HALK HİKAYELERİKaynağını gerçek yaşamdan alan, anlatıya sazın - ezginin eşlik ettiği, ses ve mimiklerin kullanıldığı uzun soluklu anlatım türüdür. Boyutları açısından ikiye ayrılırlar:
1. Efsaneden, masaldan ya da gerçek yaşamdan alınmış, bir tek olay çevresinde geçen yapısı basit, kısa hikâyelerdir. Türküleriyle birlikte en çok iki saatlik anlatma süresi vardır.
2. Daha çok kalabalık kişileri, birbiri ardından gelen beklenmedik durumları ve bunun sonucu olarak da az çok çapraşıklaşan olayları birbirine ekleyerek anlatıya uzun bir süre sağlayan hikâyeler. Bu hikâyeler 1-7 gece devam edebilir.
HİKAYE ÖRNEKLERİ
Aslan, Kurt ve Tilki
Vaktiyle, bir aslan, bir kurt ve bir tilki arkadaş olmuşlar. Karınları acıktığından ava çıkmışlar. Av sonunda bir öküz, bir koyun bir de tavşan yakalamışlar. Avlarını bir araya getirdikten sonra aslan kurda dönerek:
- Şu taksimatı yap ta paylarımızı alalım demiş.
Kurt:
- Öküz zaten sizin. Koyun benim, tavşan da tilkinin demiş. Aslan buna çok kızmış, kurda bir pençe vurduğu gibi onu uçuruma yuvarlamış. Bu sefer tilkiye dönerek:
- Şu taksimatı bir de sen yapta görelim demiş. Kurnaz tilki hemen yanıtını yapıştırmış:
- Öküz sizin akşam yemeğiniz, koyun öğle yemeğiniz, tavşan da sabah kahvaltınız. Aslan, kıs kıs gülmüş, tilkiye sen bu fikri nerde öğrendin? demiş.
Tilki:
- Uçuruma giden arkadaştan yanıtını vermiş...
MESNEVİ HİKAYELERİMevlana Celaleddın-i Rumi nin
YILDIZLARIN NURU
Yıldızların nuru olan Şah Hüsameddin, beşinci cildin başlamasını istiyor. Ey Tanrı ışığı cömert Hüsameddin, beşeri bulantılardan durulanların üstatlarına üstatsın sen.
Halk perde ardında olamasaydı, halkın gözleri açık olsaydı ve havsalalar dar ve zayıf bulunmasaydı. Seni övmeye manevi bir tarzda girişir, bu sözlerden başka sözler söyleyecek bir dudak çardım.
Fakat doğan kuşunun lokmasını yont kuşu yutamaz. Çaresi, suyla yağı birbirine katmaktan ibaret. Seni bu zindan altminde yaşayanlara övmek lüzumsuzdur. Senin vasfını ancak ruhanilerin topluluğunda söyleyebilirim.
Alem ehline seni anlatmak zararlıdır. Seni aşk sırrı gibi gizlemekteyim. Övmek tarif etmek perdeyi yırtmaktır. Halbuki güneşin anlatılmaya da ihtiyacı yok, tarife de. Güneşi öven kendini över, iki gözüm de aydındır, çapaklı değil, ağrımıyor demek ister.
Alemdeki güneşi yermek, iki gözüm de kör, karanlık ve çipil diye kendini yermektir. Alemde muradına ermiş güneşe haset eden kişiyi bağışla sen.
Bir adam güneşi örtebilir, gözlerden gizleyebilir mi? Onun tazeliğini pörsütür onu soldurabilir mi? Yahut haddi sonu olmayan nurunu eksiltebilir mi? Yahut da onu mertebesinden indirebilir mi?
Ululara haset edene o haset ebedi bir ölümdür.
Senin kadrin rütbense akılların anlayacağı dereceyi çoktan geçti. Akıl, seni anlatmada şaşırdı, aciz kaldı. Gerçi bu akıl, anlatmada aciz oldu ama yine de acizcesine anlatması gerek. Çünkü hepsi anlaşılmayan bir şey bilin ki atılıvermez.
Bulutunun tufanını içemezsen su içmeyi nasıl terk edersin? Sırrı atıp ortaya koyamazsan kabuklarını anlat, onunla anlayışları tazele! Sözler sana göre kabuklardan ibarettir ama başka anlayışlara göre tamamı ile içtir.
Gök arşa göre aşağıdadır ama bu bir yığın toprağa göre pek yücedir. Seni kaybettiklerinden, fırsatı kaçırdıklarından dolayı hasrete düşmeden ben onlara seni öveyim de yol bulsunlar.
Sen Tanrı nurusun. Canı, Tanrı’ya kuvvetle çeker durursun. Halksa vehim ve şüphe karanliklarindadir.
Bu güzelim nurun, şu gözsüzlere sürme çekmesi için şart, o nuru ululamaktir. Delik kulakli istidat sahibi, nuru bulur. Çünkü o fare gibi karanliga aşik degildir.
Geceleri dönüp dolaşan çipiller, nasil olur da iman meşalesini tavaf edebilirler?
Müşkül ve ince nükteler din nuruna ulaşmamiş, karanlikta kalmiş kişilere, tabii bagdir. Böyle adam kendi hünerini örmek, bezemek için güneşe göz açamaz.
Hurma gibi göklere dal budak salamaz da köstebek gibi yeri delik deşik eder. Insan için, iç sikici dört şey vardir; bu dört şey aklin çarmihi kesilmiştir.
MANZUM ESERLER VE HİKAYE
Şiirsel özelliğe sahip, dini tasavvufi halk edebiyatı ürünleridir.
İlahi
Türk Halk Edebiyatı'nda din ve tasavvuf konularında, ezgiyle söylenen şiir türüdür. İlahinin özel bir biçimi yoktur. Koşma, semai biçimlerde olur. 7-8 heceli olanları genellikle dörtlüklerden, 11 ve daha çok heceli olanları ise beyitlerden oluşur.
Nefes
Alevi ve Bektaşi şairlerin, ayinlerde, meclislerde ezgiyle okunan, koşma biçimindeki şiirleridir.
Nutuk
Tarikata yeni giren dervişlere, tarikat derecelerini, tarikat adâbını öğretmek için söylenmiş şiirlerdir.
Deme
Tükmen Alevi Bektaşilerinin, aşık tarzı halk edebiyatı nazım türü olan nefese verdiği isimdir.
Devriye
Özellikle Alevi-Bektaşi Edebiyatı'nda, tasavvuf düşüncesinin devir kuramını konu edinen şiirlerdir. Destan, koşma, nefes, ilahi gibi biçimlerde yazılırdı.
Şathiye
Tekke şairlerini,n tasavvuf konularını örtülü bir biçimde işledikleri, Tanrı'ya senli benli bir söyleyişle seslendikleri şiir türüdür. Şathiyelerde, dinsel inançlar konu edilinirken yer yer alaycı bir dil kullanılır. İlk bakışta saçma sanılan bu sözlerin, yorumlandığında tasavvufla ilgili türlü kavramlara değindiği görülür. Şeriata aykırı ya da anlamsız gibi söylenmiş şathiyeler, varlık birliği inancına bağlı türlü görüşleri yansıtır.
Mensur Eserler
Düz yazı (nesir) olarak yazılmış yapıtlardır.
Fütüvvetname
Fütüvvetle ilgili değerlendirmelerin, geleneklerin yer verildiği, fütüvvetin ilkelerini, tarihini, niteliklerini, törelerini konu edinen yapıtlara verilen addır. Bu yapıtlarda, fütüvvetlerin özellikleri açıklanır, fütüvvet yoluna girerken uyulması gereken kurallar belirtilir. Günümüze ulaşan en eski fütüvvetname, 10. yüzyılda mutasavvıf Sülemi tarafından yazılan Arapça Kitab ül-fütüvve'dir.
Silemi, yapıtlarında, füttüvetin kurallarından, yol ve yordamından söz eder; fütüvveti uygunsuz davranışlardan kaçınmak, Tanrı'ya itaat etmek, ahlak üstünlüklerini, güzelliklerini korumak şeklinde tanımlar.
Gazavetname
Türk Edebiyatı'nda, savaşları konu edinen yapıtlara verilen isimdir. Gazavetname ile daha çok din düşmanları üzerine, gazilerin düzenledikleri akın ve savaşları, bu sırada gösterilen kahramanlıkları anlatan yapıtlar kastedilir. Bu kentin ya da bir kalenin alınmasını konu edinen yapıtlara "fetihname", düşmanın yenilgisiyle biten savaşları konu edinenlere ise "zafername" denirse de, bu gibi farklılıklar daha sonra birbirine karıştırılmış ve bunların tümüne birden "gazavetname" denilmiştir.
Menakıbname
Menakıbnamelerde, kahramanların, din ulularının, tarikat büyüklerinin yaşamları, gösterdikleri kerametler yer alır. Kahramanlar, olağanüstü nitelikler taşır, olağanüstü işler yaparlar.
Battalname
Battal Gazi'nin menkıbeleşmiş hayatı üzerine kurulmuş destansal halk hikayesidir. Yapıtta, Battal Gazi'nin tarihsel kişiliği çerçevesinde oluşan menkıbelerin yanısıra, başkalarına ait kahramanlıkların Battal'a mal edilmesi ve hikâyecinin düşsel katkısı ile oluşan; böylece gerçek tarihten iyice uzaklaşan serüvenler anlatılır. Battal'ın adı çerçevesinde oluşmuş iki halk hikayesi vardır: Arapça "Z'at ül-himme" (halk ağızında Zelhimme) ile Türkçe "Battalname".
MANZUM HİKAYE VE
İmam Bûsîrî ve Kasîde-i Bürde
Hassân ibn Sâbit ve Ka'b ibn Züheyr'den itibaren İslâm dünyasında yetişen sairler, dehâ ve sanatlarının en olgun ürünlerini Hz. Peygamber için yazmış oldukları naat ve kasîdelerde ortaya koymuşlardır. Fakat bunlardan bazısının eseri sanat değerinden çok, kazandığı şöhret bakımından diğerlerinden daha şanslı sayılmaktadır. iste bu kervanın önde gelenlerinden biri XIII. yüzyılda Mısır'da yasamış olan imam Bûsîrî'dir. 1 şevval 608/7 Mart 1212'de Yukarı Mısır'daki Behnesâ şehrine bağlı Behsim'de dogan Muhammed el-Bûsîrî, Berberî asilli olup Fas'taki Hammâd Kalesi'nde Habnûnogullari diye tanınan bir aileden gelmektedir. Baba tarafından Bûsîrli olduğu için Bûsîrî, annesi tarafından Delâsli olduğu için de Delâsî nisbesiyle anılmaktadır. sairin, bazen bu iki kelimeyi birleştirerek Delâsîrî nisbesini kullandığı da görülür. Çocukluk yılları, ailesiyle birlikte yerleştiği Delâs'ta geçmişti. Daha sonra Kahire'ye giderek burada islâmî ilimlerin yanı sıra dil ve edebiyat tahsil etti. Özellikle hadis ve siyer ilimleriyle daha çok meşgul olduğu, ayrıca Yahudi ve Hıristiyanlığa karsı yazmış olduğu reddiyelerden onun Tevrat ve İncil hakkında geniş malumata sahip bulunduğu anlaşılmaktadır.
Bir süre Bilbis şehrinde maliyede kâtip olarak çalıştıktan sonra Kahire'ye dönmüş ve {REF küttâb} denen Kur'an dershanesinde eğitim ve öğretim faaliyetinde bulunmuştur. Daha sonra el-Mahalle ve Sehâ şehirlerinde kâtip olarak çalışırken mesâi arkadaşları olan Hıristiyan memurların yaptıkları yolsuzluklardan fazlasıyla rahatsızlık duyarak bunları şiirlerinde dile getirmiştir.
Kısa boylu ve zayıf bir bünyeye sahip olan Bûsîrî'nin başlıca huzursuzluk kaynağı, hanımının hırçınlığı ile çocuklarının çokluğu ve geçim sıkıntısı olmuştur. sâzelî tarikatının kurucusu Ebü'l-Hasan es-sâzelî'ye intisap eden sair, onun ölümü üzerine yerine geçen Ebü'l-Abbas el-Mürsî'ye hitaben yazdığı 142 beyitlik "dal" redifli mersiyede şeyhinin fazilet ve meziyetlerinden sitayişle söz eder.
Öyle anlaşılıyor ki ünlü mutasavvıf ibn Atâullah el-iskenderî ile Bûsîrî, şeyh sâzelî'nin en önde gelen iki mürididir.
Ancak ibn Atâullah ilâhî aşk temasını islerken, Bûsîrî daha çok peygamber sevgisini terennüm etmiştir.
Hayatinin sonlarına doğru felç olan Bûsîrî, rivayete göre Hz. Peygamber için yazdığı bir kaside sayesinde bu hastalıktan kurtulmuş ve uzun bir ömürden sonra seksen küsûr yaşlarında İskenderiye'de vefât etmiştir (696/1296-97).
Bûsîrî'nin kaleme aldığı eserlerin tamamına yakını manzum olup çoğu Hz. Peygamber hakkında yazılan kasidelerden ibarettir. şiiri, yapı ve üslûp bakımından son derece sağlam ve liriktir. Bu yüzden asırlar boyu onun naat ve kasideleri İslâm coğrafyasının her bölgesinde büyük ilgi görmüş, dinî toplantılarda en çok okunan şiirler arasında yer almıştır. Klasik kaynaklarda dağınık bir şekilde bulunan on iki kasideden ibaret olan şiirleri bir araya getirilerek Dîvânü'l-Bûsîrî adıyla yayımlanmıştır (nsr. Muhammed Seyyid Keylânî, Kahire 1374/1955). islâmî edebiyat alanında dünya çapında en meşhur eseri Kasîdetü'l-bürde diye bilinen 160 beyitlik kasidesidir. Coşkun bir peygamber aşığı olan Bûsîrî'yi şöhretin zirvesine taşıyan bu kasideye kendisi el-Kevâkibü'd-dürriyye fî medhi hayri'l-beriyye adini verdiği halde, yukarıdaki isimle tanınması gördüğü bir rüyâdan kaynaklanmaktadır. söyle ki hayatinin sonlarına doğru felç hastalığına yakalandığı bir sırada, rivayete göre rüyâsında Hz. Peygamber Bûsîrî'den kendisi için yazdığı kasideyi okumasını ister; o "yâ Resûlallah! Ben sizin için çok kasideler yazdım, hangisini emredersiniz?" deyince, Hz. Peygamber kasidenin matla' beytini okuyarak bu kasideyi işaret eder. Bûsîrî kasidesini okurken Hz. Peygamber iki yana doğru sallanarak zevkle dinler. Yine rivayete göre Bûsîrî'yi ödüllendirmek üzere hırkasını çıkarıp yatmakta olan hasta şairin üzerine örter; bir diğer rivayette ise vücudunun felçli kısmını eliyle sıvazlar. Şair heyecanla uykudan uyanır, gördüğü rüyânın zevkiyle toparlanmaya çalışırken felçten bir eser kalmadığını fark ederek sevincinden ne yapacağını şaşırır. Bu sırada şafak söküp sabah namazı vakti yaklaşmaktadır. Bûsîrî abdest alıp mescide giderken bir dervişle karşılaşır.
Derviş ondan bu gece Hz.Peygamberin huzurunda okuduğu kasideyi kendisine vermesini ister. iste bu olay duyulduktan sonra kaside büyük bir üne kavuşur ve zaman asimi ile sairin verdiği isimle değil, rüyâda Hz. Peygamber tarafından üzerine örtülen hırka sebebiyle Kasîdetü'l-bürde diye anılmaya baslar. Bazı kaynaklarda hastalıktan kurtulması sebebiyle Kasîdetü'l-bür'e diye geçiyorsa da bunun yakıştırmadan öte bir değeri yoktur.
Dünyada en meşhur ve en çok okunan kasideler arasında yer alan bu eser, belli başlı bütün kültür dillerine tercüme edildiği gibi, Afrika, Güneydoğu Asya ve Balkanlardaki mahalli dillere de çevrilmiştir. Çeşitli bölge ve ülkelerde genellikle sünnet, nisan ve düğün merasimlerinde, mübarek gün ve gecelerde, ayrıca haftalık evrad olarak okunmakta, son münacât kısmı ise felçli hastalar üzerine yedi gün süreyle okunup Cenâb-i Hakk'tan şifa niyaz edilmektedir.
Tesbit edilebildiği kadar kasideye yapılan şerhlerin sayısı 110, tahmisler 58, tesdisler 16 civarında olup, üzerine sayısız nazireler yazılmıştır. Biz bu çalışmamızda kasideyi Türkçe tercümesi ile birlikte verirken ayni zamanda Kasîde-i Bürde'yi Türkçe Söyleyiş başlığı altında her beyiti Türkçe terennüm etmeye çalıştık. Dinî heyecanı canlı tutmak ve peygamber sevgisini yaşatmak için sanatın gücünden her dönemde istifade edilmiştir. Genç nesillerin bu gerçeği dikkate alarak bu konuda daha güzel örnekler ortaya koyacakları ümidiyle..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder