Peygamberimizin Beden Dili
PEYGAMBERİMİZ HZ. MUHAMMED (SAV)‘İN BEDEN DİLİ NASILDI
Yürüyüş Biçimi
Kaynakların verdiği bilgiye göre Hz. Peygamber; yürürken ayaklarını sürümezler, adımlarını atarken yerden sertçe kaldırırlardı. Hareket halinde iken sağa sola sallanmazlar, inişli yokuşlu engebeli bir arazide yürürcesine hafifçe önlerine eğilirlerdi. Dimdik durup göğüslerini kabartarak yürümedikleri gibi, koşar adımlarla yürürcesine hızlı da yürümezlerdi. Fakat, Allah'ın kendilerine bir lutfu olarak, uzun mesafeleri kısa zamanda katederlerdi.
Oturuş Biçimi
Peygamber Efendimiz'in oturuş şekillerine dair bize intikal eden vesikalar ise, hadis metinleri arasına serpiştirilmiş durumda olup, şu şekillerden oluşmaktadır:
Kurfesâ biçiminde oturuş: Türkçe karşılığını tam olarak bulamadığımız bu oturuş biçimi şöyledir; insanın oturağı üzerine oturarak, dizlerini, karnına doğru iyice çekip kolları arasına aldıktan sonra ellerinin önden bağlanması şeklinde bir oturuştur. Buna, bir nevi destekli oturuş denebilir. Kaynaklarda, Hz. Peygamber'in zaman zaman bu şekilde oturduğunun görüldüğüne dair rivayetler bulunmaktadır.
İhtibâ yaparak oturma: İhtibâ, bir önceki oturuş şeklinin aynıdır. Ancak, orada dizler el ile bağlandığı halde, burada kemer veya kuşak gibi bir eşya ile bağlanmaktadır.
Bağdaş Kurma: Ebû Davud'un kaydettiği bir rivayete göre, "Hz. Peygamber, sabah namazını kıldırdıktan sonra, güneş iyice doğuncaya kadar bağdaş kurarak otururdu".
Çömelme: "İhtifâz" veya "ik'â" kelimeleriyle ifade edilen bu oturuş şeklinin, daha çok yemek yerken kullanıldığı görülmektedir.
Sırtüstü Uzanıp Ayak Ayak Üstüne Atma: Kaynaklarda, Hz. Peygamber'in Mescid-i Şerif'te, sırtüstü yatıp ayak ayak üstüne koyarak istirahat ettiklerinin görüldüğüne dair rivayetler yer almaktadır.
Ayağını Sarkıtarak Oturma: Hadis metinleri arasında, Hz. Peygamber'in bir kısım ashabı ile birlikte, bir kuyu bileziğine oturarak ayaklarını kuyu boşluğuna sarkıttıklarına dair rivayetlere de rastlanmaktadır.
Diz Çökme: Hz. Peygamber'in oturuş tarzlarına yer veren kaynaklarda, diğerleri gibi ayrı bir başlık altında, diz çökerek oturduklarına dair rivayetlere rastlanmamaktadır. Ancak, hadis metinlerinin sebeb-i vürûd kısımları ile ashabın hayatını anlatan Tabakat kitaplarının satırları arasında bu durumu tesbit etmek mümkün olabilmiştir. Diz çökme, Zat-ı Risalet'in mutad oturuş tarzıdır. Bu sebeple ashabdan birisinin: "Ben, Peygamber Efendimiz'i diz çökmüş vaziyette gördüm" demesi, bilineni tekrar bildirmek olurdu ki, bunun da ilgi çekici bir yönü kalmazdı. İşte ashabın görüp anlattığı diğer oturuş tarzları, onların zaman zaman ve nadiren Rasûlullah'ın şahsında müşahade ettikleri oturuş şekilleridir. Peygamber Efendimiz, hayatının çeşitli safhalarında yerine göre, yukarıda yedi madde halinde sıralanan şekillerin hepsi ile de oturmuş ve böylece O’na her açıdan benzemek isteyen ümmetini, belli bir şekille bağlamamış ve onları tek tip oturuşla sınırlamamıştır.
Dayandığı Eşyalar
Peygamber Efendimiz: "Üç şey vardır ki, geri çevrilmez: Yastık, güzel koku ve süt!" buyurmuşlardır.
Rasûlullah Efendimiz, sohbet meclislerinde ve uzun müddet oturma durumunda kaldıkları hallerde, kollarının altına bir "yastık" alarak yaslanırlardı.
Hz. Peygamber'in, yerden biraz yüksekçe ve hurma yaprağından örülmüş "serir" adı verilen bir eşya üzerine oturduklarına dair bilgilere de sahip bulunuyoruz.
Peygamber Efendimiz'in, demir veya tahta ayaklı bir kürsü üzerine oturduklarının görüldüğüne dair belgeler de bulunmaktadır.
Hz. Peygamber, o günün toplumunda revaçta bulunup da varlık gösterisine kaçmamak kaydıyla kendisine ikram edilen bütün eşyaların üstüne oturmayı reddetmemiştir. Nitekim misafirliğe gittikleri yerlerde, yerine göre, altına atılan halı veya keçeden mamul minder üstüne oturmuş, yerine göre ikram edilen mindere oturmayarak, kuru tahta veya çıplak toprak üzerine ilişivermiştir.
Konuşma Biçimi
Hz. Peygamber'in en bariz özelliklerinden biri de, O'nun konuşmasındaki güzellik ve mükemmellikti. Peygamber Efendimiz: "Ben, az-öz söz söyleme (cevami'ul-kelim) özelliği ile donatılmış olarak gönderildim." (Buharî, VIII, 76, 168 "Bü'istü bi-Cevâmi'il-kelim."; en-Nihaye, I, 295) buyurmuştur. Yetiştiği çevre de, Peygamber Efendimiz'in fasih konuşmasında büyük rol oynamıştır.
Hz. Peygamber tane tane, açık-seçik ve herkesin anlayabileceği bir tarzda konuşurlardı. O kadar ki, dinleyenler eğer kelimelerini saysa, onları teker teker sayabilirlerdi. Yerine göre de, konuşması sırasında geçen önemli cümlelerini üçer defa tekrar ederlerdi.
Yerine göre bir vaiz, bir müftü, bir hakim; yerine göre bir muallim, bir terbiyeci, bir aile reisi; duruma göre bir diplomat, bir kumandan, bir fatih, bütün bunların yanında geniş dostluk çevresi olan bir cemiyet adamı gibi sıfatlarla karşımıza çıkan Hz. Peygamber; dost-düşman, müslim-gayr-i müslim, zengin-fakir, büyük-küçük, kadın-erkek her kesimle muhatap olmuştur.
Peygamber Efendimiz, sohbet ederlerken; ashabına karşı daima mütevazı bir kardeş, şefkatli bir öğretmen ve merhametli bir baba gibi davranmış; bazı muaşeret kaidelerini (görgü kuralları) öğretmeyi arzu ettikleri zaman da, onlara, tatlı bir üslupla hitab etmiştir. Söyleyeceklerini bazen şakacı bir tarzda; bazen gönül alıcı, sevindirici, ümit verici ve teşvik edici bir biçimde; yerine göre kinayeli, teşbihli, ufuk açıcı ve düşündürücü bir üslupla söylemişlerdir.
Hz. Peygamber'in topluluk karşısındaki konuşmalarının tonu da üslubu da çok farklıdır. Kaynaklar, bu tür konuşmalar için "hutbe" kökünden türetilmiş tabirler kullanırlar. "Veda Hutbesi" dışında diğer hitabe tarzındaki konuşmaların içerisinde bu kadar uzununa rastlanmamaktadır.
Halka hitaben yaptığı konuşmalarda, gözleri kızarır, sesinin tonu yükselir ve heyecanı iyice artar; konuşmalarını yaparken, elinde, hem dayanmakta, hem de öteye beriye işaret etmekte kullanılan "mıhsara" denen (asa, baston, değnek, cöp türünden) bir çubuk bulundururlardı.
Hz. Peygamber, bilhassa lüzumsuz aşırılıkları, İslam'a söz getirebilecek ölçüsüz davranışları ve temel prensipleri zedeleyici hareketleri hiç hoş karşılamazlar; bu türden olaylar kendisine intikal ettikçe üzülürler, öfkelenirler, açıktan tavır takınırlar ve sert bir dille ikaz ederek bunları önlemeye çalışırlardı.
Hz. Peygamber'in değişmez bir tavrı vardı: Normal insanda bile hoş karşılanmayan; kaba, kırıcı, küçük düşürücü, hakaret edici, ölçüyü kaçırıcı türden bir konuşma ve hitap tarzı, O'nun şahsiyetinde hiç yer bulmamıştır.
El - Kol Hareketleri (Jestleri): Hz. Peygamber'in iletişim esnasında yaptığı işaretler incelendiğinde O'nun el ve parmaklarını daha çok kullandığı görülmektedir. Bu nedenle jestlerle ilgili bilgiler bu iki başlık altında toplanmıştır.
a. Eller: Allah Rasûlu, özellikle eğitim ve öğretim sayılabilecek hitaplarında jestleriyle de konuşmalarına bir canlılık getirmiş ve dinleyenlerin dikkatini konu etrafına toplamayı başarmıştır. Nitekim çoğu zaman yanında taşıdığı asası ile mevzuya canlılık getiren jestler yapmıştır. Bir gün minberde konuşurken elindeki asa ile minbere vurarak: "Bu Taybe'dir (Medine). Bu Taybe'dir. Dikkat edin! Buna Mekke ile Medine'ye Deccal'in giremeyeceğini size anlatmıştım." buyurmuştur. Hz. Peygamber anlattığı konuyu dinleyenlerin zihninde canlandırmak için soyut kavram ve ifadeleri somut hale getirmiş ve muhataplarının anlayacağı seviyeye indirgemiştir. Cennete ilk giren kimsenin kendisi olacağını anlatırken, cennetin kapısını nasıl çalacağını hareketleriyle izah etmeye çalışmıştır. Bu olaya şahit olan Enes b. Malik (öl. 93/712), Hz. Peygamber'in "Cennetin kapısını ilk defa çalan ben olacağım." derken eliyle sanki bir kapıyı tıklıyormuş gibi kapı halkasını tutup çaldığı hâlâ gözümün önünde, demektedir. Hz. Peygamber kader konusunda ashabına bilgi verirken eliyle sakalını tutmuştur. Hadis şarihleri bu davranışın O'nun teslimiyetini anlattığını; zira eliyle sakalı tutmanın o dönemde Araplar arasında teslimiyeti ifade ettiğini bildirmektedirler. Hz. Peygamber, eğitim - öğretim esnasında ellerini mükemmel bir şekilde kullanmıştır. Nitekim ilim bakımından sahabenin ileri gelenlerinden Abdullah b. Mesud (öl. 32/652), Hz. Peygamber'in kendisine teşehhüd duasını öğretirken elini tuttuğunu haber vermektedir. Bir başka rivayette ise elleri yerine saçını tuttuğu bildirilmektedir. Hz. Peygamber, önemli gördüğü şeyleri yeri geldiğinde eliyle işaret ederek söylerdi. Örneğin, Ensar'dan bir zat Hz. Peygamber'e, "Ya Rasûlallah! Senden bir takım sözler işitiyorum ancak ezberleyemiyorum." dediğinde Allah Rasûlu ona, "Sağ elinden yardım al." demiş, bunu söylerken de eliyle yazı yazar gibi yapmıştır. Yine Peygamber'in eliyle işareti hususunda sahabeden Abdullah b. Amr (öl. 65/684)'in anlattığı şu olay da güzel bir örnek teşkil etmektedir. Abdullah şöyle anlatıyor: Rasûlullah'tan duyduğum her şeyi yazıyordum. Bir müddet sonra Kureyşliler'den bazıları beni bundan alıkoymak istedi; "Allah Rasûlu bir beşerdir. O kızgınlık halinde de neşeli haldeyken de konuşurken sen nasıl olur da her şeyi yazarsın." dediler. Ben bu durumu Rasûlullah'a arz ettim. Elini ağzına götürerek, "Yaz! Nefsim elinde olan Allah'a yemin olsun ki, buradan haktan başka bir şey çıkmaz." buyurdu. Allah Rasûlu bir gün cemaate yatsı namazı kıldırıyordu. Ancak namazı dört rekat yerine iki rekat kıldırdı ve selam verdi. Sonra kalktı mescidin içerisinde yere konmuş ahşap bir sedir gibi bir şeye yaslandı. Sanki kızgın gibiydi. Sağ elini sol elinin üzerine koydu ve ellerinin parmaklarını birbirine kenetledi, sağ yanağına da sol elinin dışına dayadı. Namaz bitti diye acele edip mescidin dışına çıkanlar birbirlerine namaz mı kısaldı şeklinde sordular. Aralarında Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer de vardı. Ancak onlar da bir şey konuşmaktan çekiniyorlardı. Sahabe arasında elleri uzun olduğu için kendisine "Zülyedeyn" lakabı verilen kişi Peygamber'in yanına geldi ve "Ya Rasûlallah! Sen mi unuttun yoksa namaz mı kısaldı?" diye sordu. Allah Rasûlu de, "ne ben unuttum, ne de namaz kısaldı" buyurdu ve yanındakilere, "Zülyedeyn'in dediği doğru mu?" diye sordu. Oradakiler "evet" deyince kalktı namazını tamamladı ve sehiv secdelerini yaptı. Bu olayda Hz. Peygamber kendisinin üzüntülü ve düşünceli olduğunu sözle ifade etmese de O'nun hareketlerinden yani beden dilinden bu durum gayet net olarak anlaşılmaktadır.
b. Parmaklar: Hz. Peygamber'in Arafat'ta yüz bin civarında insana karşı veda hutbesini irad ettikten sonra "tebliğ ettim mi?" şeklinde sorduğu ve sonra da şahadet parmağını insanlara çevirerek "Şahid ol Allah'ım!" dediği bilinmektedir. Yine O, Muaz b. Cebel'e (öl. 18/639) tavsiyede bulunurken dilini eliyle tutarak "İşte bunu muhafaza et." demiştir. Rasûlullah, Muaz b. Cebel'e sadece sözle "dilini muhafaza et" diyebilirdi; ancak burada da görüldüğü gibi daha etkili olan görsel metodu kullanmıştır. Abdullah b. Ebî Evfâ'dan rivayet edildiğine göre, bir yolculuk esnasında Hz. Peygamber, hizmetindeki birine güneş battığı bir sırada, "içecek bir şeyler ver iftar edeceğim." dedi. Adam, "Ya Rasûlallah! Hâlâ gündüz aydınlığı var. Simdi iftar olur mu?" diye şaşkınlığını arz etti. Hz. Peygamber tekrar içecek istedi; adam aynı şeyleri söyledi. Peygamber üçüncü kez isteyince adam içecek getirdi. Allah Rasûlu orucunu açtı ve eliyle doğu tarafını göstererek bir hat çizer gibi, "Bak! Akşam bu taraftan böyle karardığı vakit oruçlu iftar eder." buyurdu. Hz. Peygamber Ramazan orucu için hilalin gözetilmesinden ve kamerî ayların 29 ve 30 gün çektiğinden bahsederken, "Biz ümmî bir topluluğuz; yazı yazmayı, hesap yapmayı bilmeyiz. Ay şu kadar, şu kadardır." demiş ve iki elinin parmaklarıyla üçer kez işaret ederek bir defasında 30, diğer seferin üçüncüsünde bir baş parmağını kapatarak 29'a işaret etmiştir. Müminlerin birbirine sahip çıkmalarını ve aralarında olması gereken ilişki ve samimiyeti anlatırken "Müminler tıpkı bir bina gibidir. Birbirlerine destek olur ve ayakta tutarlar." demiş, bu sözleri söylerken de iki elini parmaklarını birbirine kenetlemiştir. O bu hareketiyle birlik ve beraberliğin önemini mükemmel bir üslupla anlatmıştır.
Mimikleri: Edeb bakımından insanların en güzeli olan Allah Rasûlu çok kibar ve nazik biriydi. O'nun engin şefkat ve merhamet hisleri, içindeki duygularını anında dışa yansıtır, pek çok düşüncesi yüz ifadesinden âdeta okunurdu.
a. Yüz ifadesi: Rasûlullah'ın konuşması mimiklerle ayrı bir değere ulaşır. Muhatapları kendine hitap eden Rasûlullah'ın söyleyeceği sözleri O'nun yüzünden de okuma imkanını bulmuştur. Daha söze başlamadan önce nasıl, ne tarzda bir konuşma yapacağının kestirildiği zamanlar olmuştur. Hz. Peygamber kızdığı zaman alnının ortasındaki damar şişer, gözleri kızarırdı. Sahabe Peygamber'in kızdığını böylece anlarlardı. Bir gün Hz. Âişe'nin yanına girdiğinde onun yanında yabancı birini görünce hoşlanmamış ve bunu da yüz ifadeleriyle hissettirmişti. Hz. Âişe'de o kişinin süt kardeşi olduğunu açıklamıştır. Diğer taraftan Ka'b b. Malik (öl. 50/670) tevbesinin kabulünü anlatırken Rasûlullah'ın kendini sevinçten parlayan bir yüzle karşıladığını ve söyle dediğini söylemektedir: "Anandan doğduğundan beri senin için en hayırlı günü müjdelerim bu günü."
b. Kas göz işaretleri: Hz. Peygamber bir kimseyi kötüleyecek şekilde kaş göz işareti yapmaz bunun yapılmasına müsaade de etmezdi. Mekke'nin fethinden sonra ölüm emri verilenlerden Abdullah b. Sa'd b. Ebi's-Serh, Hz. Peygamber'in huzuruna gelerek eman diledi ve beyat etmek üzere Hz. Peygamber'in eline sarıldı. Rasûlullah onun beyatini almadı ancak üçüncü kez istemeyerek kabul etti; adam da öldürülmekten kurtuldu. Daha sonra Hz. Peygamber ashabına, "Benim davranışımı gördüğünüz halde neden adamı öldürmediniz?", diye sitem etti. Ashab, "Ya Rasûlallah! Bize bir göz işareti yapsaydın onun işini bitirirdik." dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber, "Biz peygamberlere gözlerine hıyaneti yakışmaz." buyurdu.
Duruşu Biçimi
Şüphesiz Hz. Peygamber'in beden dili denildiğinde ilk akla gelen O'nun duruşudur. Sükutunun dahi dini açıdan bir anlamı olan Allah'ın elçisinin duruşuyla oluşturduğu imaj O'nun gerçek ve en etkili yüzüdür ki, bu bir yönüyle de ahlakı olarak tezahür etmiştir. O'nun ahlakı ise âdeta canlı bir Kur'ân'ı temsil etmektedir. Dolayısıyla O duruşuyla bir anlamda bize Kur'ân'ın öngördüğü insan tipini de göstermiş olmaktadır. Duruş ve davranışları tamamlayan en önemli faktörlerden biri kıyafettir.
a. Giyim Kuşamı: Hz. Peygamber çeşitli renk ve desenlerde elbiseler giymiştir. Ancak O'nun daha çok beyaz renkli elbiseleri tercih ettiğini biliyoruz. O toplumda diğer insanların giydiği kıyafetleri giymiş, elbisenin temiz ve yırtıksız olmasına dikkat etmiştir. Yün, keten ve pamuklu giysiler giymiş ancak ipek kumaştan yapılmış elbiseleri kullanmamıştır. Rasûlullah daima güzel kokar, saç ve sakalının bakımına son derece dikkat ederdi.
b. Kişisel mesafe: Hz. Peygamber eşlerine, çocuklarına ve torunlarına daha bir yakın durmuş, yakınlık derecesine göre bu duruşunu ayarlamıştır. Kızı Hz. Fatma'yı alnından öpmesi, onun yatağına oturması ve torunu Hz. Hasan ve Hüseyin'i kucaklayarak öpmesi, O'nun fiziksel teması kullanmasını gösterdiği gibi, aynı zamanda yakınları ve mahremleri için kişisel alanlardan mahrem bölgeyi kullanmasına da güzel bir örnek teşkil etmektedir. O, biriyle konuştuğu zaman onun yüzüne bakar, elini tutmuşsa o bırakmadıkça bırakmaz, karşısındaki yüzünü başka tarafa çevirmedikçe O çevirmezdi. Hatta bir adam bir şey söylemek gayesiyle Rasûlullah'ın kulağına fısıldayarak bir şey konuşsa, adam başını uzaklaştırmadan Rasûlullah başını uzaklaştırmazdı. Müslümanların birbirine güler yüzle bakmasını öğütleyen Hz. Peygamber yüzünden sürekli tebessümü eksik etmezdi. Rasûlullah kendisine kötülük yapan düşmanlarını bile sükunetle dinlemiş, konuşma sırası kendine geldiğinde söz alarak konuşmasına başlamıştır. Nitekim, bir defasında Utbe b. Rebia (öl. 2/624) ile yaptığı bir görüşme esnasında, "Söyle Ebû'l-Velid! seni dinliyorum." demiş, Utbe sözlerini bitirip susunca, "Sözlerini bitirdin mi? ey Ebû'l-Velid!" diye sormuş, "evet" cevabını aldıktan sonra: "O halde sen de beni dinle." diyerek söze başlamıştır. Hz. Peygamber yürürken aciz ve tembeller gibi yürümez sert adımlarla yürürdü. Ardından gelen kimse kendisine kolay kolay yetişemezdi. Hafif öne eğik gibi yürür, arkasından seslenildiğinde sadece boynunu çevirmez bütün vücuduyla dönerdi. İhtiyaç olmadıkça konuşmayan Allah Rasûlu'nun bazen uzun süre sükut ettiği görülürdü. O'nun bu sessizliğinin hilm sıfatından, insanları yaptıklarından sakındırmak istemesinden, takririnden ya da tefekkürden kaynaklandığı bildirilmektedir.
c. Vücut teması: Hz. Peygamber vücut temasını da yeri geldikçe çok güzel bir biçimde kullanmıştır. O'nun uzaktan gelen sevdiği insanları veya çok yakın akrabalarını kucakladığı, bazen de öptüğü ve bağrına bastığı bilinmektedir. Nitekim Cafer b. Ebî Talib (öl. 8/629) Habeşistan hicretinden Medine'ye dönüşünde, Hz. Peygamber de Hayber'in fethinden (6/627) henüz yeni gelmişti. On üç yıl aradan sonra Cafer, Peygamber'in huzuruna girdiğinde, Rasûlullah Cafer'i kucaklayarak iki gözünün arasından öpmüş ve şöyle demişti: "Hayber'in fethine mi yoksa Cafer'in gelişine mi daha çok sevindiğimi bilemiyorum." Kur'ân-ı Kerim'de de zikredildiği gibi Hz. Peygamber, Müslüman olanlardan "beyat" alırken ellerini onların elleri üzerine koymuş öylece söz almıştır. Rasûlullah insanlarla vücut teması kurarak onlarla olan samimiyetini daha çok pekiştirmiş olmaktadır. Diğer taraftan Hz. Peygamber'in, çocuklarla iletişim kurabilmek için onların anlayacağı ya da sevineceği şekilde davrandığı görülmektedir. Zaman zaman onları devesine bindirerek gezdirir, onlara nasihat eder, onların saçını okşar, onlara şaka yapardı. Hatta bir defasında abdest alırken abdest suyunu ağzına alıp yanındaki çocuğun yüzüne püskürttüğü bile olmuştur. O'nun bu yakın teması ve doğal davranışı çocukların ilgisini çekmekte ve kendisini sevmelerine zemin hazırlamış olmaktadır.
Gülüş Biçimi
Kaynakların ittifakla kaydettiklerine göre, Rasûlullah Efendimiz, yaradılıştan beşûş çehreli, yani güleç yüzlü idi. Tebessüm denen "gülümseme", O'nun mübarek yüzünden hiç eksik olmazdı. En sıkıntılı anlarında bile, üzüntülerini belli etmezler, yanındakilerin içlerini karartacak bir tavır sergilemezlerdi. Bilhassa sevdikleri kimselerle karşılaştıklarında, öylesine tebessüm ederlerdi ki, böyle anlarda, yüzleri ay gibi parıldardı.
Bu tabii halleri dışında, Rasûlullah Efendimiz'in, bir de gülüşleri vardı. Hadis kaynakları, O'nun nelere ve nasıl güldüklerine dair pek çok vesika kaydetmişlerdir. Özellikle Âişe (ra) validemiz, Peygamber Efendimiz'in gülüş tarzlarını şu şekilde anlatmışlardır: "Rasûlullah Efendimiz'in küçük dili gözükecek şekilde, kendinden geçercesine güldüklerini hiç görmedim. O'nun gülüşü, tebessüm şeklinde idi." (Buharî, el-Cami'us-Sahih, VII, 94-95; el-Edeb'ül-Müfred, s.97, nu:251). Hz. Peygamber'in diğer sahabilerinin bir çoğu da, çeşitli münasebetlerle, O'nun bu gülüş tarzını anlatırlarken "...öyle ki, azı dişleri gözükecek derecede güldüler!" şeklinde bir ifade kullanmışlardır. Bu gülüş tarzında, dişler gözükür; fakat ses işitilmez. İşte bu, Peygamber Efendimiz'in gülüş tarzıdır.
Şakaları
Enes b. Malik (ra): "Rasûlullah Efendimiz, çocuklara karşı, insanların en çok şaka yapanı idi." (Taberanî, el-Mucemu's-Sagir, II, 39; İbnu'l Esir, en-Nihaye. III, 466). "Peygamber Efendimiz, insanlar içinde, hanımlarına en çok şaka yapan kimse idi." (İbn'ul Esir, en-Nihaye. III, 466; Gazali, İhya, III, 129) der.
Peygamber Efendimiz; daha çok, çocuklara; hanımlarına; fakir fukara zümresine ve çevresinden sevgi bekleyenlere şaka yapmıştır. "Arkadaşınla ağız kavgası yapma; ona şaka da yapma; bir söz verip tutmamazlık da etme!" buyurunca, çevresindekiler tarafından: "Ama ya Rasûlallah, siz de şaka yapıyorsunuz!" diye sorulduğunda: "Evet, ben de şaka yaparım; fakat ben (şaka yaparken bile) sadece hakikati söylerim." (Buharî, el-Edeb'ül-Müfred, s.102, nu:265; Tirmizî, Sünen IV, 357, nu:1990). cevabını vermişlerdir.
Enes b. Malik (ra) anlatıyor: "Peygamber Efendimiz bana, "İki kulaklı!" diye hitabetti." (en-Nihaye, I, 34).
Tirmizî'nin hocası Mahmud b. Gaylan, kendi hocası Ebû Üsame'nin bu haberi açıklayıcı mahiyette: "Yani Hz. Peygamber, Enes'e şaka yapmıştır." dediğini söylemiştir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder