31 Ocak 2011 Pazartesi

OSMANLI DEVLETİNDE HAREM-İ HUMAYUN

OSMANLIDA HAREM-İ HUMAYUN
Asırlar boyunca en güzel kadınları içinde bulunduran Osmanlı Padişahları’ nın haremleri... Harem–i hümâyûn: duvarlarla çevrili; dünyanın en güzel kadınlarının padişahın gönlünü almak için birbiri ile yarıştığı, en büyük dedikodu ve entrikaların döndüğü, en acımasız cinayetlerin işlendiği bir "Altın Kafes"...
Bu ve benzeri tanımlamaların çoğu, Harem'i bir kez dahi görmemiş Avrupalılara aitti. Avrupalılar için Harem, esrarengiz, her zaman ilgi uyandıran ve hayalleri süsleyen bir yerdi. Üst düzey Osmanlı devlet görevlilerinin bile giremediği Harem'i Avrupalılar'ın görmesiyse hayal dahi edilemezdi. Buna rağmen, Harem'in işleyişi ile ilgili hayaller kuran Avrupalılar, Harem'le ilgili pek çok yanlış bilgiyi içeren yazıları da kaleme aldılar.
Peki harem nedir?
Harem sözlükte korunan, mukaddes ve muhterem yer anlamına gelir. Ev, konak ve saraylarda genellikle iç avluya bakacak bir şekilde planlanan, kadınların yabancı erkeklerle karşılaşmadan rahatça günlük hayatlarını sürdürdükleri kısımdır. Burada yaşayan kadınlara da harem deniyor olması, İslamiyet'in bu bölümlere, özellikle hane kadınlarıyla belirli bir kan bağı dışında kalan erkeklerin girişini yasaklamasından kaynaklanır.
Osmanlı'daysa harem, padişahın ailesi anlamına geliyordu. Haremin kendi içinde belirlenmiş kuralları vardı ve bunu padişah dahi bozamıyordu. Cariyelerin nasıl alınacağı ve onların hangi eğitimlerden geçeceği kurallarla sabitti. Her kadın yetenekli olduğu alanda uzmanlaşıyor, din eğitimi alıyor; musiki, hat ve tezhip gibi sanatları öğreniyordu. Her yaştan kadına açıktı. Genç kızlar da, yaşı 60'ın üzerinde olanlar da vardı haremde. Sanılanın aksine harem kadınları yaşamdan kendilerini soyutlamıyordu. Akıllı ve zeki olanlar valide sultan bile olup, ülke yönetiminde söz hakkı kazanıyordu. Hürrem Sultan, Kösem Sultan gibi Osmanlı tarihine damgasını vuran, taht kavgaları yapan kadınlar da haremde yetişmişti. 
Peki saray’daki cariyelerin hepsi Padişahların hanımları mıydı? Yoksa görevleri nelerdi?
Harem-i hümâyûnda pâdişâh, pâdişâh zevceleri, çocukları, hânedân üyelerinden bâzı akrabâları ve bunların yanında yüzlerce görevli yaşamaktaydı. 
Osmanlı padişahları, harem dairesinde istihdam ettirdikleri veya aile hayatı yaşadıkları cariyelerle islamiyetin hükümlerine aynen uymuşlardır. Nasıl devşirilen erkekler, Enderun Mektebinde terbiye edilerek Osmanlı devleti’nin askeri ve idari üst makamlarına yükselme imkanı elde etmişlerse, Harem Mektebine alınan cariyelerde zekalarına, ahlaklarına ve güzelliklerine göre önce haremin hizmetçisi statüsündeki grubu olan cariye, kalfa ve ustalar makamlarına ve sonra da Padişahlar tarafından seçilmeleri halinde ki bu seçim padişahın anneleri tarfından oluyor, padişah ise sadece kararı veriyordu, Padişah ile karı-koca hayatı yaşayan gözde, ikbal ve Kadın Efendi ve neticede Valide Sultan payelerine kadar yükselme imkanları vardı. O halde Harem Mektebinde yetişen cariyeleri iki gruba ayırabiliriz; 
Birinci grub, asıl haremin ve padişah ailesinin hizmetini gören cariyeler: Haremde bazen sayıları 400-500’ e ulaşan cariyelerin % 90’ ı bu gruba girer. Bunların Padişah ve ailesinin hizmetlerini görme dışında padişahla aile hayatı yaşamaları mevzubahis değildir.Bunlar kendi aralarında seviyelerine göre 1-Acemiler, 2-Cariyeler, 3-Kalfalar, 4-Ustalar olmak üzere 4 gruba ayrılılardı.Bunlar günümüzde bir çok insanın evlerinde paralı çalışan hizmetçiler statüsünde idi, Ama bekar olduklarından her an padişahın annnelerince seçilip 2. gruba girme imkanları vardı.Ayrıca bunlar istedikleri herhangi biriyle de evlenebiliyorlardı, böylece evlendirilip haremden çıkarılıyorlardı. 
İkinci grub, ise padişahın ailesi idi ki padişah asla 4 kadından fazlası ile aile hayatı yaşamamış, zaman zaman boşadıkları olmuşsa da padişahlar içinde 8 den fazla kadınla aile hayatı yaşayanı çıkmamıştır.Ama biraz evvel de dediğim gibi padişahın aynı anda nikahlı bulunduğu yani aile hayatı yaşadığı kadın sayısı dörttü. 
Sultanlar da ikinci gruba dahildi: Osmanlıların ilk devirlerinde, pâdişâh kızlarına Selçuklularda olduğu gibi, “hâtun” deniliyordu. Fâtih devrinden sonra sultan denildi. Erkek evlâda sultan tâbiri isimden önce söylendiği hâlde, kızlarda, isimden sonra söyleniyordu. Ayşe Sultan, Fatma Sultan gibi. Sultan tâbiri yalnız olarak söylendiğinde de kız evlâd anlaşılmaktaydı. 
Sultanlar doğar doğmaz kendisine bir dâire ayrılır, emrine dadı, sütnine, kalfa ve câriyeler verilirdi. Çocuğun eğitimiyle kendi anneleri, dadı ve kalfaları uğraşırdı. Sultanlar okuma çağına gelince, derse merâsimle başlarlardı. Ekseriyetle merâsimlere pâdişâh da katılır ve “Besmele”yi bizzât kendisi çektirirdi. Bundan sonra husûsî hocalar tarafından okutulurlardı. Sultanların Kur’ân-ı kerîmi doğru okumaları husûsunda titizlikle durulurdu. Sultanlara Kur’ân-ı kerîmden sonra lüzumlu din ve dünyâ bilgileri de öğretilirdi.
Osmanlı hareminin en yüksek makâmı vâlide sultanlıktı. Dolayısıyla haremin fahrî başı pâdişâhın annesiydi. Haremde en geniş dâire de vâlide sultanınkiydi. Vâlide sultanın geniş bir hizmetçi kadrosu vardı. Bütün kadınlar, sultanlar, ustalar ve câriyeler kendisinden çekinirler ve sayarlardı. Haremdeki bütün işler onun emriyle yapılırdı. 
Haremde vâlide sultandan sonra söz sâhibi kadın efendiydi. Osmanlı pâdişâhlarının hanımlarına kadın, kadın efendi denilirdi. Pâdişâhın ilk hanımına başkadın denirdi. Başkadın diğerlerine göre üstündü. Dâiresinde hizmet eden câriyeler ve kalfaları diğerlerinden fazla olurdu. 
Bunların dışında haremde çalışan erkek personel de mevcuttu.Bunlardan bahsedersek eğer:

Osmanlı haremine alınan hadım erkek hizmetçiler iki gruba ayrılmaktaydı:

Birincisi; Ak Hadımlardır. İslâm hukukunda erkeklerin hadım edilmesi yasaklandığından dolayı, Osmanlı Devleti’nin genişleme yıllarında, İstanbul’a çok sayıda Macarlar’dan, Almanlar’dan ve Slavlar’dan esir getiriliyordu. İlk ak hadımlar bunlar arasından temin ediliyordu. Daha sonraları Gürcü, Ermeni ve Çerkezler’den hadım olanlar satın alınarak temin edilmeye başlandı. Osmanlı hareminde istihdam edilen bu ak hadımlara ak ağalar adı verilmekteydi. Ak ağaların en önemli görevi, Padişahın şahsi dâireleri ile harem dairesini korumak ve gerekli hizmetleri görmekti. 

İkincisi; Siyah Hadımlardır teminindeki güçlük, hadım edilmelerinin zorluğu ve dayanıksız olmaları sebebiyle, özellikle III. Murad zamanında Osmanlı Hareminde ak hadımların yerini zenci olan siyah hadımlar alınmaya başlandı. Bunun üzerine esir tüccarları, Mısır, Habeşistan ve Orta Afrika’ya kadar giderler, türlü yollarla elde ettikleri zenci çocuklarını hadım ettirdikten sonra başta Mısır ve Beyrut olmak üzere Akdeniz limanlarında satarlardı. 

Bu yollarla Harem’e alınan zenci hadımlardan bir ocak kuruldu ve adına da ağalar ocağı dendi. Ağalar ocağına alınan zenci çocukları, kendilerinden daha büyük hadım ağalarınca yetiştirilirdi. Bunlara Türkçe öğretilir ve güzel isimler takılırdı. Sarayın ve haremin âdâbı öğretilirdi. Harem de bir okuldu. Belli bir yaşa kadar eğitilen ve eğitimlerini tamamlayan hadımlar, daha sonra Harem’deki hizmetlere tevzi edilirlerdi. 
Peki neden cariye usülü evlilik?
Başlangıcından îtibâren pâdişâhların evlilikleri husûsiyet arz eder. İlk Osmanlı pâdişâhları, 16. asır başlarına kadar, etrâfındaki Anadolu beylerinin, Bizans İmparatorunun, Sırp ve Bulgar krallarının kızlariyle evlendiler. Bunlarla evlenmeleri hissî olmayıp, akrabâlık yoluyla kuvvetlenmek veya mîras yoluyla toprak elde etmek gibi siyâsî maksatlıydı. 
Bunlardan başka pâdişâhlar, tanınmış ve asîl bir âilenin kızıyla evlenme imkânları olduğu hâlde, bâzı mahzurlarından dolayı bu evliliği tercih etmemişlerdir. Pâdişâhın annesi veya zevcesi tarafından İstanbul’da veya taşrada akrabâsının bulunması mahzurluydu. Zamanla ana tarafından akrabâlar saraya dolacak, şahsî ve siyâsî birtakım isteklerde bulunacaklar, arzûları yerine getirilmeyenler, pâdişâh ile akrabâlığına güvenerek birtakım entrikalara teşebbüs edecekler, netîcede, o devir Avrupa devletlerinde olduğu gibi, kanlı hâdiseler yüzünden devlet güvenliği sarsılabilecekti. 
Padişahın eşi olmak dışında,hareme girip, eğitilip, iyi evlilikle dışarı çıkanlar vardı. Nihayet sıradan adamlarla evlendirilenler de olurdu; bunların da bir devlet veya vakıf görevlisi olması gerekirdi. Ama kısmeti çıkmayan, orada kalan hizmetliler de vardı. Bunlar bazen yüksek rütbeye ulaşır (haznedar usta gibi), bazısı ise basit işlerde, hatta temizlik işlerinde çalışırdı. Kızlar musiki, raks, ince sanatlar ve Türkçe öğrenirdi. Mutlaka saray protokolü, etiketi ve adabı öğrenirlerdi. Dini bilgiler, ama daha çok usul adap dersi, verilerek saraydan çıkarılıp evlenen bir hanım bu nedenle oturduğu semtte "saraylı hanım" olarak bilinir; görgü ve davranışlarıyla etrafta saygı görürdü.

Hiç yorum yok: