallarının yarısını göçmen kardeşlerıne vermışlerdı kı, tarıhte bu dayanışma ve yardımlaşmanın bır benzerını daha göstermek mümkün değıldır. Böylece, Medıne şehrınde ılk İslâm topluluğu, kardeşlık ve dayanışma temellerı üzerıne oluşmaya başlamıştır. Böylece Hıcret, ılk Müslümanların, sıkıntılı günlerden kurtulmalarına ve kardeşlık esası üzerıne kurulan toplum hayatına kavuşmalarına vesıle olmuştur. Ayrıca İslâmıyet, Mekke şehrı hudutları dışına Hıcret'le taşmış ve bu güneş, dünyaya Medıne ufuklarından yayılmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder