Sayfalar

25 Nisan 2010 Pazar

Ermeni Sorunu VE TEHCİR

Dünya Savaşında Ermeni Sorunu


Harp İçinde Ermeniler:


31 Mart vakası ve Adana isyanını müteakip İttihad Terakki Fırkası ile Taşnak Komitesi İstanbul Heyeti arasında bir anlaşma yapılmıştı. 3 Eylül 1909 tarihli Tanin Gazetesinde yayınlanmış bu anlaşmayı Esat Uras şöyle anlatıyor:

“Vatanın bağımsızlığını sağlamak, bütününü ve politikasını sonuna kadar korumak, bir takım kimselerde doğan kötü düşünceleri yok etmek ve Osmanlı unsurları arasında iyi ilişkiler kurmak amacıyla İttihat ve Terakki Cemiyeti ile Ermeni Taşnaksutyun Komitesi arasında aşağıdaki noktalar da tam bir anlaşma doğmuştur.

Sözkonusu iki cemiyet, meşrutiyeti güçlendirmek ve halkın kültürel eğitimini en sağlam esaslar üzerine kurmak için bütün kuvvetleriyle ve hiçbir fedakarlığı esirgemeyerek çalışacaklardır.
Her türlü gerici hareketler ihtimaline karşı kanuni şartlar dairesinde kararlı ve belirli yönde hareket edilecektir.
Kutsal Osmanlı Vatanını bölünme ve ayrılıktan uzak bulundurmak, her iki cemiyetin faaliyetlerinin tek hedefi olduğundan, Ermenilerin bağımsızlık eğiliminde olduklarına dair istibdat döneminden kalan ve komuoyunda mevcut olan söylentilerin ortadan kaldırılmasına çalışılacaktır.
Her iki cemiyette vatanın ilerleme ve yükselmesine elverişli olan (illerin yetkisinin genişletilmesi) usulü hakkında aynı düşüncede bulunuyor.
İttihat ve Terakki Cemiyetiyle Taşnaksutyun Komitesi 31 Mart olaylarına Adana faciasını bir uyarı olarak kabul ederek yukarıda sayılan esaslı noktaların uygulanabilmesi için el ele vererek çalışmaya karar vermişlerdir.
İttihat ve Terakki Taşnaksutyun Komitesinin

Cemiyetinin genel merkezi İstanbul sorumlu heyeti



İstanbul Sorumlu Heyetinin yaptığı bu anlaşmayı Taşnak Merkez Komitesinin tasvip ettiğine dair bir kayıt bulunmamaktadır.

Taşnak Komitesi 1914 Haziranında Erzurum da bir kongre yapmıştır. O tarihlerde, Doğu vilayetleri için Rusya ile anlaşmaya varılmış, hatta genel valilerde tesbit edilmiş olduğu cihetle, Erzurum, Taşnakların rahatça her hususu konuşabilecekleri şehir haline gelmiştir.

Kamuran Gürün Ermeni Dosyası



Birnci Dünya Savaşının (Harb-i Umumi) başladığı tarihlerde Türkiye Ermenileri 50 yıldan fazla sürdürdükleri ayrılıkçı faaliyetlerle bir hayli mesafe almış bulunuyorlardı. 17 Mart 1863 tarihinde Padişah Abdülaziz’in onayı ile yürürlüğe girmiş bulunan Nizamname-i Millet-i Ermeniyan (Ermeni Milleti Nizamnamesi), Ermenilerin Osmanlı devletinden ayrılarak tıpkı Bulgaristan gibi ayrı bir millet ve devlet olarak ortaya çıkması arzusunu açıkça gösteriyordu. Bu nizamnamenin 57. maddesine göre Ermeniler 140 üyeli bir Meclis (Meclis-i Umumi) oluşturuyorlar ve bütün işleri yani idareyi bu meclise bırakıyorlardı. Görüleceği gibi Ermeniler bağımsız bir devlet olma yolunda ciddi bir hazırlık içinde bulunuyorlardı. Dünya Savaşı başladığı zaman Ermenilerin ayrılıkçı hareketi de hızlandı. Zira Osmanlı devleti Doğu cephesinde Rus saldırısı ile Çanakkale cephesindeki İtilaf Devletlerinin müşterek saldırısı karşısında bunalmış vaziyette idi. Yıllardan beri yapılan hazırlıklar sonunda Fransa başta olmak üzere Avrupalı devletler ve Rusya Ermenilerin ayrılıkçı hareketini desteklemekten başka, gerek siyasal gerekse askeri yardım konusunda da oldukça cömert davranıyorlardı. Doğu Anadolu’da Rus ordularına Ermeniler rehberlik ve kılavuzluk yapıyorlar, onların desteği ile Türk köy ve kasabalarına baskınlar yaparak, eli silah tutan erkeklerinin hemen hemen tamamı cephelere gitmiş olan köylerin kadın, çocuk, yaşlı ve hasta insanlarını acımasızca katlediyorlardı.

1914 yılı sonunda Türk ordusunun Ruslar karşısındaki bozgunundan sonra bölgede ilerlemesini sürdüren Rusların önünde Ermeni komitacılar ve silahlı militanları bulunuyordu. Bunlar 1915-1918 yılları arasında 600 binden fazla insanımızı şehit ettiler.

Fransa 17. Yüzyıl ortalarından beri yapmakta olduğu dini görünüşlü siyasal faaliyetlerini Orta ve Güney Anadolu üzerinde yoğunlaştırmıştı. Zira Kilikya denilen Çukurova ve Maraş bölgesinde çok sayıda Ermeni yaşıyor ve bunların da çoğu Fransa’nın katolikleştirme faaliyetinin hedefi içinde bulunuyordu. Kozan’da bulunan Sis Katagikosluğu 1916 yılında Van’da bulunan Ahtamar katagigosluğu ile birleştirlmişti. Kudüs Patrikliği de bu Katagigosluğa bağlanmıştı. Sis Katagikosluğu Fransa’nın Çukurovadaki bir temsilciliği gibi çalışıyordu.

1916 yılında İngiltere ve Fransa’nın Dışişleri Bakanları olan Sykes ve Picot bir antlaşma imzalayarak Anadolu’nun güney bölgelerini paylaşmışlardı. İşte bu antlaşmada Fransa Kilikya denilen bölgeyi almıştı. Çünkü söz konusu bölge üzerinde Fransa’nın asırlar süren faaliyetleri vardı.

SONUÇ

Birinci Dünya Savaşı içinde ve savaş bittikten sonraki işgal zamanında Fransa Türk toprakları üzerinde yaşamakta olan Ermenleri kendi siyasal menfaatleri uğruna kullanmıştır. Kurduğu Doğu Lejyonlarında (Ermeni Lejyonu) Ermenileri silahlandırarak Türklere karşı savaştırmıştır. Bu savaşlarda pek çok Ermeni hayatını kaybetmiştir. Fransız gazeteci-yazar Michel Paillares 1922 yılında yayınladığı kitapta bu durumu açık bir şekilde anlatırken şöyle diyor:

“...Zavallı Ermeniler! Siz Fransız Bayrağının kıvrımları arasında öldünüz. Adana’da, Maraş’ta, Urfa’da siz bizim için hayatlarınızı kaybettiniz...Lütfen bizi bağışlayınız...Fransızlar aldatıldı.”

Ankara Antlaşmasından sonra (20 Ekim 1921) , Fransızlar Anadolu’yu terketmeye başladılar. Ermenilerde hayal kırıklığı da o zaman başladı. Çok güvendikleri Fransa’nın kendilerini yine Anadolu’da, yine Türklerle başbaşa bırakıp gitmelerine çok üzüldüler. Şimdi başbaşa kaldıkları Türkleri daha birkaç yıl önce acımasızca katlediyorlardı. Büyük devletlere çok güvenmişlerdi ve eskiye dönüş olmayacağına, yani Anadolu’da Türklerle başbaşa bırakılmayacaklarına çok inanmışlardı. Bu büyük hayal kırıklığı içinde Fransız Genel valisi Gouraud’ya yalvarmaya başlamışlardı.Yazdıkları mektuplarda Halep’e nakillerini isterlerken iki sene içinde 30 Bin Ermeninin Fransız saflarında öldüğünü özellikle vurguluyorlardı.

Ermeniler, asırlardan beri birlikte yaşadıkları komşularına ve vatandaşlarına ve doğup büyüdükleri yurtlarına karşı ihanet içinde idiler. İşgal edilen topraklar sadece Türklerin değil Ermenilerin de vatanı idi. Fakat onlar sadece din mülahazasıyla Türkleri düşman, asıl düşmanları olan Avrupalıları da dost sanmışlardı. Tarihte pek çok kere olduğu gibi bir kere daha aldanmışlardı. Asıl dostlarının Türkler olduğunu unutmuşlardı. Bel bağladıkları Avrupalılar onları Türklerle savaşlarında piyon olarak kullanmışlar şimdi de yüzüstü bırakıp gitmişlerdi. Terör olaylarına karışmayan ve Türklerle dostluk içinde yaşamaktan yana olan Ermeniler de dökülen bunca kandan sonra felakete ortak olmaktan başka bir şey yapamamışlardır. Ermeni terör örgütlerinin ihanetlerine sessiz kalanlar, suskunluklarının cezasını çok büyük acılar yaşayarak çekmişlerdir. Tıpkı Türklere çektirdikleri gibi.

Birinci Dünya Savaşı Ermenilerin bağımsızlıklarını kazanmaları için iyi bir fırsattı. Ermeniler daha savaş öncesi dönemde hazırlıklarını yaptılar silahlandılar, planlı bir iç darbeye yönelmek için silahlı askeri kuruluşlar kurdular. Daha savaş başlamadan Ermeni ihtilal komiteleri harbin hedefini tesbit ettiler. Taşnaksutyun Komitesi, Rus Ermenilerinin Çar Ordusunda hizmet alacağını ve Osmanlı Ermenilerini özgürlüğe kavuşturacağını ilan etti. Hınçak Komitesi ise, Ermeniler için özgürlüğe kavuşmanın zamanı geldiğini her tarafa duyurdu. Osmanlı Ermenileri, İttihat ve Terakki iktidarı ile savaşa işbirliğini reddettiler. Osmanlı Devleti harbe girdikten sonra, İtilaf Devletleri ile birleşerek ülke içinde Türklere karşı cephe açtılar. İtilaf Devletleri için Ermeni sorunu, Türkleri çember içine almak için en uygun zamandı. Ermenilerle iş birliği yaparak Savaşı süratle sonuçlandırmak istiyorlardı. Türkler için Ermeni sorunu, öncelikle bir iç güvenlik ve Devletin varlığını koruma sorunu idi.

İlk isyan 17 Ağustos 1914’de Zeytun’da çıktı. Müstakil bir Ermeni kuvveti teşkil etmek isteyen Ermenilerin bu istekleri kabul edilmeyince isyan edip dağlara çıktılar. Maraş’taki Ermeni askerleri de silahlarıyla bunlara katıldılar.

Köyleri yakıp yıktılar. Kışlalara, hükümet konaklarına taarruz ettiler. Olay Kayseri’ye intikal etti. Erzurum ve Bayazıt’daki Ermeni askerleri de silahları ile beraber Kafkasya’ya kaçtılar. Van Mebusu Papazyan’ın başlarında bulunduğu Ermeniler de, Van ve Bitlis dolaylarında harekete geçmişlerdi.

Savaşın ilanından kısa bir süre sonra, yıllarca önce hazırlanan Ermeniler yer yer isyan ederek katliama başladılar. Daha önceden aldıkları direktiflere uygun olarak, Türk köylerini basıyor, çoluk, çocuk, kadın, ihtiyar demeden ellerine geçenleri en vahşi şekilde öldürüyorlardı.

Bu durumda hükümet, tedbir almak zorunluluğu duydu. Gerekli görülecek tehlikeli kişilerin, ferden veya toplu olarak, devlet güvenliğini tehdit etmeyen bölgelere zorunlu olarak gönderilmesi veya göç etmesi gerekiyordu. Tehcir (göç) kanunu bu amaçla çıkarılmıştır. Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı başladıktan sonra ve her tarafta Ermeni hareketi görüldükten sonra, uzun incelemeler sonucu, buna karar vermiştir. Tehcir Kanunu için başlıca üç sebep sayılabilir.

a) Mecburi göçten iki ay önce, İtilaf Devletlerinin Çanakkale harekatı başlamıştı. Osmanlı Devleti her taraftan düşmanla çevrilmişti.

b) İtilaf Devletleri, bilhassa Ruslar, Ermenileri Osmanlı askeri birliklerini arkadan vurmak için silahlandırmışlardı.

c) Özellikle Çanakkale’de İtilaf Devletlerinin taarruzu başlayınca, Osmanlı Ermenileri, ihtilal komitelerinin önderliği ile Rusların yanında yer aldılar ve çeteleri organize ederek terörist hareketlere giriştiler.



Nisan ayı içinde Ermenilerin Van işgali başladı. Van’daki ermeni kuruluşları, gönüllü Ermenilerden oluşan birliklerle çok kanlı sokak çarpışmalarından sonra Rus birliklerinin yardımı ile, Van şehrini ele geçirdiler. Van isyanı bir alarm idi. Ermenilerin, Ordunun ve Devletin güvenliğini sağlamak için, zorunlu göçe tabi tutulmaları bu olaylardan sonra alınmıştır. Tehcir kanunu 14 Mayıs 1915’de yürürlüğe girdi. Kanun metninde, bu kanunun sadece Ermenilere uygulanacağına dair bir ifade yoktur. Hükümet icraatına karşı çıkan, emirlerine itaat etmeyenlerle, silahlı direnmelerde bulunanlar, casusluk yapan köy ve kasaba ahalisi askeri gereklerden ötürü, tek tek veya topluca diğer yerlere sevk ve iskan edileceği öngörmekte idi.

Ermeni yazarları ve Ermeni görüşünü savunanlar, mecburi göçün Ermeni halkını imha amacıyla yapıldığını savunurlar. Öncelikle belirtmek gerekir ki, itham yanlış, yersiz ve haksızdır. Bir kere Tehcir Kanunu Ermeni isyanından sonra çıkarılmıştır. Son olarak da Van ayaklanması ve Van’daki Türklerin katliamı, kanunun çıkarılması gereğini haklı kılmıştır. Ermeni komitecisi Papasyan’ın açıkça belirttiği gibi, göçe, Ermenilerin Türk Devlet ve Milletini yok etme maksadı ile, Ruslarla işbirliğine girmeleri sebep olmuştur.

Mecburi göç her yerde uygulanmamıştır. İstanbul’da isyancılarla ilgili olan sadece 2345 kişi mecburi göçe tabi olmuştur. İzmir’de, Orta Anadolu’da ve Güney’de oturan Ermeniler göçe tabi olmamışlardır.

Göç sırasında bir milyon beş yüz bin kişinin öldürüldüğü iddiası da bir hayal mahsulüdür. Bu dönemde, Osmanlı ülkesinde yaşayan Ermenilerin toplam olarak miktarı ancak bu kadardır. Ermenilerin bir kısmının Kafkasya’ya, bir kısmının da Fransızların himayesine daha sonraları Suriye ve Lübnan’a göç ettikleri, yerleştikleri dikkate alınırsa, bu rakamların ne kadar abartılmış olduğu görülür. Şunu açıkça belirtmek gerekir ki, Ermeniler tarafından başlatılan isyan ve katliam hareketleri sonucu Türklerin kayıpları Ermenilerden çok daha fazladır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder