15 Aralık 2009 Salı

Klasik Türk Müziği


Klasik anlamda Türk müziği, daha önceki çeşitli İslam müziklerinin oluşturduğu zengin birikime dayanan Osmanlı müzikçilerin ürü­nü olan makamsal müziktir.
Makam, ayrıcalıklı birkaç sesin çevresinde, "seyir" denen ve sesler arasındaki ilişkiyi belirleyen kurallara göre melodinin biçimlen­diği çerçevedir. Türk müziğindeki çalgılar gibi, makamlar ve beste türleri de pek çok Ortadoğu ülkesinin ortak malıdır. Ama bun­ların adları gibi, içerik ve kullanılış biçimleri de çoğunlukla farklıdır. Çeşitli metinlerde 600'ü aşkın makam adına rastlanırsa da, bunların ancak 200 kadarının örnekleri günü­müze ulaşabilmiştir. Bugün ise ancak 40-50'si yaygın olarak kullanılmaktadır. Makamlar arasında gerçekten apayrı bir anlatım gücü taşıyanların bazıları şunlardır: Hicaz, uşşak, rast, buselik, karcığar, kürdi, hüseyni, mu­hayyer, mahur, hicazkâr, şehnaz, suzinak, suzidil, evcârâ, evç, neva, saba, bestenigâr, dügâh, sultaniyegâh, segah, hüzzam, niha-vend, kürdilihicazkâr, nikriz, hisarbuselik, acemaşiran, ferahfeza, ırak.
Her melodi ya da motif bir makamın seslerini ve öteki özelliklerini kullanır. Ama Türk müziğinde, doğaçlamalar dışında, yal­nızca bestelenmiş yapıtların biçimlenişine kat­kıda bulunan ve "usul" denen bir öğe daha vardır. Usuller, çeşitli uzunluktaki kuvvetli ve zayıf vuruşların belli bir düzen içinde sıralan­masıyla ortaya çıkan birer ritim kalıbıdır. Usul, yapıtın başından sonuna kadar aynı kalır. Çeşitli Türkçe metinlerde 100'ün üze­rinde usul adı geçer. Ama ancak 80 kadarının örneği günümüze ulaşabilmiştir. Bunlardan sıkça kullanılan bazılarının içerdikleri zaman birimi sayısı şöyledir: Semai (3), sofyan (4), türkaksağı (5), yürüksemai [6], devrihindi (7), düyek [8], aksak (9), curcuna (10), aksaksemai (10), lenk fahte (10), Mevlevi devrirevanı (14), fahte (20), çenber (24), devrikebir (28), muhammes (32), hafif (32).
Bir yapıtın künyesini, kullanılan makamın ve ölçüldüğü usulün adları dışında, örneği olduğu beste türünün (ya da "formun") adı da belirler.
Dindışı Türk müziği,

Söz müziği
Çalgı müziği
olmak üzere ikiye ayrılır. Söz müziği yapıtları sayıca daha çoktur. Söz müziğindeki türler de,

Büyük türler
Küçük türler
diye iki grupta toplanır. Kısaca tanımlamak gerekir­se, büyük türler daha uzun ve daha sanatlıdır.

Başlıca büyük türler şunlardır:

Kârınâtık. Daha çok makam ve usulleri öğretmek amacına yönelik olan bu türden yapıtların güftelerinin her dize ya da beytinde bir makamın, bazı kârınâtıklarda aynı zaman­da bir usulün adı geçer; o dize ya da beyit adı geçen makamda ve usulle bestelenir.
Kâr. Genellikle daha uzun olur; bestecinin tüm hünerlerini ortaya koyduğu, birden çok usulün ve makamın kullanıldığı, güftenin başına ve arasına "terennüm" denen, daha kıvrak melodilerle bestelenmiş söz ve hecele­rin eklendiği yapıtlardır.
Beste. Genellikle dört dizeli bir güfte üzeri­ne, kârlar gibi ağdalı bir üslupla bestelenen yapıtlardır. Bunların birinci, ikinci ve dördün­cü dizeleri aynı melodiyle okunur, üçüncü dize ayrı bir makamda bestelenir ve meyan adını taşır. Her dizeden sonra terennüm yinelenir.
Ağırsemai. Ya aksaksemai ya da senginse-mai usulüyle ölçülen bu türden yapıtlar da genellikle dört dizeli bir güfte üzerine bestele­nir. Birinci ve ikinci dizeleri, aralarına teren­nüm girmeden, apayrı melodilerle bestelenen ağırsemailer, nakış olarak nitelenirler. Ağır-semailerde de, bestelerde olduğu gibi teren­nüm dizelerden sonra yinelenir.
Yürüksemai. Yürüksemai usulüyle ölçülen, çoğunlukla dört dizeli bir güfte üzerine beste­lenen ve daha süratli olarak okunan bu türden yapıtlar biçim bakımından ağırsemailere ben­zer. Bu türün de nakış olanları vardır.


Küçük türlerin başlıcaları da şunlardır:
Şarkı. Güftelerinin dize sayısına göre yapı­lanan bu türdeki yapıtlar, beste ve semailere oranla, çoğunlukla daha yalın ve kısadır. 19. yüzyılda Hacı Arif Bey'in doruğa ulaştırdığı şarkı türü ondan sonraki dönemin en önemli formu durumuna gelmiştir.
Köçekçe. Erkek dansçıların danslarına eşlik eden, canlı ve kıvrak melodilerle örülmüş ve sazların çaldığı aranağmelerle birbirine bağla­nan sözlü bölümlerden oluşur.
Fantezi. 20. yüzyılda ortaya çıkan, serbest yapıda, çoğunlukla birkaç bölümlü, her bölü­mü başka bir tempo ya da ayrı bir usulle bes­telenmiş sözlü yapıttır.

Dindışı çalgı müziğinde başlıca üç tür var­dır. En büyük ve en önemli tür peşrev'dir. Hane denen dört ya da beş bölümden ve her haneden sonra yinelenen teslim bölümünden oluşan peşrev özellikle 19. ve 20. yüzyıllarda çok gelişmiştir. Baştan sona aynı usulle beste-lenmiştir. Çalgı müziğinin ikinci önemli türü de saz semaisi'dir. Çoğunlukla dört hane ve bir teslimden oluşan saz semailerinin ilk üç hane­si ile teslimi, aksaksemai usulüyle ölçülmüş­tür. Çok ender olarak senginsemai ya da yürüksemai usulleri de kullanılmıştır. Dör­düncü hanede ise ilk üç hanedekinden farklı olarak semai, yürüksemai ve senginsemai başta olmak üzere, çok çeşitli usuller kullanıl­mıştır. Tanburi Cemil Bey'in katkılarıyla da gelişen bu tür 20. yüzyılda, özellikle Refik Fersan tarafından, neredeyse bağımsız bir konser parçasına dönüştürüldü. Çalgı müzi­ğindeki üçüncü tür ise sirto, longa, mandra, kasap havası, çiftetelli gibi çeşitli danslara eşlik eden ve daha çok 19. yüzyılda gelişen çalgı yapıtlarını kapsayan oyun havası tü­rüdür.
Tüm bu sözlü ve sözsüz yapıtların, belli bir düzen içinde peş peşe icra edilmesi "fasıl" denilen diziyi oluşturur. Bir fasılda, tümü de aynı makamdan olmak üzere, sırayla şu türle­rin birkaçından yapıtlar seslendirilir: Kâr (varsa), birinci ve ikinci beste, ağırsemai, ağırdan yürük tempoya doğru sıralanan ve birbirlerine aranağmelerle bağlanabilen bir­çok şarkı, yürüksemai, saz semaisi ya da oyun havası. Başta peşrev, arada da taksimler yer alabilir. Taksim bir çalgının solosudur ve dindışı Türk müziğindeki en önemli doğaçla­ma türlerinden biridir (öbür önemli doğaçla­ma ise bir ses sanatçısının, bir şiiri doğaçtan ezgilerle, yani içinden geldiği gibi okuması demek olan gazel'dir).
Türk müziğinin çok gelişmiş bir kolu da, din-tasavvuf müziğidir. Gerçekte bu kolu, cami müziği ve tekke müziği olmak üzere iki alt başlık altında incelemek gerekir. Çünkü her ikisinin de kendine özgü kuralları ve türleri bulunur. Ama, başta ilahiler olmak üzere, her iki alt kolda da önem taşıyan ortak türler ve ortak yapıtlar vardır. Cami müziği, doğaçlamanın ağır bastığı, hemen hemen hiçbir çalgının kullanılmadığı, çoğu zaman tek bir kişinin kutsal bir metni okumasına dayalı­dır. Bu metin Kuran'dan bir bölüm ise, okuyanın yaptığına "tilavet" ya da "kıraat"; Süleyman Çelebi'nin Vesiletü'n-Necât'mdan bir bölüm ise yapılan müzik mevlittir.
Tekke müziği, cami müziği gibi söze ve insan sesine dayalı olmakla birlikte, doğaçla­manın yanı sıra bestelenmiş yapıtların da önemli yer tuttuğu ve insan sesinin yanı sıra çalgıların çok kullanıldığı bir müziktir. Tilavet ya da kıraat tekke müziğinin de başlıca doğaçlama türüdür. Peygamberi öven şiirlerin doğaçtan müziklenmesi demek olan kaside, dindışı müzikteki gazelin karşılığıdır. Tekke müziğindeki en büyük yapıtlar, Mevleviler'in "ayin-i şerif" adını verdikleri uzun ve çok sanatlı yapıtlardır. Mevleviler'in sema ayini sırasında mutrib denen ses ve saz sanatçıları topluluğu tarafından seslendirilen ayin-i şerif, selâm denilen dört bölümden oluşur. Başta peşrev, selamların aralarında saz terennümle­ri ve sonda son peşrev-son yürüksemai çalınır. Ayin-i şeriflerin çoğunun güftesi, Mevlana' mn Mesnevi'sinden alınmıştır. Birkaçında Türkçe ya da Arapça şiirlere rastlanır. Mevle­vi müziğinin başlıca çalgıları, ney, rebap, kudüm ve haliledir. Sonradan bunlara tanbur, kanun, kemence ve ud da eklenmiştir. Müzik, Mevlevilik'ten sonra en çok Bektaşi, Halveti, Rıfai ve Cerrahi tarikat ve tekkelerinde önem kazanmıştır. Bunlarda, ortak ya da özel ilahi­ler, duraklar (dinsel törene ara verildiğinde okunan, doğaçlamaya benzer sanatlı yapıt­lar), tevşihler (dindışı müzikteki besteleri andıran ağdalı ve sanatlı ilahiler), şugller (Arapça güfteli ilahiler), teşbihler (daha çok "sübhanallah" sözcüğünün tekdüze bir ezgiy­le yinelenmesine dayalı dualar), savtlar (bir­kaç dizelik bir güftenin tekdüze bir ezgiyle yinelenmesine dayanan ve zikir sırasında oku­nan dualar) okunur. Bektaşiler'in, genellikle yalın bir ezgisi ve halk şiiri üslûbunda güftesi olan ilahilerine nefes denmiştir. Mevlevilik dışındaki tarikatların müziğinde en önemli çalgı, büyük çaplı zilsiz bir tef olan bendir ya da mazhardır. Bektaşiler'ce çöğür, mey gibi halk çalgıları da kullanılmıştır.

Türk müziği, insan sesine dayalı bir müzik olduğundan, çalgı yapıtlarında da insanın ses alanı dışına pek çıkılmamıştır. Çalgıların işle­vi, daha çok insan sesine eşlik etmek, onu desteklemek olarak görüldüğünden, bunların ses alanlarını genişletmek için çaba harcan­mamıştır. Yapı olarak daha çoğuna elverişli olsalar bile, çalgıların iki ya da 2,5 oktavlık ses alanlarıyla yetinilmiştir. Öte yandan, bu çalgıların teknik açıdan virtüözlük olanakları­nın artırılması yoluna da gidilmemiştir. Kulla­nılan çalgılar neredeyse 100 yılda bir tümüyle değişmiştir. Sözgelimi III. Selim dönemin­den (1789-1808) önce, zurna, çenk, ney, ku­düm, halile, musikar (bir tür panflüt), çö­ğür, rebap gibi çalgılar tutulurdu. Daha sonra ise santur, keman, kemence, kanun ve lavta­nın yıldızı parladı. Günümüzde klarnet ve viyolonsel de aranan çalgılar arasına girmiştir. Bazı çalgılar ise bugün tümden unutulmuştur. Sözgelimi, artık çenk, rebap, musikar, santur, sinekemanı, girift (çok küçük bir tür ney) ve lavta gibi çalgılar geçmişte kalmıştır. Günü­müzde kullanılan başlıca çalgılar şunlardır: Tanbur, ney, kemence, ud, kanun, keman, viyolonsel, klarnet, kudüm, darbuka, bendir ve halile. Bunlardan doğu kökenli olan ka­nun, ud, ney, darbuka, kudüm ve bendir birçok Ortadoğu ve İslam ülkesinde de kulla­nılır. Tanbur ve kemence köken olarak birer Türk çalgısı sayılamaz, ama bugün yalnızca Türkler'in klasik müziğinde kullanılırlar.
kaynak

MsXLabs.org & Temel Britannica

Hiç yorum yok: