İbn-i Rüşd Kimdir?
11. yüz yılda İbni Sina İslam dünyasının doğu kesiminde Aristotelesçi Felsefenin parlak yorumcusu ve Felsefenin temsilcisi olmuş, fakat yüzyıl kadar sonra Gazali'nin eleştirileriyle İslam aleminde felsefe gözden düşmüştü. XII. yüz yıl sonlarında Aristotelesçilik ve dolayısıyla felsefe, ama bu kez yeni Plantoncu unsurlardan arındırılmış olarak, İslam dünyasının batı ucunda, Endülüs'te ilk ve son savunucusunu buldu. İbn-i Rüşd, bir yandan Aristoteles'in temel kitaplarına yazdığı şerhlerle, bir yandan da felsefe-din arasında bir uyuşmazlık değil, tersine bir bütünlük olduğunu, bu ikisinin bir tek gerçeğin iki ayrı anlatım ve kavrayış biçimi sayılması gerektiğini ortaya koymasıyla Tanındı.
Kadı, Hekim ve FILOZOF
İbni Rüşd 1126 yılında Kurtuba'da doğdu. Asıl adı Muhammed, babasının adı Ahmed'dir. Dedesinin dedesi olan Rüşd'ün adından dolayı İbni Rüşd (Rüşd oğlu) diye Tanındı. Bilginler yetiştirmiş bir ailenin çocuğudur. Kendisi gibi Kurtuba kadılığı yapmış ve ona adını vermiş olan Ebu'l-Velid Muhammed, Maliki mezhebinin önde gelen bilginlerindendi.
İbni Rüşd, ilk öğreniminden sonra döneminin entellektüel modeline uygun olarak tanınmış hocalardan Fıkıh, kelam ve Arap Edebiyatı alanlarında dersler aldı; ardından tıp ve felsefe Öğrenimi gördü. Dönemin tanınmış filozofu İbni Tufeyl tarafından, aydın bir devlet adamı olan Halife Ebu Yakup Yusuf'a) edildi (1160 takdim. Aynı yılda ünlü tıp ansiklopedisi el-Külliyat 'ı tamamladı. Felsefeye merakı olan Halife onu Aristoteles'in eserlerini şerhetmekle görevlendirdi. İbni Rüşd, önce İşbiliye (Sevilla) kadıliğına, ardından da Kurtuba başkadılığına atandı. Yıl Sonra Marakeş'te saray hekimi olan FILOZOF günü, bu arada öğretim çalışmalarını da sürdürdü. Ebu Yakup'un 1184'teki ölümü üzerine yerine geçen oğlu Ebu Yusuf Mansur döneminde de uzunca bir süre Ibni Rüşd'ün konumu değişmedi. Bir ara bilinmeyen bir nedenle halifenin tutumu tersine döndü ve filozofu öğrencileriyle birlikte Eli ane (Lucena) kasabasına sürdü; ancak kısa süre sonra araları yeniden düzeldi. Ne var ki çok geçmeden FILOZOF Marakeş'te 1198'de öldü.
Felsefesi
Ibn Rust, Aristo'nun düşünce sistemini İslam ile kaynaştırmaya çalışmıştır. Ona göre İslam'la felsefe arasında bir çatışma yoktur. Kişinin hem felsefe, hem din yoluyla hakikate erişebileceğini düşünmüştür. Kainatın ebediyetine ve formların ezeliyetine (ön kaybolmamış) inanırdı.
Felsefenin temel konusunun varlık olduğunu, Felsefenin varolanı, genel bir bütünlük içinde insana verileni incelemeye, açıklamaya çalıştığını savunan İbni Rust, bütün varlık türlerinin en Tepesinde bulunan yüce bir varlık olarak Tanrı'ya yalnızca var olandan, beş duyu ile algılanıp akıl ilkeleri ile açiklanan varlıklardan yola çıkarak gidebileceğimizi belirtmiştir. Felsefenin, varlık kavramı altında toplanan bütün nesneleri konu edinen disiplin olduğunu belirtmiştir. Bu nedenle düşünce sisteminde felsefe, teolojiden önce gelir. Bununla birlikte, Felsefe ve teolojiden her birinin kendisine özgü bir fonksiyonu olduğunu söylemiştir.
Aristoteles Felsefesine DÖNÜŞ
Mantık ve bilgi kuramı İbni Rüşd mantıkta koyu bir Aristoteles takipçisidir. Ona göre mantık, duyulur tikel varlıkların bilgisinden soyut gerçeklere doğru Yükselme aracıdır. Insanda, yalın duyumlardan, muhayyile ürünlerinden derece derece Akli gerçeklere doğru yükselmeye bir eğilim ve istek (şevk) vardır. Bize mutlak gerçeğin bilgisi verilmmişse de ona ulaşmamız için istek ve çabanın verilmiş olması bundan daha sevindiricidir. Bu düşünce daha sonra, yaklaşık ifadelerle, Alman düşünürü Lessing tarafından yinelenecektir.
İnsanın bilen öğesi onun «nefs» denilen ruhudur. Hayvanlar bilgiyi duyu ve muhayyile yoluyla, insan ise AKILLA edinir. Böylece ya ya da AKILLA kazanılır duyularla bilgiler; bunlardan ilkiyle ti kel bilgilere, ikincisiyle de tümel bilgilere ulaşılır. İbni Rüşd'e göre gerçek bilgi tümel olandır. Duyular ve muhayyile Hayvanlarda korunma güdüsünün birer Mekanizması olup hayvanlar kendilerini savunmak ve güvenliklerini sağlamak için duyu ve hayaller den yararlanırlar; bu da onların amacı bakımından yeterlidir. sana gelince, o daha üstün bir yeti olan akla sahip olduğu için duyumları ve hayal ettikleri üzerinde düşünme olanağını elde etmiştir de. Bu nedenle insan Ruhuna «nkık (düşünen) nefs» denilmiştir.
İbni Rüşd, insan bilgisinin tanrısal bilgiyle karıştırılmaması yolunda bir uyarıda bulunur. «Çünkü, der, insan tikel nesneleri duyularla, tümel nesneleriyse AKILLA algılar. Bu nedenle algılanan şey değiştikçe buna bağlı olarak insanın algıları (dolayısıyla bilgisi) da değişikliğe uğrar ve nesnelerin çokluğu algıların da çokluğu anlamına gelir. »Oysa Tanrı'nın bilgisi bizimkine Benzemez. Çünkü «bizim Bilgimiz var olan şeylerin etkisiyle oluşur; Tanrı'nın bilgisiyse var olanların nedeni» olduðundan onlardan etkilenmez, tersine sürekli etkin durumda kalır. Yine aynı ne-denk Tanrı'nın bilgisi ezeli, bizim bilgimizse sonludur.
Aklın eylemi, tümel kavramları ve özleri idrak etmekten ibarettir. Onun bilme eylemi üç aşamalıdır: soyutlama (tecrit), Birleştirme (terkip) ve yargıya yarma () hüküm. Biz, bir bilgi nesnesini algıladığımızda onu maddeden soyutlarız; sonra onu başka algılarımızla birleştiririz; son olarak da nesne veya olay hakkında doğru veya yanlış bir yargıya varırız.
İbni Rüşd, her ne kadar haklı olarak, Farabi ve İbni Sina'nın yeniplatoncu felsefeden aldıkları ve Aristoteles'e isnat ettikleri «doğuş» (sudur) kuramının Aristoteles'le ilgisi bulunmadığını kesin bir dille ifade etmiş ve böylece çok önemli bir tarihsel yanılgıyı düzeltmişse de , «Faal (etkin) Akıl» denilen ve İslam filozoflarınca Cebrail olduğu düşünülen Göksel varlığa o da inanır. Bu anlayışa göre bizim Kuramsal aklımızın işlevi bu AKILLA bağlantı (itti. sal) kurmaktır. Insan, yaşamı boyunca zihinsel bakımdan geliştikçe Etkin AKILLA ilişkisi de güçlenir. Ancak, İbni Rüşd'ün bu görüşünden mistik bir sonuç çıkarılmamalıdır. Çünkü onda Etkin Akıl'la bağlantı, insan aklının epistemolojik bir alanda işleyişi ve ilerleyişidir; tasavvufta düşünüldüğünün tersine, bilgi eyleminde insan zihni sürekli etkin durumdadır; yani ona bilgi verilmemekte, tersine o bilgiyi almaktadır.
İbni Rüşd, bütün İslam düşünürlerinden daha güçlü ve kararlı olarak, insanların gerçek anlamda var oluşunun, bilimsel düzeylerinin gelişmiş olmasıyla bağlantılı bulunduğuna inanır. Özellikle, Gazali'nin Filozofların Tutarsızlıkları, (Tehâfütü'l-Felâsife) adlı eserine yazdığı karşı Eleştiri Kitabı Tutursızlığın Tutarsızlığı, (Tehifütü't Tehafüt) Gazali'nin, doğa yasalarının zorunluluğunu reddeden görüşüne karşı çıkarak «duyulur nesnelerde gözlenen temelli nedenlerin varlığını inkar etmek safsatadır; bunları inkar eden kişi (Gazali), ya aklında olanı diliyle inkar ediyordur (Gazali'nin iki yüzlü davrandığını söylemek istiyor) ya da safsatadan başka bir şey olmayan bir kuşkuya kapılmıştır »diyordu.
Ancak, belirtmek gerekir ki, Gazali, doğa yasalarının zorunlu olmadıgını savunurken, gerçekte bunları inkar etmek istemiyordu; sadece bu yasaların zorunluluklarının neden-sonuç ilişkisinden değil, Tanrı'nın iradesinden ileri geldiğini söylüyordu. Yine de İbni Rüşd'ün düşüncesi Bilime güveni öne çıkarmak bakımından büyük önem tasir. 0, açıkça e akılsal kavrayış, olguları ve nesneleri nedenleriyle birlikte algılamaktan başka bir şey değildir ve bu işleviyle akıl kendisini öteki algı yeteneklerinden ayırmış olur. Öyleyse nedenleri inkar eden aklı inkar etmiş olur »derken, bilimin evrensel ilkesini ve temel dayanağını dile getiriyordu.
Ancak Gazali'nin, kendisinin de yanlış yorumlanmasına yol açan mistik karizması karşısında, İbni Rüşd'ün böylesine Akılcı ve bilimci açıklamaları Akdeniz'in doğu ucunda yankı bulamadı. Oysa bu düşünceler, daha çok Yahudi çevirmenler araciligiyla, Akdeniz'in batısında, Pirenelerin ötesinde «İbni Rüşdçülük>> (Averroisme) adıyla kurumlaşarak akla ve Bilime Dayalı yeni bir dünyanın kurulmasına öncülük edenlere yoğun bir ışık tutuyordu. Nitekim daha XVIII. yy'da İbni Rüşd'ün 38 kitabından 15'i Arapça'dan Latince'ye çevrilmiş bulunuyordu. Buna karşılık, aynı düşünürün, bir ölçüde Ebu'l-Berekat el Bağdadi (Ö. 1164) dışında, bir izleyicisi olmadığı gibi İbn Teymiyye (Ö. 1327> dışında ciddi bir eleştiricisi de yetişmemiştir. Yahudi çevirileri İbni Rüşd etkisinin Batı'ya Açılış taşınmasının ilk aşamasıydı. Yahudilerle Hıristiyanlar arasındaki kültürel yakınlık ve Batı Avrupa'da İbranice'nin yaygın olarak bilinmesi nedeniyle, Raymond Martin (Ö. 1254) Roger Bacon (Ö. 1294) vb düşünürlerin durumunda görüldüğü gibi, genellikle Ibranice yoluyla Arapça felsefi eserlerin Latince'ye çevrilmesi Xlll. yy Başlarında ileri bir düzeye ulaştı.
Varlık Felsefesi
Islam dünyasında Farabi ve lbni Sina önderliğinde sözde Aristotelesçi, gerçekteyse büyük ölçüde yeniplatoncu felsefe hakim olmuştu. Aristoteles'in özgün Felsefesine ilk kez İbni Rüşd döndü. Filozofun Metafizik'e yazdığı "Metafizik Özeti" adlı kısa şerhin başlıca amacı varlık ve onun bilgisine ulaşmaktır. Kendisi de açıkça «Amacımız, Aristoteles'in Metafizik'inden, onun varlık hakkındaki Kuramsal düşüncesini öğrenmektir» der. Aristoteles gibi İbni Rüşd de metafiziği kısaca "varlık bilgisi" olarak tanımlar. Fizik tikel nesnelerin nedenleriyle uğraşırken metafizik bunların en yüksek nedenlerini araştırır. Ona göre varlık bilgisi (yani metafizik), varlığın nedenlerini ve ilkelerini açığa çıkarmayı amaçlayan bir bilgidir. Böylece doğru bilgi varlığa uygunluk taşıyan bilgidir; bunun için de zihnimizde olanın dış dünyada olanla uygunluk taşıması gerekir. Sonuçta "varlık" kavramanın iki değişik anlamı ortaya çıkmaktadır.1. Epistemolojik varlık 2. Ontolojik varlık. Ikincisi birincisinin temelidir, Yani dış dünyada Gerçekliği olmayan veya böyle bir varlıkla her hangi bir ilişkisi bulunmayan hiçbir şeyi zihnimizde varlık olarak düşünemeyiz; veya böyle düşünülen bir varlık tümüyle kuruntudur, masal yaratığıdır. Çünkü var olmak, gerçek olmak demektir. Akil dış dünyadaki varlığın bilgisine ulaşınca, bu varlık artık bir kavram veya öz (mahiyet) durumunda zihinsel varlık haline dönüşün Dış dünyadaki varlıklara toz (cevher) denir. Toz kategorinin ilkidir Doğum; geri kalanları ikinci dereceden tözlerdir. Örneğin, "Sokrates insandır" «Sokrates» (tikel varlık) cevher olmakta «insan» dan (tümel varlık) önce gelir tümcesinde. Ancak, insan Oluş da Sokrates kadar gerçektir. Bununla birlikte Aristoteles gibi İbni Rüşd de tikel tözleri ya da duyulur Varlıkları metafiziğin hareket noktası yapmıştır.
İbni Sina gibi kimi filozoflar, her fiziksel varlığın biri TÜRE ait, öteki de cisme ait olmak üzere iki türlü formu bulunduğunu ileri sürmüşlerse de İbni Rüşd buna katılmaz. Ona göre fiziksel varlıkların yalnızca maddesi ve formu bulunur. Madde, onların duyulur olmalarının, form da AKILLA kavranır olmalarının nedenidir. İbni Rüşd tümellerin varlığını kabul etmekle Yeniçağ felsefesinin nominalizminden uzaklaşır; ancak ona göre tümellerin (ör. insan kavramı) ayrı ve bireysel varlıklardan (ör. Ahmet, Mehmet kavramı) bağımsız birer gerçekliğe sahip olduğunu ileri sürenler yanılmışlardır. Oysa, İbni Rüşd'e göre, «Şu bir gerçektir ki, özleri kavramak için tümellerin tikellerden bağımsız birer varlık taşıdıklarını düşünmemize hiç de gerek yoktur.» Tümeller yalnızca zihnimizin soyutlama yoluyla oluşturduğu varlıklardır. Böylece İbni Rüşd, tümel varlıkların ya da ideaların bağımsız gerçekliğini savunan Platon'un realizminden de uzaklaşır ve Aristoteles'in kavramcılığını benimser.
İbni Rüşd, evrenin «ilk madde» (heyula) denilen öğeden yaratıldığını, dolayısıyla yokluktan yaratma diye bir olayın söz konu su olamayacağını savunur. Evren ezeli bir birlik bütünlüktür. Yaratma, hareketten başka bir şey değildir; her hareketin bir konu su olduğuna ve hareket ezeli-ebedi olduğuna göre varlık ezeli ve ebedidir. Bu düşünce, Müslüman kelamcıların «evren yokluktan yaratılmıştır» görüşüyle açıkça çelişmektedir. Evrenin düzenin deki sürekli değişme sürekli hareket demektir, bu da bir «İlk Hareket Ettirici» yi gerektirir ki, o da Tanrı'dır.
Tanrı'nın bilinmesi sorunu
İbni Rüşd, kelamcı yöntemiyle yazdığı «Kanıtların Apaçık Yollarının Keşfi» (el-Kaşf'an Manahic el-Adiila) adlı kitabında Tanrı'nın bilinmesi () konusunda Eş'arilik, Mutezile, Batınilik, Haşviyye (lafızcılık) ve Tasavvuf biçiminde beş ana marifetullah bölüme ayırdığı İslami akımların yöntemlerini incelemeye koyulmuş; ancak bunlar arasında, güçlü etkisi ve yaygınlığı nedeniyle daha çok Eş'arilik üzerinde durmuştur. O, Allah'ı bilmenin yolunu yalnızzca sözlü gelenekte arayan, akıl ve düşünmeye hiç önem vermeyen Haşviyye'yi, Kur'an'ın insanı akla çağıran, düşünerek Tanrı'ya ulaşmaya yönelten yöntemine aykırı davranmakla suçladı. Mutezile ve bir ölçüde Eş'ariler Allah'ı bilmede akla önem vermişlerdir. Ancak yöntemleri Kur'an'ın izlenmesini istediği yönteme uymamaktadır. Çünkü hareket noktaları belirli diyalektik (cedeli) öncüllerden ibarettir. Sözgelimi «Evren hâdistir; cisimler bölünmeyen parçalardan (atomlardan) oluşmuştur; atomlar yoktan yaratılmıştır; evrenin yaratıcısı zaman dışıdır» gibi. Ancak bu türlü önermeler herkesin kavrayabileceği, tutarlı, hatta kanıtlanmış yargılar değildir. FILOZOF, insan ahlaksal çabalarla dış dün ya ilgilerini en aza indirip ruhunu ve gönlünü hazır duruma geri rirse Tanrı'nın kendi bilgisini bu Gönüle ilham edeceği yolundaki tasavvuf görüşünü de gerçekçi ve yeterli bulmaz. Çünkü, böyle bir yöntem Kuramsal olarak geçerli olsa bile, için mümkün bir yol değildir ve görelidir herkes; Üstelik bu görüş, Kur'an'ın insanlar için gerekli gördüğü zihinsel çabayı da hiçe saymaktadır.
Gazali'nin filozoflara karşı yönelttiği ünlü eleştirilerden biri de filozofların, Tanrı'nın tikelleri bilmediğini ileri sürdüklerine ilişkindi. İbni Rüşd bu soruna da açıklık getirmeye çalıştı ve haklı olarak bir yanlış anlamayı düzeltti. Gerçekten İslam filozofları, özellikle de İbni Sina, Tanrı tikelleri tümel yasaları içinde bilir. Her şey O'nun bilgisinden taştığına, O'nun yasalarına dayandığına göre, kendi bilgisini ve yasalarını bilmesi her şeyi bilmesi demektir. İbni Rüşd'e göre Tanrı parça parça, bireysel ve kopuk olarak şu ya da bu olayı bireyselliği ve tikelliği içinde bilir demek yanlıştır. Çünkü bu yargı Tanrı'nın bilgisini insanın bilgisine benzetmeye götürür.
Ahlak ve siyasetle ilgili görüşleri
İbni Rüşd toplumdan soyutlanarak yaşanan bir hayatın özellikle bilim ve sanatlar açısından verimli olmayacagim düşünür. Çünkü bu alanda başarı ve verimlilikte, daha önceki birikimlerin büyük katkı sı vardır ve yalnız yaşayan kişi bu birikimden yeterince yararlanamaz. Ayrıca her birey, bütün Toplumun mutluluğundan payını almalıdır, İbni Rüşd, muhtemelen Platon'un etkisinde kalarak, erkekler gibi kadınların da toplum ve devlet hizmetlerinde görev almaları gerektiğini düşünür; tam bir iyi niyetle, kadının, maddesel ve zihinsel birikimlerin hem kazanılması hem de korunması çabalarına katılması gerektiğini, oysa dönemindeki yoksulluk ve kötülüklerin bir nedeninin de kadının bir evcil hayvan veya bir tür zevk aracı gibi değerlendirilmesi olduğunu düşünür.
İbni Rüşd, dine de aynı Akılcı görüş açısından bakar ve ona ahlaksal Amaçları bakımından değer verir. Buna göre din, bir bilimsel Kuram olmayıp hukuksal ve ahlaksal yargılar düzenidir. Söz konusu yargılara ilgisiz İbni Rüşd bu nedenle kalarak dini bir bilgi kuramı ve felsefe sistemi gibi ele alan kelamcılarla sürekli mücadele etmiştir.
Eserleri
İbni Rüşd'ün Latince eserlerinin listesi Ernest Renan'da ve ondan Naklen Gauthier'de vardır. Latince, İbranice ve Arapça eserleri için tam listeler yapılmıştır. Bundan dolayı burada onları tekrar etmeyeceğiz. Yalnızca tetkikimizi kolaylaştırması bakımından, bu eserlerin nasıl Tasnif edildiğine ve telif sıralarına işaret edeceğiz.
İbni Rüşd'ün Aristoteles gruba ayrılır şerhleri 3: 1 umumiyetle. Büyük şerhler, 2. Orta şerhler, 3. Haşiyeler ve tahliller. Yanlışlık ile batıda Casiri, Rossi, Iourdain vb, tarafından İbni Rüşd Aristoteles'in ilk Arap mütercimi ve şarihi diye tanınmıştır. Bu iddianın hakikatten ne derece uzak olduğunu söylemeye lüzum yoktur. Fakat İbni Rüşd bütün eski tercümeler ve şerhlerden, Arista'ya dair tetkiklerin mühim bir kısmından, istifade etmiştir. Arapçadan başka dil bilmediği için Aristoteles'e Doğrudan doğruya müracaat etmiş değildir. Fakat batıya Aristoteles'i tanıtan, orta çağın birinci devrini kapayarak Rönesansa zemin hazırlayan lbni Rüşdcülüktü denilebilir. FILOZOF şerhler ve haşiyelerden ibaret olan bu eserlerinden başka Doğrudan doğruya ŞAHSİ fikirlerini ihtiva eden eserler de yazmistir. Asıl şerhleri gibi, bunlar da kısmen latinceye tercüme edilmiştir.
İbni Rüşd'ün eserlerinden te'lif tarihlerini bildiklerimiz şunlardır: al KÜLLİYAT fil-, el-Sarh al (36 yaşında) tiib-Sağır bi'l cuz'i-yat va'l hayvan (43 yaşında, lşbiliye'de), al Sarh el-Vasat l'il tabiiya va tahlilat al ahira (44 yaşında, İşbiliye), Sarh al-sama va'l Alam (45 yaşında, Işbiliye), al-Şark al-sağır li'l faşaha va'l Şir yol -- Vasat İi ma'ba'd'tabi'a (49 yaşında, Kurtuba'da), al-Şark El Vasat li'l ahlak (51 yaşında), Ba'z acza dk maddat al acram (53 yaşında, Marrakeş'te) , el-Kaşf 'bir manahic el-adilla (54 yaşında), al-Sarh al-kabir li'l-tabi a (61 yaşında), Sarh Calinus (68 yaşında), al Mantık (71 yaşında)
(İslam Ans., MEB., C. 5/II, RF. 785)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder