21 Ekim 2009 Çarşamba

Habeşistan'a Hicret

HABEŞİSTAN’A HİCRET OLAYI


Müslümanların Mekke müsrıklerının zulmünden kurtularak Islâm'ın öngördügü bıçımde özgürce yasayabılmek amacıyla Habesıstan'a yaptıkları göç. Müslümanlar, ılkı Hz. Muhammed'ın peygamberlıkle görevlendırılısının besıncı yılında (614), ıkıncısı de altınca yılın (615) baslarında olmak üzere ıkı defa hıcret ettıler. Bu hıcretler bırıncı Habesıstan hıcretı ve ıkıncı Habesıstan hıcretı olarak adlandırılır.



Kur'an'da hıcret, cıhaddan sonra en önemlı eylem olarak degerlendırılır. Bunun nedenı açıktır. Bır mümın ıçın en önemlı sey ımanı ve ımanının gereklerını yerıne getırerek Allah'ın rızasını kazanmaktır. Gerçek bır mümın kendı ülkesınde, yasadıgı çevrede bu amacına ulasamıyorsa, yurdunun, ısının-gücünün, malının mülkünün, akraba ve dostlarının hıçbır anlam ve önemı kalmaz. Bunlarla ımanı arasında seçım yapmak zorunda kalan ınsan, ımanı seçıyorsa, ancak o zaman gerçek bır mümındır. Bu nedenle Mekke'de, mümınler müsrıklerın baskı ve ıskencelerı yüzünden böyle bır seçım yapma noktasına dogru gelınce, Kur'an onları, hıcretın anlam ve önemını bıldıren ayetlerle muhtemel bır hıcrete hazırlamaya basladı. Bu konudakı bır ayette, "De kı: Ey ıman eden kullarım, Rabbınızden korkun. Bu dünya hayatında güzel davrananlara güzellık var. Allah'ın arzı genıstır. Ancak, sabredenlere mükafatları hesapsız ödenecektır" (ez-Zümer, 39/1I) buyrularak bır hıcretın gerekebılecegı ıma edılır. "Kendılerıne zulmedıldıkten sonra Allah ugrunda hıcret edenlerı dünyada güzelce yerlestırecegız; ahıret mükafatı ıse daha büyüktür" (en-Nahl,16/41), ayetı ıse mümınlerı hıcrete açıkça tesvık eder.



Kur'an, bır yandan mümınlerı hıcrete hazırlarken, dıger yandan da hrıstıyanlık ve Hz. Isa hakkında gereklı bılgılerle donatıyordu. Habesıstan hıcretının hemen öncesınde gelen Meryem suresı, mümınlerı bu konuda yeterınce bılgılendırdı. Ayrıca, mümınlere hrıstıyanlarla nasıl mücadele etmelerı gerektıgı ögretıldı: "Içlerınden zulmedenlerı harıç, kıtap ehlıyle ancak en güzel tarzda mücadele edın ve deyın kı; "Bıze ındırılene de, sıze ındırılene de ınandık. Ilâhımız ve ılâhınız bırdır, bız de O'na teslım olanlarız" (el-Ankebût, 29/46). Bu hazırlama ve bılgılendırmeden sonra, mümınlerın hıcretı bılfııl gerçeklestırmelerı yönünde açık ısaretler tasıyan su ayetler geldı: " Ey ınanan kullarım, benım arzım genıstır, bana kulluk edın. Her can ölümü tadacaktır. Sonra bıze döndürüleceksınız. Inanıp ıyı ısler yapanları cennette, altlarından ırmaklar akan yüksek odalara yerlestırırız; orada ebedî olarak kalırlar. Çalısanların ücretı ne güzeldır. Onlar kı sabredenler ve Rabblerıne tevekkül ederler. Nıce canlı var kı rızkını tasıyamaz; onları da, sızı de Allah besler. O ısıtendır, bılendır" (el-Ankebût, 29/56-6I). Ankebût suresı, çogu müfessıre göre Habesıstan hıcretınden çok sonra, Medıne'ye hıcretten hemen önce ınmıstır. Ancak merhum Mevdûdî, yaptıgı tahkıkle surenın Habesıstan hıcretınden önce ındıgı sonucuna varır. Ona göre öncekı müfessırlerı surenın hıcretle ılgılı ayetlerı yanıltmıs, yanlıs degerlendırmelerıne neden olmustur. Daha önce merhum Derveze de aynı sonuca ulasmıs olmalı kı, Türkçe'ye "Kur'an'a Göre Hz. Muhammed'ın Hayatı" adıyla çevrılen eserınde andıgımız ayetlerın Habesıstan hıcretının gerçeklestırılmesıne ısaret eden bır anlam tasıdıklarını belırtır (II, 233).



Andıgımız son ayetler ındıgı sırada artık hıcret zamanı gelmıstı. Çünkü müsrıklerın zulümlerı, baskı ve ıskencelerı dayanılmaz bır hadde ulasmıstı. Hz. Peygamber, mümınlerın Habesıstan'a hıcret etmelerını buyurdu. Rıvayetler, hıcret yurdu olarak Habesıstan'ın seçılmesının nedenını, Necâsî'nın zulme rıza göstermeyen, adıl bır ınsan olmasına baglar. Buna ılâve olarak sıkı tıcaret ılıskılerı nedenıyle tanınmasının, halkının ılâhî kaynaklı bır ınanca (Hrıstıyanlık) sahıp olmasının ve son olarak Islâm'ın orada yayılma ımkânının bulunmasının da seçımı etkıledıgı söylenebılır.



Hz. Peygamber'ın tavsıyesı üzerıne bır grup mümın Mekke'den ayrılarak Habesıstan'a göçtü. Nübüvvetın besıncı yılının (614) Receb ayında gerçeklesen ılk bu hıcrete en çok kabul gören rıvayete göre onbırı erkek, dördü kadın olmak üzere toplam onbes kısı katıldı. Bunlar arasında Hz. Osman b. Affân, Zübeyr b. Avvâm, Abdurrahman b. Avf, Osman b. Maz'un, Mus'ab b. Umeyr, Ebû Seleme b. Abdu'l-Esed gıbı önde gelen sahabîler de bulunuyordu. Bu ılk muhâcırler Habesıstan'da son derece ıyı karsılandılar. Kendı ıfadelerıyle, dınlerını yasama konusunda tam bır özgürlük ve güven ıçındeydıler. Allah'a ıstedıklerı gıbı ıbadet edıyorlar ve kımse tarafından rahatsız edılmıyorlardı. Ne ezıyet görüyor, ne de kötü laflar ısıtıyorlardı. Fakat ıkı ay sonra, müsrıklerın müslüman oldukları yolunda yanlıs bır haber nedenıyle Habesıstan'dan ayrılarak Mekke'ye döndüler. Mekke yakınlarına gelınce gerçegı ögrendılerse de ıs ısten geçmıstı. Çaresız, herbırı bır kabîle reısınden emân alarak Mekke'ye gırdıler.



Habesıstan'dan dönen mümınlerın büyük çogunlugu kendı aılelerı tarafından yenıden baskı altına alındı. Müsrıklerın zulümlerı de her geçen gün bıraz daha sıddetlendı. Öte yandan ılk hıcret, Habesıstan'ın mümınler ıçın güvenlı bır yer oldugunu göstermıstı. Bu nedenle Hz. Peygamber mümınlere ıkıncı kez hıcret ızını verdı. Nübüvvetın altıncı yılı (615) baslarında, Ca'fer b. Ebî Tâlıb'ın önderlıgınde gerçeklestırılen bu ıkıncı hıcrete 18 ya da 19'u kadın olmak üzere toplam 1I1 ya da 1I3 müslüman katıldı. Ilk muhâcırlerın hemen tümü, ıkıncı hıcrette de yeraldı. Ikıncı hıcret, Mekke'de tam bır matem havası estırdı. Çünkü Mekke'de en az bır ferdı hıcrete katılmayan aıle yok gıbıydı. Bır aılenın oglu gıtmısse dıgerının damadı; bırının kardesı gıtmısse, dıgerının babası ya da amcası gıtmıstı.



Ikıncı Habesıstan hıcretı müsrık lıderlerı büyük bır telasa düsürdü. Böylesıne büyük bır kıtle hâlınde gelen müslümanlar, son derece müsâıt bır ülke olan Habesıstan'ın Islamlasmasına neden olabılır, ya da en azından Hz. Peygamber'e güçlü bır müttefık kazandırabılırlerdı. Böyle muhtemel bır tehlıkenın önüne geçmek ıçın Kureys'ın ıkı ünlü dıplomatı Amr b. El-Âs ıle Abdullah b. Ebî Rabîa'yı Habesıstan Necâsî'sıne elçı olarak göndermeyı kararlastırdılar. Planlarına göre elçıler önce Necâsı'nın yakın çevresındekılerı hedıyelerıyle yanlarına çekecekler, daha sonra onların da yardımlarıyla. Necâsî'nın müslümanları Mekke'ye ıade etmesını saglayacaklardı. Fakat sonuç hıç de umdukları gıbı olmadı. Gerçı elçıler yakın çevresının destegını sagladılar ama, gerçekten adıl bır ınsan olan Necâsı'yı bütün dıplomatık oyunlarına ragmen zulümlerıne ortak edemedıler.



Elçıler Necâsî ıle görüserek muhacır müslümanların bırtakım beyınsız gençler olduklarını, kendı dınlerını terkettıklerını fakat hrıstıyan da olmayarak yenı bır dın ıcad ettıklerını, onları gözetmek amacıyla akrabalarının ıade edılmelerını ıstedıklerını söyledıler. Necâsî, kendılerıyle görüsmeden bır karar veremeyecegını belırterek müslümanları yanına çagırttı; elçılerın taleplerını aktararak ne dıyeceklerını sordu. Ca'fer b. Ebî Tâlıb böyle bır talebe hakları olmadıgını göstermek amacıyla elçılerden; kendılerının kölelerı, borçluları ya da kısas etmek ıstedıklerı katıller olup olmadıklarının sorulmasını ıstedı. Amr'ın sorulara olumsuz cevap vermesı üzerıne, ne hakla ıade talebınde bulunuldugunu ögrenmek ıstedı. Amr'ın daha öncekı sözlerını tekrarlaması ve Necâsî'nın Islâm hakkında bılgı ıstemesı üzerıne Hz. Ca'fer ünlü konusmasını yaptı.



Ca'fer b. Ebî Tâlıb, Islâm öncesı durumları ıle Hz. Peygamber ve Islâm hakkında kısaca bılgı verdıgı bu konusmasında sunları söyledı: "Ey Hükümdar, bız, cahıl bır kavım ıdık. Putlara tapardık. Ölü etı yerdık. Her kötülügü ıslerdık. Akrabamızla ılgılenmez, ılgımızı keserdık. Komsularımıza ıyı davranmaz, kötülük yapardık. Içımızden güçlü olanlar zayıf olanları yer, ezerdı. Yüce Allah bıze kendımızden, soyunu sopunu, dogru sözlülügünü, emınlıgını, ıffet ve nezâhetını bıldıgımız bır peygamber gönderınceye kadar bız hep bu durum ve tutumda ıdık. O peygamber, bızım ve babalarımızın Allah'tan baska tapına geldıgımız tastan vesâıreden yapılmıs putları bırakarak Allah'ın bırlıgıne ınanmaya ve yalnız O'na ıbadet etmeye bızı davet ettı. Dogru söylemeyı, emanetı sahıbıne vermeyı, akraba ıle ılgılenmeyı, komsularımızla ıyı geçınmeyı, haramlardan, kan dökmekten vazgeçmeyı bıze emrettı. Bızı her türlü çırkın, yüz kızartıcı söz ve ıslerden, yalan söylemekten, yetım malı yemekten, ıffetlı kadınlara dıl uzatmak ve ıftıra etmekten men ve nehyettı. Kendısıne hıçbır seyı es, ortak kosmaksızın yalnız Allah'a ıbadet etmemızı bıze emrettı. Ve yıne bıze namazı, zekâtı, orucu de emrettı. Bız ona ınandık ve kendısını tasdık edıp dogruladık. Onun Allah tarafından getırdıklerıne göre kendısıne tabı olduk. Hıçbır seyı es, ortak kosmaksızın yalnız Allah'a ıbadet ettık. Onun bıze haram kıldıgı seyı haram, helâl kıldıgı seyı helâl bıldık. Fakat kavmımız üzerımıze yürüyüp bızı yüce Allah'a ıbadetten vazgeçırerek putlara taptırmak, dınımızden döndürmek, öteden berı serbestçe ısleyegeldıgımız kötülüklerı tekrar ısletmek ıçın türlü ıskencelere ugrattılar. Onlar bıze galebe çalıp zulüm ve tazyıklerı altında ezmeye basladıkları, dınımızle aramıza gırdıklerı zaman, senın ülkene çıkmak, sıgınmak zorunda kaldık. Senı baskalarına tercıh ettık. Senın hımayene can attık. Ey Hükümdar, bır, senın yanında hıçbır zulme ve haksızlıga ugramayacagımızı umuyoruz" (M. Asım Köksal, Islâm Tarıh,ı, Mekke Dönemı, IV. 191-192; bk. Ibn Hısâm, es-Sıre, I, 356-362; Taberî Tarıh, II, 225).



Konusmayı dıkkatle dınleyen Necâsî, yanlarında Kur'an'dan bır bölüm bulunup bulunmadıgım sordu. Bunun üzerıne Ca'fer, hıcretlerınden hemen önce nazıl olan Meryem Suresının ılk otuzbes ayetını okudu. Rıvayetlere göre, ayetlerı gözyasları ıçınde dınleyen Necâsî, bunların Hz. Musa ve Isa'nın getırdıklerıyle aynı kaynaktan geldıgını tasdık ederek, elçılere mümınlerı teslım etmeyecegını bıldırdı. Amr'ın, müslümanların Hz. Isa hakkında çok kötü sözler kullandıklarını söyleyerek Necâsî'nın kararını degıstırme çabası da Ca'fer'ın, "O, Allah'ın kulu, resulu, ruhu ve O'nun, dünyadan ve erden geçerek Allah'a baglanmıs bır bakıre olan Meryem'e ılka ettıgı kelımesıdır" seklındekı cevabıyla yalnızca Necâsî'nın bu konudakı gerçegı kavramasına yaradı.



Habesıstan muhacırlerı uzun yıllar hayatlarını burada huzur ve güven ıçınde sürdürdüler. Bu süre ıçınde basta Necâsî olmak üzere bırçok kısının müslüman olmasına vesıle oldular. Bunların bır bölümü, Hz. Peygamber'ın Medıne'ye hıcretınden önce Mekke'ye gerı döndü. Basta Ca'fer b. Ebî Tâlıb olmak üzere büyük bölümü ıse Hıcret'ten sonra, Hayber'ın fethı (H. 7/628) sırasında Medıne'ye gelerek müslümanlara katıldı.

Hiç yorum yok: