Yıllarca önce Anadolu köylerinde kerpiç evlerden başka hiçbir şey yoktu. Ne elektrik ne radyo ne televizyon ne tiyatro ne sinema...
Hadi, diyelim köye elektrtik gelmiş. Radyo bile köyün en varlıklı kişisinde ya da muhtarın evinde bulunurdu.
Gazete deseniz, hiç ulaşmazdı köylere. Ulaşsa bile okunamaz, sadece resimlerine bakılırdı. Köylüler, dünyada olup bitenleri, kırk yılda bir köye uğrayan görevlilerden öğrenirlerdi. Bazen askerden dönen gençlerin, aylar öncesinin gazetelerini getirdikleri olurdu. Çat pat okuma yazma öğrenen bu gençlerin çevresine toplanırdı köylüler. Gazete haberlerini dinler, yorumlar yaparlardı.
Eski gazeteler okunmaktan bıkılınca sayfaları kapışılırdı. Kimi, pencerelerine cam yerine yaapıştırırdı. Kimi köylüler de sigara sarmakta kullanırdı eski gazeteleri.
O yıllarda köylerin çoğuna ulaşmak için yol yoktu. Yol diye yapılanlara ise yol bile denemezdi. Kilometrelerce uzaklıktaki ana yola kadar ya yürüyerek ya da katırlarla,atlarla gidilirdi. Kış aylarının ulaşım aracı kızaktı. Köylüler, hastalananları ilçedeki tek sağlık ocağına kızakla yetiştirmeye çalışırlardı.
Birçok köyde okul yoktu o zamanlar. Okulu bulunanlarda ise eğitim sürekli aksardı. Köyün tek derslikli okulunun sobası da sürekli yakılmazdı. Bu yüzden çocuklar hastalanır, yakacak bitince de okullar tatil edilirdi. İlkbahara kadar ara verilirdi eğitime.
Kış uzadıkça hastalananlar çoğalır, hastalar ilkel yöntemlerle iyileştirilmeye çalışılırdı. Yazın toplanıp kurutulan otlara, çiçeklere bağlanırdı iyileşme umutları.
O zamanlar alışveriş de pek para kullanılmazdı. İnsanlar tavuk, yumurta, yağ, un karşılığında alışveriş yaparlardı. Köylerde paranın yüzünü görmeden büyürdü çocuklar. Özellikle kadınlar yaşamları boyunca kasabalarını, ilçelerini, kentlerini görmeden yaşar, yaşlanırlardı.
Yaz aylarında "çerçi" denen satıcılar gelirlerdi köylere. Çerçilere bayılırdı çocuklar, genç kızlar, kadınlar. Çerçiler; düğme, ayna, kolonya, sabun, tarak, iğne iplik gibi şeyler getirirlerdi köye. Bazen kalem, defter, kitap ile düdük, misket gibi oyuncaklar da olurdu. En ilginç çerçi, bisikletle köye gelen bir adamdı. Bisikletinin selesine doldurduğu eşyalarla zil çala çala girmişti köye. Çocuklar ilk kez gördükleri bisikletten korkup kaçışmışlardı önce. Sonra yavaş yavaş yaklaşmış, şaşkınlıkla, ilgiyle incelemişlerdi onu.
Adami satışını bitirince bisikletine binip rüzgar gibi geçip gitmişti yokuş aşağı. Çocuklar onun ardından yoruluncaya kadar koşmuş ama yetişememişlerdi. Köylüler çerçinin aynı zamandabir cambaz, bir sihirbaz olduğuna inanmışlardı. Çünkü sıradan bir insan, değil sürmek üstünde bile duramazdı o aracın! Kış boyunca kahvede o, köy odasında o,evlerde o konuşulmuştu. Kış boyunca bütün çocukların düşüne girmişti o kırmızı bisiklet.
Çetin ÖNER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder