11 Şubat 2009 Çarşamba

ÖĞRETMENLER GÜNÜ(TİYATRO)

ÖĞRETMENLER GÜNÜ



OYNAYANLAR
MURAT…………………………. Ortaokul öğrencisi
CEZMİ…………………………… Ortaokul Öğrencisi
FEZA…………………………….. Ortaokul Öğrencisi
AYŞE……………………………. Ortaokul Öğrencisi





OYUN YERİ VE MALZEME
BİR OKUL BAHÇESİNDE HER HANGİ BİR KÖŞE


ÖĞRETMENLER GÜNÜ
Sahne l
"Murat ile Cezmi bahçe duvarının kenarında, ayaktadırlar."
MURAT — Seni üzgün görüyorum. Ne düşünüyorsun?
CEZMİ — Yaramı deşme şimdi.
MURAT — Belki yardımım dokunur. Söyle haydi.
CEZMİ  Yardımın mı? Sanmam.
MURAT — Sen anlat bakalım. Elbette bizim de bir düşüncemiz olabilir.
CEZMİ — Neden bunun üzerinde duruyorsun, anlamıyorum. Üzgünüm, evet. Ama geçer.
MURAT — Sen bilirsin. Arkadaşlar arasında saklı bir şeyler olmaz bilirdim. Demek yanılmışım. CEZMİ — Peki, peki, anlatacağım.
MURAT Bak şimdi uslu çocuğa benzedin.
CEZMİ — Alay edeceksen anlatmayayım.
MURAT  Sen şakadan anlamaz mısın? Haydi anlat. (Cezmi yere oturur. Ayaklarını uzatır.)
CEZMİ — Biliyorsun bu yıl benim aynı sınıfta ikinci yılım. Tarih dersinden kırığım var. Eğer bu yıl da sınıfta kalırsam kovulurum. Babam beni evden ko¬var.
MURAT— Bunu biliyorsun. O halde sen de çalış.
CEZMİ — Çalışabilsem iyi. Ama Tarih konulan aklıma girmiyor. Hemen unu¬tuyorum.
MURAT — Peki, benden nasıl bir yardım istiyorsun?
CEZMİ — Son yazılı yoklama kâğıdımı, öğretmen görmeden değiştireceğim.
MURAT — Değiştirecek misin?
CEZMİ — Evet, sorulan biliyorum. Kitaptan doğrularını yazıp ötekinin yerine koyacağım.
MURAT — Sen şaşırdın galiba. Bunu yaptığını farz edelim. Öğretmen farkına varmayacak mı?
CEZMİ — Varmaz. Yetmiş kişilik sınıf. Nereden anlayacak?
MURAT  Ya yakalanırsan?Bu senin sonun demektir.
CEZMİ — Sınıfta kalırsam da sonum olmayacak mı?
MURAT— Elinde bir şans var. Çalışıp kazanmak, başarılı olmak. Neden bu yolu denemiyorsun?
CEZMİ  Tarih konulan aklımda kalmıyor, anlamadın mı? Unutuyorum.
MURAT — Ben neden unutmuyorum? Seninki boş söz. İstersen unutmazsın.
CEZMİ — Bana yardım edecek misin, etmeyecek misin?
MURAT — Benden istediğin nedir?
CEZMİ — Ben öğretmeni sınıftan dışarı çağıracağım. Sen gizlice sınıfa girip kâğıdı değiştireceksin.
MURAT — Ben? Ben kâğıdı değiştireceğim, öyle mi? Sen aklını kaybetmiş¬sin.
CEZMİ — Yani yapamayacağını söylemek istiyorsun.
MURAT  Tam üstüne bastın. Yapamayacağım.
CEZMİ — Ben de seni arkadaş bilirdim.
MURAT  Yine öyle bil. İyi arkadaş seni tehlikeye atmayan kişidir. Seni kötü sonlardan korumak istiyorum. Bunun için bu düşüncene katılmıyorum.
CEZMİ — Aklına başka çıkar yol geliyor mu?
MURAT — Otur, aç kitabı, oku.
CEZMİ — İyi ama verdiğim boş yazılı kâğıdım ne olacak? Sıfır alacağım. Bu¬nu düzeltmeme imkan yok artık.
MURAT — Öğretmenle konuşsan.
CEZMİ — Ne söyleyeceğim?
MURAT — Anlat durumunu. Dinler seni. Belki de sana nasıl davranacağını anlatır. Kısa konulardan sınav yapar. Ne bileyim, her halde bir yol bulur çalış¬man için.
CEZMİ — Hayır, aklıma koydum. Kâğıdımı değiştirmekten başka çarem yok. Sonuca katlanacağım.
MURAT — Farzet ki kağıdın on aldı. Sonra? Başka yoklama olmayacak mı? Derse kalkıp sözlü olarak yoklanmayacak mısın? Bu on numarayı nasıl aldığı¬nı sormayacak mı? Ne diyeceksin? CEZMİ — Ben bir on alayım, yeter. Ortalama beş olur.
MURAT  Kendini kandırma. Bu yol çıkar yol değil.
CEZMİ — Öyle ise unut yardım istediğimi.
MURAT — Korkma. Kimseye söylemem. Ama böyle bir suça da âlet olmam. Kusura bakma.
"Feza girer.”
Sahne 2
FEZA — Ne konuşuyorsunuz?
MURAT — Öteden beriden. Ne olacak?
FEZA — Cezmi'nin neden suratı asık? Bir şey mi oldu?
CEZMİ  Yok bir şey. Can sıkıntısı, o kadar.
FEZA — Canın bir şeye sıkılmış, belli. Anlatmayacak mısın?
"Murat ile Cezmi birbirine bakar."
CEZMİ — Önemli değil. Anlatmaya değmez.
MURAT — Öğrencilik yaşamında her şey olur. Bazan yazılıdan kırık not alı¬nabilir. Bu demek değildir ki dünyanın sonudur.
FEZA — Tarih dersinden mi söz ediyordunuz yoksa?
"Murat ile Cezmi susarlar."
Anlıyorum. Ben de boş verdim kâğıdımı. Baksanıza, üzülüyor mu¬yum? Daha çok yoklama olacağız. Düzeltmek elimde. Bir sıkı çalıştımmı en iyi notlan alırım. Bu kadar basit.
MURAT  Ben de öyle söylüyorum. Ama dinlemiyor.
CEZMİ — Madem açıldı, söyleyeyim. Ben o yazılı kâğıdımı değiştirip yerine doğru yanıtlanmış kâğıdı koyacağım.
FEZA — Olur mu dersin? Yapabilir misin?
CEZMİ — Denemeye değer sanırım.
MURAT Yanılıyorsunuz. Böyle başarı olmaz.
FEZA — Peki, bu işi nasıl başaracağını sanıyorsun?
CEZMİ — Biliyorsunuz, öğretmenimiz kâğıtları sınıfta, teneffüslerde inceler. Belki de şimdi yine oradadır. Kapıyı vurup gireceğim. Kâğıtları inceleyip ince¬lemediğine bakarım. Bu arada Tarihten bir konuyu anlamadığımı söylerim. Onun hana anlatmasını isterim. Bu yeter bana. Çıkarım. O zaman birine gerek¬sinmem olacak.
FEZA — Neden?
CEZMİ — Bayılıp düşecek birine. Numaradan tabii. Koşup haber vereceğim.
Hemen öğretmen dışarı çıkacak. Ben de o arada kâğıdımı değiştireceğim. Bu
kadar basit.
MURAT — O bayılan kişi ne olacak?
CEZMİ — Ben de arkadan gelip revire kaldırmasına yardım edeceğim.
MURAT — Demek deminden beri benden bu yardımı istemeye çalışıyordun.
Şimdi anlıyorum.
CEZMİ — Zor bir iş olmasa gerek.
FEZA — Ya öğretmen bayılanın yalandan bayıldığını anlarsa?
CEZMİ — Nasıl anlasın? Yüzüne azıcık san tebeşir boyası sürmesi yetecek.
Revirde de numara yapmak zor bir şey mi? Bakarsın hemen iyileşiverir.
MURAT -- Böyle bir şeye âlet olamam.
FEZA — Ama düşün ki bir arkadaşının sınıf geçmesini sağlamış olacaksın.
CEZMİ — Ben de bunu anlatmak istiyordum.
MURAT — Buna siz sınıf geçmek mi dersiniz? Bu bir sahtekârlıktan başka bir
şey değildir.
CEZMİ — Ben sınıf geçeyim de ne olursa olsun.
FEZA — Uzatma işi. Cezmi haklı. Onun derdi ikinci yıl da sınıfta kalmamak,anladın mı?
"Ayşe girer."
Sahne 3
AYŞE — Duydunuz mu?
CEZMİ — Neyi duyduk mu?
AYŞE — Yarın okulumuzda bir tören var.
MURAT — Tören mi? Ne töreni?
AYŞE — Yarın 24 Kasım. Anlamadınız mı?
CEZMİ — 24 Kasımda ne olmuş?
FEZA — Yarın öğretmenler günü.
CEZMİ — Öğretmenler günü mü kutlanacak?
AYŞE — Evet... Öğretmenlerimizin günü kutlanacak. İçimizden birinin konuş¬ması gerekiyormuş. MURAT Bunu kimden duydun.
AYŞE — Öğretmenimizden. Biraz önce onunla konuşuyordum. Dahası var.
FEZA — Dahası da ne demek?
MURAT — Haydi çabuk anlat Ayşe.
AYŞE — Bu günün şerefine iyi gitmeyen Tarih sınavını yapmamış sayacak.
CEZMİ — Ne diyorsun? Yaşadık desene.
FEZA — Şu işe bak.
MURAT — Şans diye buna derim.
AYŞE — Bir şey daha ekleyeyim mi?
MURAT — Umarım bu da onun kadar güzel haberdir.
AYŞE — Bu haber Cezmi'yi ilgilendiriyor.
CEZMİ — Beni mi? Boş kağıdım için beni çağırmış olmasın?
AYŞE — Hayır. Onun için değil.
FEZA — Ya ne için çağırıyor?
AYŞE — Yarınki törende, yani öğretmenler gününde çocuklar adına konuşma¬yı Cezmi yapacak. MURAT — Cezmi mi?
CEZMİ — İnanmam.
FEZA — Şu işe bakın.
AYŞE — Neden şaştınız? Sınıfta edebiyat bilgisi en iyi onun. En güzel o konu¬şur. Bakmayın tarih dersini sevmez ama, şiirlerini de biliyoruz.
CEZMÎ — Yoksa bunu öğretmene sen mi söyledin?
AYŞE — Ben mi söyledim? Bunu da nereden çıkardın? Öğretmen söyledi bun¬ları.
CEZMİ — Gerçekten mi? inanamıyorum.
MURAT — Gördün mü? Sen aklından neleri geçiriyorsun? Öğretmen senin için ne güzel şeyler düşünüyor.
FEZA — Böyle bir öğretmen az bulunur.
AYŞE — Size katılıyorum. Öğretmenimizin elleri öpülecek öğretmen.
FEZA — Peki yarınki tören için bizim katkımız ne olabilir?
MURAT — Evet, bizim de bir şeyler yapmamız gerekmez mi?
CEZMİ — Ben bir şiir yazarım.
AYŞE — Ben de öğretmenimize bir demet gül getiririm.
MURAT — Sınıf arkadaşlarından para toplar, öğretmenimize bir güzel dolma¬kalem armağan ederiz.
FEZA — Bizim sınıfta güzel gitar çalan Seyfı'den bir konser vermesini isteriz.
AYŞE — Neden onun yanında bir sınıf korosunun konserini sunmuyoruz?
MURAT  Yarına kadar bütün bunlar nasıl olacak?
CEZMİ — Benim şiirim hazır demektir.
AYŞE — Ben de gülleri getirebilirim.
MURAT — Şimdi gider Seyfi'yi bulur, konser için hazırlanmasını isterim.
FEZA — Bana da koroyu toplamak kalıyor. Biz zaten hazırız demektir. Çünkü son provamızı dün yapmıştık.
AYŞE — Neden öğretmenler günü için bir skeç yapmıyoruz?
MURAT — Skeç mi? Onu nereden bulacağız?
AYŞE — Müzik öğretmenimizden isteriz. Biliyorsunuz Semahat öğretmen iyi bir müzisyen ve iyi bir yazardır.
FEZA — Müzikli bir oyun mu demek istiyorsun?
AYŞE — Bak, bu daha iyi. Belki Semahat öğretmen için bu çok kolay olabilir.
CEZMİ — Sen neden gidip konuşmuyorsun?
AYŞE — Bu isi bana bırakın. Ben gidip bu gece konuşurum. Yarın üç kişilik küçük bir müzikli oyunu sahneye bile koyabilir.
MURAT --Bu mümkün mü? Bir gecede bütün bunlar nasıl olabilir?
AYŞE — Bizden istemesi. Mümkün olamazsa sağlık olsun. Biz bir kere isteye¬lim.
MURAT — Okulda yapılacak tören programı nasıl acaba?
AYŞE — O program saat onda başlayacak. Bizim kutlama programımız da ak¬şam, salonda olur. Ne dersiniz?
CEZMİ — Bak bu güzel fikir. Bizim programımız akşam olabilir.
MURAT — Haydi bakalım herkes iş başına. Şimdi özetlersek: Ayşe, sen müzik öğretmeni ile görüşüp küçük müzikli oyunu sağlayacaksın. Ayrıca yarın öğret¬menimize sunulacak gülleri getireceksin. Sen Cezmi, öğretmenimiz için bir şiir yazacak ve okuyacaksın. Sen Feza, Seyfi'den bir gitar konseri yapması için yardım m isteyeceksin. Ben de koroyu toplamaya çalışacağım.
AYŞE — Güzel. Aklımıza başka bir şey gelirse yine bir araya gelelim. Toplan¬ma yeri burası. Tamam mı?
CEZMİ — Benim bir görevim daha varmış, yarınki okul töreninde konuşmak. Sizden yardım istiyorum. Ne söylememi istersiniz? Bana biraz fikir verin.
AYŞE — Bir şey söyleyebilir miyim?
CEZMİ — Tabiî. Söyle.
AYŞE — Yarınki törende konuşacaksın. Konu, tüm öğretmenler. Bence, öğret¬menlerimizin ne kadar büyük uğraş verdiklerini, bizleri yetiştirmek için nasıl Çalıştıklarını belirtmen iyi olur. Aynca, onların sadece öğreten bir kişi değil, aynı zamanda eğiten bir kişi olduklarını da eklemelisin.
MURAT — Bana göre en önce söylenmesi gereken şey, yeryüzünde yalnız öğ¬retmenin elleri öpülesi olduğudur. Anne, babadan sonra insana yön veren yalnız onlardır. Ben isterdim ki bütün öğretmenlerimiz bu günkü koşullardan daha iyi koşullar içinde yaşasınlar.
Sonra, onların bizim için en candan birer arkadaş oldukları unutulma¬malıdır. Bizi doğru yola yönelten, bize cesaret aşılayan onlardır. Bunları söyle¬men sanırım iyi olur.
FEZA — Bana göre öğretmenin en güzel görevi bir ulusa şekil de vermektir. Bir ulus büyükse, uygarsa, çalışkan ve yaratıcı ise bunu öğretmenlerine borçludur.
Güzel sanatlarda, edebiyatta, resim ve tiyartrodaki basanlarının kay¬nağı öğretmendir. Öğretmenleri çok iyi yetişmiş, yetişmesi için önüne bütün imkânlar konmuş olan uluslara ne mutlu!
CEZMİ— Gerçekten hepinize teşekkür ederim. Bana güvenen tarih öğretme¬nime, bana bu görevi veren o büyük insana karşı utancımdan yere geçmiş gibi¬yim. Tarih dersinden geçmek için düşündüklerimden utanıyorum. Bu kadar bi¬zi düşünen ve bizim yetişmemiz için gecesini gündüzüne katan bu yüce insan¬lardan özür diliyorum. Bunu yarınki konuşmada belirteceğim. Bundan böyle çalışmamak için bahaneler uydurmak yerine çalışmanın yollarını arayacağım.
Sizlere gerçekten, beni uyardığınız için teşekkür ederim. Yarın benim için ye¬niden doğduğum bir gün olacak. Ve şunu da ekliyorum. Yarından sonra bütün gücümle çalışacak ve ileride öğretmen olacağım. Bunu ilk kez burada size haykırıyorum. Bana yaptığınız bu iyiliği hiç unutmayacağım. Sağolun, varolun...
ÇOCUKLAR — "Alkışlarlar. Cezmi'yi kutlarlar."

YAZAR LÜTFİYE AYDIN

YOLCU KONMAZ OTELİ
(1 perdelik komedi)
Kişiler
Bulguroğlu: Otelci, Topaç: Garson
1. Sahne
Otelci (yalnız)
(Otelci elinde bir süpürge ile girer.)

1. Sahne
Otelci— Etrafı bir kere daha gözden geçirelim. (Bir şarkı mırıldanarak, toz alıyormuş gibi eşyaya kuvvetli bir şekilde süpürgeyi indirmeye başlar.) Oooh... Her taraf tertemiz oluyor. Her yer pırıl pırıl, (dinleyenlere) Tabi bu kadar neşeli ve sevinçli olduğuma şaşıyorsunuz değil mi? Merakta kalmayın. Anlatayım. Ankara'nın en büyük, en güzel, en mükemmel oteli olan Yolcu Konmaz Oteli'nin sahibiyim ben... Ha, ismimi daha bilmiyorsunuz, değil mi? Evet, 'meşhur Yolcu Konmaz Oteli'nin müdürü Bay Bulguroğlu... Bugün otelime çok meşhur bir yolcu gelecek de onun için böyle sevinç ve neşe içindeyim. Güngörmez Ülkesi kralının oğlu, bugün bizim otele geliyor. Büyük bir prens. Bir şehzade... Dün akşam bana telefon edip de bunu haber verdikleri zaman hemen işçi dairesine baş vurdum ve bugün için fazladan bir garson istedim. Elbet ya... Birçok iş olacak. Ama garson daha gelmedi. Neden acaba? Merak ediyorum doğrusu... Fakat ben her tarafı topladım. Her şeyi düzenledim... Korkmam artık... Hele kendi elimle prens hazretlerine öyle bir kahvaltı hazırladım ki senelerce tadı damağında kalacak vallahi... Ah, bugün benim için ne kutlu bir gün... Bizim otel için bundan güzel reklâm olur mu? Ünlü bir kralın oğlu otelime gelecek, otelimde kalacak, otelimin bir odasında oturacak, otelimin bir yatağında "yatacak... Aman yarabbi, sevinçten çıldıracağım... Dahası var. Bütün gazeteler şüphesiz hep bundan bahsedecek. Bütün komşu otelciler bu hâli kıskanacaklar. (Saat öğleyi çalar.) O ne? öğle vakti olmuş ha? Meşhur misafirimiz neredeyse gelir artık... Tam vakit... (Kapı çalınır.) Hah, tamam, işte geldi... Heyecandan tir tir titriyorum. Kapıyı bayılmadan bir açabilsem. Aman Bulguroğlu cesaret. Çok terbiyeli, nazik olmaya bak... (Sağdan çıkar.)

2. Sahne
Topaç - Otelci
(Topaç sağdan girer, arkasından da otelci gelir.)
Otelci (yerlere kadar eğilerek)— Buyursunlar prens hazretleri... Buyurun efendim, buyurun...
Topaç— Merhaba bayım. Yolcu Konmaz Oteli burası değil mi?
Otelci (yerlere kadar eğilerek)— Evet şehzade hazretleri...
Topaç (kendi kendine)— Amma da nazik adam haa... (yüksek sesle) Bay Bulguroğlu ile mi görüşüyorum?
Otelci (kendi kendine)— Aman benimle ne de nazik konuşuyor... (yüksek sesle) Evet efendimiz. Bulguroğlu ben-denizim... (Onu selâmlar.)
Topaç— Ben de beklediğiniz adamım.
Otelci— Evet efendim, geleceğinizden haberim vardı, efendim...
Topaç (kendi kendine)— Haberim vardı diyor... Allah, Allah... Galiba işçi idaresinden söylemiş olacaklar, (yüksek sesle) Biraz geç kaldım galiba?
Otelci— Hayır efendim, hayır... Estağfurullah efendim... (Saygıyla eğilir.)
Topaç (kendi kendine)— Allah Allah... Bu kadar nazik patron da hiç görmemiştim, (yüksek sesle) Bay Bulguroğlu, niçin bana öyle... (otelcinin taklidini yaparak) Yok, buyursunlar prens hazretleri, yok estağfurullah şehzade hazretleri filân diyorsunuz? Benim ismim Topaç, Topaç...
Otelci (hayretle)— Ne? Topaç mı? (kendi kendine) Haa, anladım... Prens seyahat ederken mutlaka ismini değiştirmiş olacak... (yüksek sesle) Baş üstüne efendim... isminiz Topaç olsun... Emredersiniz efendim... (Yerlere kadar eğilir.)
Topaç (kendi kendine)— Allah Allah... Neredeyse ayaklarıma kapanacak... Amma da acayip adam ha... Neme lâzım, ben buraya garsonluk etmeye geldim, onu bilirim, (yüksek sesle) Eeee, ne yapacağız bakalım?
Otelci— Emrinize hazırım ef... Ef... Ef... Şey... Bay Topaç... (kendi kendine) Allah Allah... Ne de isim bulmuş ya... (yüksek sesle) Arzu buyurulursa bu taraftaki (Sol tarafı gösterir.) odaya geçin. Mükemmel kahvaltınız sizi bekliyor...
Topaç (kendi kendine)— A, aaa... Şimdi de beni kahvaltıya davet ediyor... Aman burası ne güzel yermiş böyle? (yüksek sesle) Bay Bulguroğlu, vallahi siz pek hoşuma gidiyorsunuz... Umarım ki ikimiz de gayet iyi anlaşacağız... Şartlarıma gelince...
Otelci (sözünü keserek)— Israr etmeyin... Vallahi gücenirim... Aman efendim şarttan filân hiç bahsetmeyin... Ne derseniz başım üstüne...
Topaç— öyle ama...
Otelci—Israr etmeyin... Vallahi gücenirim...
Topaç— Pekâlâ öyleyse... (kendi kendine) Olur şey değil... Amma nazik, amma cömert adam. Şaştım kaldım... Ne yapalım, madem ki davet ediyor gidip kahvaltı etmekten başka çare yok... öyle bir iştahım da var ki... (yüksek] sesle) Yemek salonu ne tarafta?
Otelci (Sol tarafı gösterir.)— Bu tarafta efendim...ı Otelimin en iyi dairesini de sizin için ayırdım.
Topaç— Doğrusu eşi, benzeri bulunmaz bir adamsınız.
Otelci— Estağfurullah Bay Topaç... Burada istediğiniz gibi hareket edin... Efendim... Bir emriniz olursa lütfen zili çalın, bendeniz hemen gelirim.
Topaç (kendi kendine)— Bu da nesi? Hoppalaaa... Otel sahibi garsonlara hizmet ediyor galiba... Bir yaşıma daha girdim. Allah Allah... (yüksek sesle) Pekâlâ öyleyse... Şimdilik Allahaısmarladık, Bay Bulguroğlu... (kendi kendine) Gidip karnımı doyurayım, patronu kızdırmayalım. (Soldan çıkar.)

3. Sahne
Otelci

Otelci— Ohh... Çok rahat ve memnunum. Aferin sana Bulguroğlu... Doğrusu her şey yolunda... Ne de nazik, ne de kibar adam... Doğrusu bir şehzade ile konuşmanın bu kadar kolay olacağını hiç sanmıyordum... Bu büyük, bu şerefli günü hiç unutmayacağım. Gazeteler kim bilir neler yazacak? (Kulisten telefon sesi gelir.) Ne o? Telefon çalı-
yor... Kim acaba? Mutlaka gazetecilerdir. Galiba benimle röportaj yapmak istiyorlar. (Oksürür, gazetecilere hitap ediyormuş gibi bir tavır alır.) Hayır, sayın gazeteciler hayır... Çok meşgulüm... Büyük misafirimin hizmetleriyle meşgulüm... Sizinle konuşmaya vaktim yok... (hiddetle) Yok dedim ya efendim... Yok... (Telefon şiddetli çalar.) Dur, dur, geliyorum... (Acele sağ tarafa koşar, kulisin kenarında telefonla konuşur.) Alo, alo... Kim konuşuyor? Güngörmez Ülkesi prensinin yaveri mi? Ne diyorsunuz? Prens bugün gelemeyecek mi? Peki ama öyleyse... Alo, alo... Hay Allah, telefonu kapadılar, (sahneye gelerek) Allah, Allah... Prens bugün gelemeyecekse biraz evvel gelen adam kim öyleyse? Hah, işte bu tarafa doğru geliyor. Belli etmeden anlamaya çalışayım.

4. Sahne
Otelci – Topaç

Topaç (Soldan girer.)— Bay Bulguroğlu, sizi bütün kalbimle kutlarım... Kahvaltı doğrusu pek nefisti...
Otelci (gülerek)— Memnun oldum... İltifat buyuruyorsunuz, (kendi kendine) Kahvaltı nefisti ha? Sen şimdi bana hesap ver bakalım... (yüksek sesle) Eee, ne dersiniz? Beklediğimiz büyük misafir otelimize bugün geliyormuş...
Şimdi telefon ettiler... Şaştınız bu işe değil mi?
Topaç (Hiç ilgi göstermez.)— Benim neme lâzım?
Otelci— Şaşılacak şey doğrusu... Değil mi?
Topaç— Bana ne?
Otelci (kendi kendine)— Söyletemeyeceğim. Konuyu değiştireyim bari... (yüksek sesle) Güngörmez Ülkesi ne güzel bir memlekettir değil mi?
Topaç— Ne, ne? Neresi dediniz?
Otelci— Canım sizin ünlü ülkeniz... Doğduğunuz memleket orası değil mi?
Topaç— Memleketim mi? Alay mı ediyorsunuz Allah aşkına? Ben Türküm yahu, Türk... Memleketim de Türkiye...
Otelci—Türk müsünüz? Demek Güngörmez Ülkesi'nin şehzadesi değilsiniz?
Topaç (kendi kendine)— Allah Allah... Bu sefer de başka türlü saçmalamaya başladı... (yüksek sesle) Hayır efendim hayır... Size ismimin Topaç olduğunu söyledim ya...
Topaç— Nasıl değil? Benim başka ismim falan yok ayol? İnanmazsanız işçi idaresinden sorun... Göreceksiniz ki...
Otelci (sözünü keserek)— İşçi idaresinden mi? Tuuuu... Allah iyiliğini versin... Şimdi anladım. Siz benim beklediğim
garsonsunuz değil mi?
Topaç— öyle ya...
Otelci— Oysaki ben sizi Güngörmez Ülkesi kralının oğlu sandım.
Topaç— Olur şey değil vallahi... (Katıla katıla güler.) Hah, hah, hah...
Otelci— Peki, neden bana kim olduğunuzu söylemedi-niz?
Topaç— Nasıl söylemedim? Siz dinlemek ve inanmak istemediniz ki...
Otelci— Doğru... Bütün kabahat bende, insan anlamadan, dinlemeden iş yaparsa böyle olur... Eyvahlar olsun. Şimdi bu olay duyulunca herkes alay edecek. Bizim Yolcu Konmaz Oteli'nin şöhreti mahvolacak... (Ağ/amaya başlar.) Benimle de bir güzel eğlenecekler.
Topaç— Fena mı? Sen de otelinin ismini değiştirir Güngörmez Oteli yaparsın.
Otelci— Aman Topaç Bey, ayağını öpeyim... Bunları kimseye anlatma sakın... Ağzını iyi tut... Ben de sana teşekkür etmek üzere, seni öğle yemeğine davet ederim. Beraber yemek yeriz, yemekten sonra da kahvelerimizi, çubuklarımızı karşılıklı içeriz.
Topaç— Demek beni hizmetinizde alıkoyuyorsunuz.
Otelci— Elbette, elbette... Senden iyi garson mu bulacağım?
Topaç— Pekâlâ, ben de suyun içindeki balık gibi ağzımı açmam, (dinleyenlere) Eee, çocuklar... Mademki bu sırrı siz de öğrendiniz, sizinde yolunuz Ankara'ya düşerse benim gibi doğruca buraya gelip kendinize bedavadan bir ziyafet çekin... Allahaısmarladık.
(Otelci soldan çıkarken, perde kapanır.)

Cemil Miroğlu

Hiç yorum yok: