15 Ocak 2011 Cumartesi

ÇANAKKALE SAVAŞI ''KINALI HASAN 'IN'' HAYAT HİKAYESİ VE ŞİİRİ

 KINALI HASAN DESTANI


Çanakkale’de araştırmacı-yazar Salim Dağ ile beraberiz. Salim Bey’in hazırlamış olduğu birçok kitabın konusunu Çanakkale Muharebeleri teşkil ediyor. Edirneli bu muhterem insan, Kayseri’de de öğretmenlik yapmış. Bendeniz de Kayserili bir eğitimci olarak Edirne’de beş yıl öğretmenlik yaptığım için ortak taraflarımız da çoktu. Benim Çanakkale’yi gezmek gibi, onun da anlatmak gibi bir görevi vardı. Böylece onun tatlı dilinden Çanakkale ile ilgili birkaç hatırayı da dinleme fırsatı buldum.
Bunlardan birisi Çanakkale’de şehit olan askerlerimizden Yozgatlı Hasan’la ilgili. Yozgatlı Hasan’ın lakabı da “Kınalı Hasan” olmuş Çanakkale’de.
Hasan, Yozgat ilinin Sorgun kazasına bağlı Kara Yakuplar köyünden… Daha bıyıkları terlememiş bu delikanlı, kendisi gibi gencecik arkadaşları ile beraber yayan yapıldak yürüyerek Yozgat’tan çıkıp Çanakkale’ye ulaşmışlar. Burada 64. Piyade Alayı, 1. Tabur, 2. Bölüğe intisap edip çakı gibi Mehmetçik olmuşlar. Zaten taburlar, alaylar Çanakkale’de eriyip bittiği için cepheye gelen gönüllülere şiddetle ihtiyaç vardır.
İkinci bölüğün komutanı Yüzbaşı Sırrı Bey, askerlerini savaşa hazırlamak için onların talimlerinden boş kalan istirahat anlarında onlarla tanışıp konuşmaya başlardı. Böyle bir vakitte Yüzbaşı Sırrı Bey, Yozgatlı Hasan’la da tanıştı. Hasan’ın başındaki kına Sırrı Bey’in dikkatini çekti. 


Yüzbaşı Sırrı Bey, cepheye yeni gelen askerleri denetlerken, bir yandan da onlarla sohbet ediyor, “Nerelisin?” ya da “Kaç kardeşsiniz?” gibi sorular soruyordu. 
Gözleri bir ara, saçının bir tarafı kınalanmış delikanlıya takıldı. Delikanlıyı yanına çağırdı ve merakla sordu: 
“Adın ne senin, evladım?” dedi. 
Delikanlı hazır ol durumuna geçti ve komutanın sorusunu bir solukta yanıtladı: 
“Hasan komutanım” dedi. Sonra da, komutanın “Nerelisin?” sorusunu da aynı çeviklikte yanıtladı: 
“Tokat’lıyım, komutanım” dedi. “Tokat’ın Zile kazasındanım…”  Yüzbaşı Sırrı Bey şimdi de, kafasını kurcalayan sorusunu sordu: “Peki evladım, bu kafanın hali ne?” dedi. “Saçlarını ortası neden böyle kırmızı boyalı?” 
Hasan, duraksamadan yanıt verdi: 
“Cepheye gitmek için evden ayrılmadan önce anam saçıma kına yaktı, komutanım” dedi. “Neden yaktığını da bilmiyorum.” 
Yüzbaşı daha fazla üstelemedi, “peki, gidebilirsin Kınalı Hasan” dedi. 
Onun o gün ağzından çıkan “Kınalı Hasan” adı, Hasan’ın o günden sonraki adı oldu. Cephe de tüm arkadaşlarının ağzında onun adı artık, “Kınalı Hasan” idi. Arkadaşları ona “Hasan” yerine “Kınalı Hasan” demekle kalmıyorlar, saçlarının ortasındaki kınasına takılıyorlar, onun kınalı saçını, zaman zaman yoğunluğunu artırdıkları şakalarının konusu da yapıyorlardı. 
Kınalı Hasan, arkadaşlarına karşı sevecen tutumu ve cephedeki cesur atılımlarıyla kısa sürede tüm arkadaşlarının sevgisini kazandı. 
Bir gün memleketine mektup göndermek isteyince, arkadaşlarından yardım istedi. 
“Anama, babama burada iyi olduğunu ve ellerinden öpmek istediğimi bildirmek istiyorum ama, okumam yazmam yok, mektup yazamıyorum” dedi. “Bana biriniz olsun yardım eder mi acaba?” 
Bir değil, bir çok arkadaşı yardımına geldi Kınalı Hasan’ın: 
“Sen söyle, biz yazalım mektubunu” dediler. Kınalı Hasan, söylüyor, bir arkadaşı yazıyor, öteki arkadaşları ise, mektubu yazanın sağıdan solundan başlarını uzatarak, söylenenleri doğru yazıp yazmadığını denetliyorlardı. 
“Sevgili anacığım, babacığım” diye başlıyordu Kınalı Hasan’ın mektubu ve “hasretle ellerinizden öperim; ben burada çok iyiyim, beni sakın merak etmeyin” diye devam ediyor. 
“Kız kardeşini, kendinden bir küçük erkek kardeşinin sağlığını ve hatırını soruyor, köydeki herkesin burnunda tüttüğünü ve kimsenin kendisini merak etmemesini” söyledikten sonra, “Biz burada var oldukça, bilesiniz ki düşman bir adım bile ilerleyemeyecektir” cümlesiyle bitiyordu. Mektubunu yazdırmayı bitiren Kınalı Hasan, tam zarfı kapatırken birden durdu ve “iki üç satır daha ekleteceğini” söyleyerek mektubunun sonuna şunları ekletti: 
“Anacığım, beni buraya gönderirken kafama kına yaktın ama, burada komutanların da, arkadaşlarım da benimle hep dalga geçtiler. Cepheye gitmek sırası yakında inşallah Ahmet’e de gelecek. Onu gönderirken sakın kına yakma saçına. Burada onunla da dalga geçmesinler. Bir kez daha ellerinden öperim, sevgili anacığım.” 
Gelibolu’da savaş giderek şiddetleniyordu. İngilizler kesin sonuç almak için tüm güçleriyle Gelibolu’ya yüklenmeye başlamışlardı. Gelibolu Cephesini savunan erlerimiz, önceleri teker teker, sonraları beşer beşer, onar onar şehit oluyorlardı. Onlara destek olmak için giden yedek güçler de yeterli olmuyor, onların sayıları da giderek azalıyordu. Gelibolu düşmek üzereydi. Kınalı Hasan’ın komutanı da bu durum karşısında çaresizliğinden ve hırsından yerinde duramıyordu. Kendisinin bölüğü, henüz sıcak temasa hazır değildi. Onlar yeni gelmişlerdi cepheye. Genç erlerini, insan bedenini süngü ve mermilerle orak gibi biçildiği bu cepheye göndermek zorunda kalmaması için Allah’a dua ediyordu. 
Komutanlarının bu düşünceli ve sıkıntılı durumunu gören ve cephenin düşmekte olduğunu bilen Kınalı Hasan ve arkadaşları, komutanlarına gittiler ve ondan, kendilerini cepheye göndermesini istediler. Erlerinin yalvarırcasına birkaç kez yineleyerek bildirdikleri bu istekleri karşısında komutanları daha fazla direnemedi ve ölüme gönderdiğini bile bile onların bu isteklerini kabul etmek zorunda kaldı. 
Kınalı Hasan ve arkadaşları, sevinç çığlıkları atarak cepheye, bile bile ölüme gidiyorlardı. 
Kısa bir süre sonra Hasan Cephede iken, anne ve babasından mektup geldi. Mektubu onun yerine komutanı okudu Kınalı Hasan’a. (Bu mektubun aslı Çanakkale Müzesi’nde sergilenmektedir.) 
Gelibolu cephesine gitmeden önce onun, arkadaşlarına yazdırdığı mektubuna, aile adına babası yanıt veriyordu:  
“Oğlum Hasan, nasılsın, iyi misin gözlerinden öperim, selam ederim” dedikten sonra şöyle devam ediyordu mektup: 
“Öküzü sattık, parasının bir kısmını sana gönderiyoruz, bir kısmını da yakında cepheye gidecek küçük kardeşine veriyoruz. Şimdi öküzün yerine tarlayı ben sürüyorum. Zaten artık Zahire’ye de fazla ihtiyacımız olmadığı için, yorulmuyorum da. Siz sakın bizi merak etmeyin, bizi düşünmeyin.” 
Babası mektupta, köydeki herkesten, akrabalarından haberler verdikten sonra, “şimdi sana ananın da diyeceği bir şey var” diyerek sözü ona bırakıyordu. Mektubun bundan sonraki bölümü, Kınalı Hasan’ın anasının ağzından yazılmıştı. Şöyle diyordu anası: 
“Ey gözümün nuru Hasanım, 
Köyümüzde rahat rahat oturalım mı? Vatan sevgisi içimizde alev alev yanıyor. Sen ecdadından, babandan aşağı kalmazsın. ben, senin anan isem, beni ve seni Allah yarattı, vatan büyüttü. Allah, bu vatan için seni besledi. Bu vatanın ekmeği iliklerinde duruyor. Sen bu ailenin seçilmiş kurbanısın. 
Hasanım söyle Zabit Efendi’ye, bizim köyde üç şeye kına yakarlar: 
1) Gelinlik kıza, gitsin ailesine, çocuklarına kurban olsun diye, 
2) Kurbanlık koça, Allah’a kurban olsun diye, 
3) Askere giden yiğitlerimize, vatana kurban olsun diye… 
Ben de seni evlatlarım arasından vatana kurban adadım. Onun için saçını kınalamıştım. 
Allah’ın hükmüyle, Allah seni İsmail Peygamberin yolundan ayırmasın. Seni melekler şimdiden rahmetle anacaktır. 
Gözlerinden öperim, 
Annen Hatice, 
O gün güle oynaya Gelibolu cephesinde ölümle buluşacakları yere koşan Kınalı Hasan cephede savaşır, savaşır. Sonra yaralanır, geriye alınır. Cephenin hemen gerisinde Sığındere Köyü’ndeki sargı yerine getirilir. Fakat tedavi göremeden şehit olur. Diğer şehitlerle birlikte, Hasan’ında kimlik tespiti yapılıp mezarlığa gömülecektir. Bu işlerle görevli Zabit Namzeti (Yedek Subay) Mehmet Efendi, Kınalı Hasan’ın üzerini aradı, anasının mektubunu ve tamamlanmamış bir şiir karalaması buldu. 
“Anam yakmış kınayı adak diye, 
Ben de vatan için kurban doğmuşum. 
Anamdan Allah’a son bir hediye,  Kumandanım ben İsmail doğmuşum.”




KINALI HASAN
 
 
Bir gün içtima etti, Sırrı Bey askerini,
Tanımak istiyordu yeni gelen erini.
 
Tekmil verdi tüm alay, okudu künyesini,
Saçı kınalı bir asker çekmişti ilgisini.
 
Sorgun Karayakup’tan Hasan künyeyi saydı,
Saçının sağ tarafı baştan başa kınaydı.
 
Oğlum dedi Sırrı Bey senin saçın kınalı,
Boşuna değil elbet, bir anlamı olmalı.
 
Bilmem dedi Hasancık, anam yaktı gelirken,
Vakit yoktu sormadım, yola çıktık çok erken.
 
Merakıma muciptir, ben de bilmek isterim,
Annene mektup yaz da, ondan bir dinleyelim.
 
Yazıcıyla oturup, bir mektup pulladılar,
Sordular “Bu kına ne ?” Yozgat’a yolladılar.
    
“Komutanım sordu da, anlamını bilmedim,
Neden yaktın kınayı, ben cevap veremedim.
 
Kardeşlerime yakma, onlar mahçup olmasın,
Benim kınam kafidir, onlar kınasız kalsın.
 
Saçımdaki kınanın, sebebini yazıver,
Komutanım merakta bana hemen cevap ver!”
 
Günler aylar geçti de Yozgat’tan ses çıkmadı,
Günlerce savaş oldu, düşman kana bıkmadı.
 
Bomba yağdı göklerden, dağ-taş ateşe yandı,
Aylar mart, nisan derken ağustosa dayandı.
 
Çadırda birkaç mektup, dikkatini çekmişti,
Alan olmamış oysa on gün önce gelmişti.
 
Kimin acep diyerek bir tanesini açtı,
Okudukça mektubu benzinin rengi kaçtı.
 
“Yiğit koçum Hasan’ım kınalı kuzum benim!
Muhtargil çok meşguldü, geç geldi yazın senin!
 
Kumandan baban demek, onu hayra yormuştur,
Kınan elbet işaret, onun için sormuştur!
 
Gelibolu tutuşup nara yandığı zaman,
Dört kardeş arasından seni seçtim ben kurban!
 
Kurban kınalı olur, yünü boynuzu ile,
Kınaladım ben seni, benzedin İsmail’e !
 
İstedim mahşer günü , o saçından bileyim,
Vatan için bir kurban, ben de verdim diyeyim!”
 
Yaş doldu gözlerine, okudukça ağladı,
Hatçe Ana mektupla yüreğini dağladı!
 
Sırır Bey emir verdi “Hasan’ı bulun” dedi,
Okuyayım mektubu, gelsin dinlesin kendi!..
 
Çok geçmedi geldiler, aramaya gidenler,
On gün önce Yozgatlı, ŞEHİD olmuş dediler!
 
Mektubu görmeden , o Hakka yürümüştü!
Akşama dek dövüşüp çok düşman öldürmüştü!
 
Hazreti İsmaille buluştular Cennet’te,
Bizden dua bekliyor, o şimdi ahiret’te!..
 
Emanet kaldı mektup, öptü koynuna soktu,
El-Ayağı kınalı kurbanlık yiğit çoktu.
 
Bildim dedi kınayı, kutlu ana sen sağ ol!
Mehmetçik kurban demek, cennete gider bu yol!
 
Bütün alay yaş döküp, Hasan’ı yad ettiler,
Boru çaldı cenk vurdu, siperlere gittiler!...
 
 
                                                       Salim Dağ

Hiç yorum yok: