28 Ekim 2009 Çarşamba

Atatürkün vatan ve millet sevgisini anlatan sözleri

Atatürk'ün Vatan ve Millet Anlayışı



ya da yalnızca inanç birliği aynı toprak parçası üzerinde yaşayan
insanların millet olması için yeterli şart değildir. Bir milleti millet
yapan temel koşul, söz konusu insan topluluğunun ortak bir geçmişe
ve ortak bir gelecek hedefine sahip olmasıdır. Atatürk'ün millet tanımının
özünü de işte bu anlayış oluşturmaktadır. Atatürk'e göre bir topluluğun
millet sayılabilmesi için, "zengin bir hatıra mirasını elinde bulundurmak, birlikte
yaşama hususunda ortak istekte samimi olmak, sahip olunan mirasın korunmasını
birlikte sürdürebilme konusunda ortak iradeye haiz olmak, gelecek için aynı
programı gerçekleştirmeyi istemek ve birlikte sevinmiş, birlikte aynı ümitleri beslemiş
olmak" gereklidir. Bu temel koşulun sağlanması ile birlikte, elbette dil,
din, ırk birliği de önemli destekleyici unsurlardır. Özellikle ana dil,
insanları düşünce, ruh ve kültür açısından birbirine bağlayan önemli bir
öğe olduğu için millet olmanın da önde gelen şartlarından biridir.
Atatürk'e göre, "asıl olan millettir, ilham ve güç kaynağı milletin
kendisidir. Bir millet için mutluluk olan bir şey, diğer bir
millet için felâket olabilir. Aynı sebepler ve şartlar birini mutlu
ettiği halde, diğerlerini mutsuz kılabilir"; öyle ise, her millet akıl
ve bilim yolu ile yalnız kendi değerlerini ve çıkarlarını bulmalıdır.



Atatürk için bütün milletlerin tarih sahnesinde ayrı bir yeri vardır
ve o bütün milletlere saygı duyar, ama Türk Milleti'nin yeri
apayrıdır. Atatürk bu çıkarımı, tarihi bilgilere ve belgelere dayanarak yapmıştır.
Tarihe özel bir ilgisi olduğu bilinen Atatürk, Cumhuriyet'in ilanından sonra
tarih çalışmalarına önem vermiş, bu çalışmaları milletimizin tarihi bilincinin geliştirilmesi
ve şanlı mirasımızın herkes tarafından öğrenilmesi için kullanılmasını istemiştir. Özellikle
Atatürk döneminde, tarih alanındaki olağanüstü çalışmalarla Türk'ün geçmişi aydınlatılmıştır.

Atatürkün vatan ve millet sevgisini anlatan sözleri

Ayrıca Atatürk'e göre bir milleti başka milletlerden ayıran temel nitelikler
vardır. Atatürk, Türk Milleti'nin özelliklerini çok kapsamlı olarak tespit etmiş
ve millet bilinci tam olarak gelişmemiş olan kişilerin de bu
özellikleri en güzel şekilde kavrayabilecekleri bir ortam hazırlamıştır. Bir sözünde
Atatürk, Türk Milleti'ni şöyle tanımlamıştır:


Türk Milleti milli duyguyu,
insani duyguyla yan yana düşünmekten zevk alır. Vicdanında milli duygunun
yanına insani duygunun şerefli yerini daima muhafaza etmekle iftihar eder.
Çünkü Türk Milleti bilir ki, bugün uygarlığın yüce yolunda bağımsız
ve fakat kendileriyle paralel olarak yürüdüğü bütün uygar milletlerle karşılıklı
insani ve medeni ilişkide bulunmak elbette gelişmemizin devamı için gereklidir
ve yine malumdur ki; Türk Milleti, her uygar millet gibi
mazinin bütün devirlerinde keşifleriyle, ihtiralarıyla uygar dünyaya hizmet etmiş insanların,
milletlerin değerini takdir ve hatıralarını saygı ile muhafaza eder. Türk
Milleti, insaniyet aleminin samimi bir ailesidir.



Tarihe şanlı zaferleri
ile geçen IV. Murat ve Osmanlı Ordusu, Bağdat önlerinde.

Atamızın
da vurguladığı gibi, Türk Milleti, millet olmanın öneminin ve gerekliliklerinin
bilincindedir. Bununla birlikte Atatürk'e göre, her millet kendi yetenekleri, kültürü
ve imkânları çerçevesinde bir yapı ortaya koyar ve bu yapıyı
diğer milletlere kabul ettirmekle, diğer milletlerle birarada, huzur ve güven
çerçevesinde bir yaşam oluşturmakla sorumludur. Milletin, varlığını devam ettirmek için
sahip olması gereken özelliklerin savunulması ve korunması da "milliyetçilik" olarak
tanımlanır. Atatürk milliyetçiliğinde ise, gerçek bir Türk milliyetçisinin temel amacı,
Türk'ün her alanda yükselmesinin sağlanmasıdır. Bunun için de Türk milliyetçisi,
çağdaşlaşma yolunda hiçbir engel tanımayacak, gelişmiş devletlerin seviyesine ulaşırken kendi
özünden ve değerlerinden asla uzaklaşmayacak, bununla birlikte onlarla bir uyum
içinde olacak ve tüm özellikleri ile insanlığa örnek teşkil edecektir.
Türk milliyetçiliğinin temeli, örfünden ve adetlerinden hiçbir şey kaybetmemesi, manevi
değerlerini korumasıdır. Çünkü Atatürk'e göre gerçek millet sevgisi böyle bir
milliyetçilik anlayışı gerektirir ve başarıya da ancak böyle bir anlayışla
ulaşılabilir.


Atatürk'ün Türk milliyetçiliği üzerinde bu kadar çok durmasının
tarihi sebepleri vardır. Türklerin dünya tarihine ve uygarlıklara yaptığı üstün
hizmetler bilinmektedir. Türk Milleti dünya tarihine damgasını vurmuş bir millettir.
Unutulmaz zaferler kazanmış, tarihe kahramanlık destanları yazdırmış, üç kıtada köklü
devletler kurmuş, asırlar boyunca dinleri, dilleri, ırkları farklı olan milletlere
hükümdarlık etmiş, hepsini adalet ve hoşgörü ile yönetmiş, ayak bastığı
yerlere medeniyet götürmüş, ahlakı ile dünya milletlerine örnek olmuştur. Türk'ün
kahramanlıkları, kabiliyetleri ve üstün ahlakı tarihe geçmiştir. Atamızın "Türk Milleti'nin
karakteri yüksektir" sözüyle de işaret ettiği gibi, Türk Milleti'nin ahlaki
özellikleri ve yüksek seciyesi diğer tüm milletlerden dikkat çekici şekilde
üstündür. Pek çok tarihçi ve sosyolog da bu konuda hemfikirdir.



Atatürk'ün anlayışına göre, böyle üstün meziyetlere ve hasletlere sahip
bir milletin vatanı da kutsaldır. Vatan sevgisi, milliyetçiliğin önde gelen
öğelerindendir ve Türk milliyetçisi gerçek bir vatanseverdir. Atatürk Türk Milleti'nin
vatanını şöyle tanımlamaktadır:



Vatanımız, Türk Milleti'nin eski ve yüksek
tarihi ve topraklarının derinliklerinde varlıklarını sürdüren eserleri ile bugünkü yurttur.
Vatan hiçbir kayıt ve şart altında ayrılık kabul etmez ve
bütündür.


Bir insanın milli duygu bilinci içinde kendi topraklarına
sahip olması kadar güzel bir duygu yoktur. Kendi toprağına sahip
olma duygusu milliyetçilik ilkesinin zorunlu bir sonucudur. Mustafa Kemal de
bu duyguya tüm insanlara örnek olacak bir şekilde sahip olmuş
ve bunu eylemlerinin yanında şu sözleriyle de ifade etmiştir:



Milletler işgal ettikleri arazinin gerçek sahibi olmakla beraber, beşeriyetin vekilleri
olarak da o arazide bulunurlar. O arazinin


servetinden kendileri
istifade ederler ve dolayısıyla bütün beşeriyeti de yararlandırmakla yükümlüdürler. Bu
yasaya göre bundan aciz olan milletler bağımsız olarak yaşamak hakkına
layık değildirler.


Avrupalıların "Hasta Adam" diye nitelediği bir milleti
ayağa kaldıran Büyük Kurtarıcı Atatürk, içindeki coşkun vatan sevgisi ile
her zaman Türk Milleti'nin bağımsızlığını hedefleyerek ülkeyi önce askeri, sonra
da sosyal ve ekonomik alanlarda zaferden zafere taşımıştır. "Yurt toprağı,
sana herşey feda olsun. Kutlu olan sensin. Hepimiz senin için
fedaiyiz. Fakat sen, Türk Milleti'ni ebedi hayatta yaşatmak için feyizli
kalacaksın." sözleri de Atatürk'ün örnek vatan sevgisinin belki de en
güzel, en anlamlı ifadesidir.


Büyük Önder vatanın kendisi için
ne anlama geldiğini ve hayatını vatanı uğrunda harcamaktan şeref duyduğunu
ise şöyle belirtmektedir:


Benim ihtiraslarım var, hem de pek büyükleri;
fakat bu ihtiraslar, yüksek mevkiler işgal etmek veya büyük paralar
elde etmek gibi maddî emellerin tatminiyle ilgili bulunmuyor. Ben bu
ihtiraslarımın gerçekleşmesini, vatanıma büyük faydaları dokunacak, bana da gerektiği gibi
yapılmış bir vazifenin canlı iç rahatlığını verecek büyük bir fikrin
başarısında arıyorum. Bütün hayatımın ilkesi, bu olmuştur. Ona çok genç
yaşımda sahip oldum ve son nefesime kadar da onu koruyacağım.





Atatürk Milliyetçiliği


Atatürk Türk Milleti'ni, "Türkiye Cumhuriyetini kuran
Türk halkına, Türk Milleti denir" sözleri ile tanımlamıştır. Atatürk'e göre,
Türk halkı birbiriyle kaynaşmış, müşterek bir geçmişe ve kültüre sahip,
milli ülküler için gelecekte birlikte yaşama arzusunda olan bir topluluk
olarak, Türk Milleti'ni oluşturur. Atatürk milliyetçiliğinde kendisini Türk sayan ve
Türk Milleti'ne mesup olmanın şeref ve bilincine sahip herkes Türk'tür.
Bu bilinç, Türk Milleti'ni milli dava için çalışmaya iten en
önemli güçtür.





Türk eli büyüktür. Her
yeri dolduran Türk'tür ve her yeri aydınlatan Türk'ün yüzüdür. Diyarbakırlı,
Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir milletin
evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır. Bu damarlar birbirini tanısın. Bu
dediğim şey olduğu zaman, başka bir alem görülecek ve dünyaya
hayret verecektir. Türk'ün varlığı bu köhne aleme yeni ufuklar açacaktır.





Atatürk milliyetçiliği, başka milletlerin milli kültürlerine ve
bağımsızlıklarına saygılıdır. Atatürk'ün, "Bize milliyetçi derler; biz öyle milliyetçileriz ki,
bizimle iş birliği yapan bütün milletlere saygı gösteririz" sözleri ile,
milliyetçilik anlayışının nezaketini ve barışseverliğini ortaya koymuştur. Bu barışsever politika,
"Yurtta sulh, cihanda sulh" sözleri ile biçimlenmiştir. Bununla birlikte, Atatürk
milliyetçiliğinde ana hedef, Türk Milleti'nin, kendine yakışır şekilde, onurlu ve
şerefli bir millet olarak varlığını devam ettirmesidir. Bunun için öncelikli
şart bağımsızlıktır; bundan sonra yapılması gereken ise, dünya milletleri arasında,
onlarla eşit haklara sahip bir konuma gelmek ve hatta diğer
milletlerin liderliğini üstlenebilmektir. Bu milliyetçilik bugünkü vatanımızın sınırlarıyla çizilen, yeni
topraklara sahip olma hevesinden arınmış, fakat bağımsız ve özgür yaşamaya
kesin azimli, dünya milletlerini bir aile sayan, her milletin haklarına
saygılı, kendi haklarını ve haysiyetini korumakta kararlı, diğer bir deyişle
"insani bir Türk milliyetçiliği"dir.



Türk milliyetçiliği, ilerleme ve gelişme
yolunda ve milletlerarası ilişkilerde bütün çağdaş milletlerle aynı çizgide ve
onlarla uyum içinde yürümekle birlikte, Türk toplumunun özel karakterlerini ve
başlı başına bağımsız kimliğini saklı tutmaktır.


Bu milliyetçilikte Türk Milleti'nin
bağımsızlığı uğruna göze alınamayacak bir fedakarlık yoktur. Çünkü milliyet duygusu,
bir toplumda bireylerin kendilerini bütüne bağlı ve onun bir unsuru
olarak görmeleri ve o milletin bekası için varlıklarını ortaya koymaya
hazır olmalarıdır. Büyük Önder hiçbir zaman ırkçılık temeline dayanan bir
milliyetçiliği savunmamış, daima hars milliyetçiliğinin, yani kültür milliyetçiliğinin taraftarı olmuştur.
Ortak tarih ve kültüre sahip olan insanımızı milli bir şuur
altında birleştirmeye çalışmıştır. Genç Türkiye Cumhuriyeti'nin de ancak bu şekilde
güçlenebileceğini belirterek, "Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz; Cumhuriyetimizin mesnedi Türk camiasıdır.
Bu camianın efradı ne kadar Türk harsıyla dolu olursa, o
camiaya istinat eden Cumhuriyet de kuvvetli olur" demiştir. Atatürk, Türk
milliyetçiliğinin temeline oturtmaya çalıştığı milli ahlakı ise şöyle tanımlamıştır:


Gerçekten
de, ahlakiyet özel fertlerden ayrı ve bunların üstünde, ancak toplumsal,
milli olabilir. Milletin toplumsal düzen ve sükunu, hal ve gelecekte
refahı, mutluluğu, selameti ve dokunulmazlığı, uygarlıkta ilerlemesi, yükselmesi için insanlardan
her konuda bilgi, gayret, nefsin feragatini, gerektiği zaman seve seve
nefsinin fedasını talep eden milli ahlaktır. Mükemmel bir millete milli
ahlakın gerekleri o millet fertleri tarafından adeta muhakeme edilmeksizin vicdani,
duygusal bir nedenle yapılır. En büyük milli duygu, milli heyecan
işte budur. Millet analarının, millet babalarının, millet öğretmenlerinin ve millet
büyüklerinin evde, mektepte, orduda, fabrikada, her yerde ve her işte
millet çocuklarına, milletin her ferdine bıkmaksızın ve mütemadiyen verecekleri milli
terbiyenin amacı, işte bu yüksek milli duyguyu sağlamlaştırmak olmalıdır. Ahlakın
milli, toplumsal olduğunu söylemek ve maşeri vicdanın bir ifadesidir demek,
aynı zamanda ahlakın kutsal sıfatını da tanımaktır.





Çanakkale Savaşı sırasında ileri siperlerde görev yapan Atatürk



Milli Egemenliğin Önemi




Osmanlı İmparatorluğu'nun I. Dünya
Savaşı sırasında büyük bir yenilgiye uğramasının ardından, Batılı devletler hemen
Osmanlı topraklarını paylaşmak üzere planlar yapmaya başladılar. Sir William Opren
tarafından yapılan bu tabloda, 28 Haziran 1919 tarihinde Paris'te Osmanlı
topraklarının paylaşımı için biraraya gelen liderler görülmektedir.

Atatürk'ün millet
sevgisini gösteren önemli dellilerden birisi de milletin üzerindeki tüm baskıları
ve keyfi idareleri kaldırarak, milleti kendisinin yöneticisi konumuna getirmesidir. Milli
Mücadele, "milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır" sözleri
ile başlamıştır. "Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir" sözü ise, Atamızın milletine
verdiği değerin göstergelerinden biridir. Egemenlik, yöneten ve düzenleyen bir güç,
bölünmez bir kuvvettir. Eğer bir ülkede bu güç, o ülkede
yaşayanlara ait değilse, ülkenin dışından geliyorsa, o zaman bu ülkede
güçlü ve bağımsız bir devletin varlığından bahsedilemez. Bu, tam anlamı
ile sömürü düzenidir. Dolayısıyla, güçlü bir devlette söz konusu iradenin
muhakkak o ülkenin içinden çıkması, diğer bir deyişle milli olması
şarttır. Atatürk'ün kastettiği "milli" ve "egemenlik" sözcüklerinin birleşmesinden oluşan "milli
egemenlik" kavramı ise, milletin sahipliği, milletin egemenliği anlamına gelmektedir. Buna
göre, bir devlet üstünde hiçbir yabancı gücün etkisi olmadığı gibi,
milletin üstünde de hiçbir sınıf, zümre veya kişiye ayrıcalık tanınamaz.
Milletin iradesinin üzerinde başka bir irade ve güç yoktur.



I. Dünya Savaşı'nın İtilaf Devletleri'nin yenilgisi ile sonuçlanmasının ardından, Osmanlı
İmparatorluğu'nun toprakları parçalanmaya başlanmış, ülkenin dört bir yanı düşman tarafından
işgal edilmişti. Bu dönemde, düşmana karşı nasıl bir strateji izleneceği,
nihai hedefin ne olması gerektiği hakkında ülkenin aydınları ve önde
gelenleri arasında çeşitli tartışmalar vardı. Bir grup yabancı bir gücün
mandası altına girmenin gerekli olduğunu savunurken, başta Mustafa Kemal olmak
üzere bağımsızlık yanlısı bir grup da mandanın bir tür esaret
anlamına geldiğini ve Türk Milleti'nin asla esareti kabul edemeyeceğini, tek
çözümün bağımsızlık olduğunu savunuyordu. Manda taraftarları arasında da hangi ülkenin
mandası olunacağı konusunda fikir ayrılığı vardı. Bazıları İngiliz mandasını savunurken,
bazıları da Amerikan mandasının kabul edilmesi gerektiğini iddia ediyorlardı.



Atatürk ise, en başından beri bağımsızlığı Türk Milleti için tek
çare olarak gördüğünü ve yeni bir Türk devletinin kurulması için
yola çıktığını Nutuk'ta şöyle anlatıyordu:


Efendiler, ben bu fikirlerin hiçbirisini
(mandayı kastederek) uygun bulmadım. Çünkü bu kararların dayandığı temeller ve
mantıklar yanlıştı, esassızdı. Gerçekte o tarihte Osmanlı Devleti'nin temelleri çökmüş
ve devri sona ermişti, Osmanlı ülkesi tamamen parçalanmıştı, ortada bir
avuç Türk'ün barındığı bir ana yurdu kalmıştı. Son mesele bunun
da parçalanmasını sağlamaktı. Neyin ve kimin korunması için, kimden ne
yardım isteniyordu. O halde gerçek karar ne olabilirdi? Efendiler, bu
durum karşısında bir tek karar vardı. O da milli egemenliğe
dayalı, kayıtsız şartsız yeni bir Türk devleti kurmak. İşte daha
İstanbul'dan çıkmadan düşündüğümüz ve Samsun'da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz
uygulamaya başladığımız karar bu karar olmuştur.



Böylece daha işin
başından izlenecek strateji ve varılacak amaç belirlenmiş ve ulusal egemenliğe
dayalı yeni bir Türk Devleti'nin kurulmasına adım adım yürünmüş ve
sonunda amaca varılmıştır. Elbette böyle bir hedefin belirlenmesinin temelinde Mustafa
Kemal'in Türk Milleti'ne duyduğu güvenin büyük payı vardır, 'milli egemenlik'
ilkesinin dayanağı Türk ulusudur.


Şunu da belirtmek gerekir ki,
bağımsızlık ve milli egemenlik görüşü, Samsun'a çıkıldığı anda belirmiş bir
fikir değil, Atatürk'ün gençlik yıllarından itibaren düşündüğü ve planladığı bir
görüştür. Mustafa Kemal'in, daha 1906 yılında Selanik'te arkadaşları ile yaptığı
sohbetlerde bu anlayışı gündeme getirdiği tarihi dökümanlarda yer alan bir
bilgidir. 1917 yılında Suriye Cephesi'nde yazdığı notlarda ve cepheden gönderdiği
mektuplarda ise, "mutlakiyetin yerini milli egemenliğin alması gerektiğinin" üzerinde durmaktadır.
Yine askerlik yıllarında Selanik'te Askeri Rüştiye öğretmenlerinden Hakkı Pars'ın evinde
yapılan bir toplantıda, "... Hürriyet olmayan bir memlekette ölüm ve
izmihal vardır. Her terakkinin ve kurtuluşun anası hürriyettir" sözleri ile
izlenecek yolu belirlemiştir. Bağımsızlık olmadan, çağdaş bir devlet kurulamayacağının farkında
olan Atamız, özgür olmayan bir ülkede yaşamaktansa, her türlü tehlikeye
göğüs gererek, bağımsız bir millet için çalışmayı göze almıştır. Başka
milletlerin boyunduruğu altına girmiş bir milletin zamanla tarih sahnesinden silineceğini
bilerek, "Ben yaşayabilmek için mutlaka müstakil bir milletin evladı kalmalıyım.
Milli istiklal bence bir hayat meselesidir" demiştir.



Kahraman Türk

Milleti, tarih boyunca vatanı için can vermekte bir an bile
tereddüt etmemiştir. Her karışı şehit kanları ile sulanmış olan vatan
toprağı, tüm Türk Milleti için kutsaldır.

Samsun'a çıktığı tarih ise,

Atatürk'ün yıllardır üzerinde düşündüğü bir planın hayata geçirilmesinin ilk adımıdır.
Samsun'a geçişin bir diğer anlamı da zaten, halka yönelmek, yalnızca
halkın talep ettiği yönde bir yol izlemektir. Mustafa Kemal ve
arkadaşlarının ilk hedefi elbette düşmanın vatan topraklarından çıkarılması idi. Ancak
bunun için öncellikle ulusal güçlerin birleştirilmesi gerekliydi. İşte bu noktada,
Atamızın Türk Milleti'ne duyduğu sevgi, halkta bir kez daha Türk
benliğinin canlanmasını sağlamıştır. Halkımız da içinde bulunulan işgal, yokluk ve
türlü sıkıntılara rağmen bağımsızlık konusunda asla taviz verilmeyeceğini, vatanımızın korunması
için topyekün savaşılacağını, bu uğurda herşeyi kaybetmeye dahi razı olduğunu
bildirmiş ve Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarına tam destek vermiştir.
Mustafa Kemal'in Anadolu'ya çıkışını takiben Amasya Genelgesi'nde milli egemenliğin temel
ilke olduğu şöyle vurgulanmaktadır:


Vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığı tehlikededir.
İstanbul Hükümeti, yenen devletlerin etkisi altında bulunduğundan, yüklendiği sorumluluklarının gereğini
yerine getirememektedir. Bu durum ulusumuzu yok olmuş gibi gösteriyor. Ulusun
bağımsızlığını yine ulusun kesin kararı ve direnişi kurtaracaktır.


Her
köy, mahalle, nahiye, kasaba ve ilde, oranın halkı tarafından seçilen
üyelerden oluşan "Kuvayi Milliye" örgütlerinin özünde Atamızın bağımsızlık aşkı ve
ulusal egemenliğe verdiği önem yatmaktadır. TBMM'nin açılışı ise ulusal iradeye
dayanan yeni Türk Devleti'nin ortaya çıkışının somut sonucudur. 23


Nisan
1920 tarihinde açılan TBMM, Mustafa Kemal'in arzu ettiği "milli egemenliğin"
kurumsallaşmış hali olmuştur.


Görüldüğü gibi milli egemenlik kavramı, Atatürk'ün
Türk Milleti'nin aydınlık geleceği için önemle üzerinde durduğu bir kavramdır.
Milli egemenlik anlayışına dayalı bir sistemin kurulabilmesi için tarihi bir
mücadele verilmiştir. Atamız, "Büyük ölülere matem gerekmez, fikirlerine bağlılık gerekir"
demiştir ve bu sözleri ile de açıkça ortaya koyduğu gibi
tek isteği, milletinin, kendisinin çizdiği yolda yürümesi ve asla yılgınlığa
kapılmadan sürekli ilerlemesidir. Bu isteği yerine getirmek tüm vatanseverlerin ve
milliyetçilerin en önde gelen sorumluluklarından biridir.


BAĞIMSIZLIK MÜCADALESİ


Vatanın
bağımsızlığı, milletin hür geleceği için yola çıkan Mustafa Kemal ve
arkadaşlarının Amasya, Erzurum ve Sivas'ta halk temsilcilerinin katılımı ile aldıkları
kararlar, vatan ve millet sevgisinin en güzel ifadeleridir:



Atamızın
vatan millet sevgisi, bağımsızlık aşkı ve ulusal egemenliğe verdiği önem
tüm Türk Milleti'ne de yansımış, kadın erkek, genç yaşlı el
ele vererek bağımsızlık mücadelesine girmiştir. Vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığını
ilelebet sağlayabilmek için düşman devletlere karşı cansiparane savaşmıştır.

AMASYA
GENELGESİ (22 Haziran 1919)



* Vatanın bütünlüğü, milletin istiklali tehlikededir.



* İstanbul Hükümeti, üzerine aldığı sorumluluğun icaplarını yerine getirememektedir. Bu
hal, milletimizi adeta yok olmuş gösteriyor.


* Milletin istiklalini, yine
milletin azim ve kararı kurtaracaktır.


* Milletin içinde bulunduğu
durum ve şartlara göre harekete geçmek ve haklarını yüksek sesle
cihana işittirmek için her türlü tesir ve kontrolden uzak milli
bir heyetin varlığı zaruridir.


* Anadolu'nun her bakımdan en emniyetli
yeri olan Sivas'ta, milli bir kongrenin acele toplanması kararlaştırılmıştır.


*
Bunun için bütün vilayetlerin her sancağından milletin güvenini kazanmış üç
temsilcinin mümkün olduğu kadar çabuk yetişmek üzere hemen yola çıkarılması
icap etmektedir.


* Her ihtimale karşı, bu meselenin bir milli
sır halinde tutulması ve temsilcilerin, lüzum görülen yerlerde, seyahatlerini kendilerini
tanıtmadan yapmaları lazımdır.


* Doğu vilayetleri adına, 10 Temmuz'da, Erzurum'da
bir kongre toplanacaktır. Bu tarihe kadar diğer vilayetlerin temsilcileri de
Sivas'a gelebilirlerse, Erzurum Kongresi'nin üyeleri, Sivas Umumi Kongresi'ne katılmak üzere
hareket ederler.



1922 yılında yayınlanan Misak-ı Milli tablosu. Tabloda
İstiklal Marşı'nın ilk satırları ve son kıtasının yanı sıra, Kurtuluş
Savaşı'nda zaferler kazanmış komutanların resimleri de vardı. Başta Mustafa Kemal
ve çevresinde Bekir Sami Bey, Rauf Bey, İsmet Paşa, Cevat
Paşa, Kazım Karabekir Paşa, Ali İhsan Paşa, Muhittin Paşa, Nurettin
Paşa, Refet Paşa, Cemal Paşa, Fevzi Paşa, Selahattin Adil Bey,
Halit Bey, Hasan Bey, Kazım Paşa, Şehit Nazım Bey.


ERZURUM KONGRESİ KARARLARI (23 Temmuz - 7 Ağustos 1919)



*
Milli sınırlar içinde bulunan vatan parçaları bir bütündür. Birbirinden ayrılamaz.



* Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı Osmanlı Hükümeti'nin
iş yapamaz duruma gelmesi halinde, millet topyekün kendisini savunacak ve
direnecektir.


* Vatanı korumaya ve istiklali elde etmeye İstanbul Hükümeti
muktedir olamadığı takdirde, bu gayeyi gerçekleştirmek için geçici bir hükümet
kurulacaktır. Bu hükümet üyeleri milli kongrece seçilecektir. Kongre toplanmamışsa, bu
seçimi Heyet-i Temsiliye yapacaktır.


* Kuvayi Milliye'yi tek kuvvet tanımak
ve milli iradeyi hakim kılmak temel prensiptir.


* Manda
ve himaye kabul olunamaz.


* Milli Meclis'in derhal toplanmasını ve
hükümet işlerinin Meclis tarafından kontrol edilmesini sağlamak için çalışılacaktır.* Milletimiz
çağdaş gayelerin büyüklüğüne inanır ve teknik, sınai ve iktisadi durumumuzu
ve ihtiyacımızı takdir eder.


SİVAS KONGRESİ KARARLARI (4 - 11
Eylül 1919)


* Milli sınırlar içinde bulunan vatan parçaları bir
bütündür, birbirinden ayrılamaz.


* Her türlü işgal ve müdahaleye karşı,
millet birlik olarak kendisini müdafaa ve mukavemet edecektir.


* İstanbul
Hükümeti harici bir baskı karşısında memleketimizin herhangi bir parçasını terk
mecburiyetinde kalırsa, vatanın bağımsızlığını ve bütünlüğünü temin edecek her türlü
tedbir ve karar alınmıştır.


* Kuvayı Milliye'yi tek kuvvet tanımak
ve milli iradeyi hakim kılmak temel prensiptir.


* Manda
ve himaye kabul olunamaz.


* Milli iradeyi temsil etmek üzere
Millet Meclisi'nin derhal toplanması mecburidir.


* Aynı gaye ile milli
vicdandan doğan cemiyetler, "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" adı
altında birleştirilmiştir.


* Mukaddes maksadı ve umumi teşkilatı idare için
kongre tarafından bir Heyet-i Temsiliye seçilmiştir.



Vatanın Korunması



Her
karış toprağı şehit kanları ile sulanmış, asırlar boyunca şanlı tarihimize
ev sahipliği yapmış olan vatanımız her Türk için kutsaldır. Türlü
zorluklar ve fedakarlıklar sonucu kazanılan Kurtuluş Savaşı ile Atamız bize
üzerinde özgürce yaşadığımız bir vatan bırakmıştır. Bu vatanın korunması tüm
Türk Milleti'nin birinci vazifesidir. Bu nedenle iç ve dış, potansiyel
düşmanlara karşı gereken önlemlerin, her türlü askeri ve güvenlik tedbirinin
alınmış olması vatanımızın geleceği için son derece önemlidir. Ve Türk
Ordusu bu asil görevi üstün bir başarı ile yerine getirmektedir.
Ancak vatanın korunmasında askeri tedbirler kadar önemli olan bir başka
alan daha vardır ve bu alanda tüm Türk Milleti sorumluluk
üstlenmelidir. Bu da, vatanın birlik ve bütünlüğünün korunmasında verilecek fikri
mücadeledir.



Samimî olarak bu memleketin, bu milletin menfaatine
yapılacak bir iş olsun, ben onu göz önüne almayayım; bu,
mümkün değildir. Yalnız, işin gerçekten millete menfaati olmalı ve teklifin
samimî olarak yapıldığına ben inanmalıyım. M. Kemal Atatürk

Atatürk
yaşamı boyunca halkımızı, halkı çatışmaya teşvik eden, huzuru ve düzeni
bozan, ülkeyi felakete sürükleyebilecek, menfaat grupları arasında kavgalara neden olacak
ideolojilere karşı uyarmış, böyle tehlikeli ideolojilerle mutlaka fikri alanda mücadele
edilmesi gerektiğini söylemiştir. "Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken onlara özellikle varlığı
ile, hakkı ile, birliği ile çatışan tüm yabancı öğelerle mücadele
gereği telkin edilmelidir." diyerek, yeni neslin de bu mücadele için
bilinçlendirilmesi gerektiğine dikkat çekmiştir. Atatürk'e göre komünizm ve faşizm bu
tarifin içinde yer alan, milletin geleceği için son derece tehlikeli
ideolojilerdir ve Atamız özellikle komünizmin "her görülen yerde mutlaka ezilmesi
gerektiğini" bildirmiştir. Büyük Önder, her iki ideolojinin de gerçek yüzünü
çok iyi kavramış ve halkımızı da bu konuda bilinçlendirmek için
gayret etmiştir. Bir konuşmasında Atatürk, söz konusu ideolojilerin tehlikelerine şöyle
dikkat çekmektedir:


Biz büyük savaşlar görmüş, büyük bir milletiz... Ama
savaşçı değiliz, barışçı felsefeyi benimsemiş bir milletiz... Kendimizi dünyadan soyutlayamayız.
Dünya milletlerinin emperyalist ülkeler tarafından zaman zaman pervasızca paylaşıldığını ve
bu paylaşma esnasında gelişmemiş ülkelerin tarihten silindiğini hafızalardan silmek kadar
gaflet olamaz. Dünyanın bugünkü durumu hiç de parlak görünmüyor. Her
ülke, gençliğini bir başka ideolojiye sahip olarak yetiştirme gayreti içinde.
İtalya faşizm ideolojisine dört elle sarılmış. Bu ülkenin diktatörü Mussolini
ülkesinin sekiz milyon faşist gencin süngüsü üzerinde yaşadığını haykırıp duruyor...
Almanya'da Hitler'in yaratarak geliştirmekte olduğu Nazilik de faşizmin bir başka,
bir büyük tehlikeli benzeridir. Hitler bir ırkçıdır. Dikkat buyurunuz, milliyetçi
demiyorum, ırkçıdır diyorum. Alman ırkını en üstün ırk olarak gören
bir mecnundur. Tekmil Alman gençliğini peşine takmış, onlara bu ideali
aşılamıştır. Moskova'da oynanan oyun ise bir başka türlüdür. Stalin yalnız
kendi gençliğine değil, dünya gençliğine komünistlik ideolojisini aşılamaya çalışıyor. Komünistlik
propagandasının, fukarası ve cahili çok ülkelerde ne kolay taraftar topladığı
ise ortada bir gerçektir...


... Hayır, ne komünizm ne de
faşizm... Bu iki ideoloji de memleketimizin, ulusumuzun gerçeklerine, karakterine asla
uymaz. Şunu da ilave edeyim ki, ne faşizmin ne de
Nazizm'in sonu yoktur.



Atatürk son derece ileri görüşlü
bir liderdi. Komünizm ve faşizm gibi din dışı ideolojilerin neden
olacağı büyük felaketlerin önceden farkına varmış ve halkımızı bu konuda
defalarca uyarmıştı.

Bu sözler Atamızın ne kadar ileri görüşlü
olduğunu bir kez daha göstermektedir. Her iki ideoloji de arkalarında
milyonlarca ölü, binlerce sakat insan bırakmış, girdikleri her ülkeye acı,
yıkım ve felaket götürmüştür. Bu ideolojiler, içten içe milleti kemiren
ve sömüren ideolojilerdir. Gerçek vatanseverlerin bu ideolojilerle fikri alanda mücadele
etmeleri, Atamızın önemli bir vasiyetidir. Türk Milleti, sağlam karakteri, yüksek
seciyesi ve Atamızın bizlere kazandırdığı bilinç sayesinde bu tarz ideolojilerin
etkisine hiçbir zaman girmemiştir ve Türk milliyetçilerinin fedakarane çalışmaları sayesinde
de bu ideolojiler vatanımızda asla başarıya ulaşamayacaklardır. Ancak bu gerçek,
tehlikenin önemini azaltmamaktadır. Üstelik ülkemiz gerek jeo-politik konumu, gerekse sahip
olduğu tarihi miras nedeniyle her zaman için yıkıcı ve güçten
düşürücü saldırılarla karşı karşıya kalma riski altındadır.


Ayrıca unutulmamalıdır
ki, faşizm ve komünizm başta olmak üzere bütün din-dışı ve
materyalist ideolojiler, milli birliği, bütünlüğü, manevi değerleri hedef almaktadırlar. Materyalistler
vatanlarına, bayraklarına, milletlerine değil, kendi kişisel menfaatlerine bağlıdırlar. Milliyetçi değil,
enternasyonalisttirler. Milletin mutluluğu için değil, kendi mutlulukları için çalışırlar. Büyük
Önderimizin bize öğrettiği ve bıraktığı vasiyet ise, milli ve manevi
değerlere bağlı, vatanını, bayrağını, milletini seven, milli ahlak inancına sahip
olan, mukaddesatını korumak için gerekirse canını verebilecek insanlar olmaktır. Atamız,
bizim ve bizden sonra gelecek nesillerin, dindar, milliyetçi duygular taşıyan,
vatanı ve bayrağı uğruna hayatını ortaya koyan, yaşamı boyunca milletinin
mutluluğu için çalışan, aile kurumunun kutsiyetini savunan insanlar olmamızı istemektedir.
Materyalist zihniyet ise, Atamızın bize kutsallığını öğrettiği tüm bu değerlerin
karşısında yer almaktadır. Dolayısıyla milliyetçi ve vatansever insanların, yalnızca bu
iki ideolojiye karşı değil, materyalist tüm sistem ve ideolojilere karşı
fikri mücadele içinde olmaları, sinsi odakların kirli oyunlarına gelmemek için
dikkat göstermeleri şarttır.


Atatürk ilkelerinin en yakın takipçisi ve
koruyucusu olan kahraman Türk Ordusu vatanımızı her türlü tehlikeye karşı
gururla korumaktadır. Bizlere düşen de, vatanımızın korunmasının temel aşamalarından biri
olan, söz konusu fikri mücadeleye imkanlarımız doğrultusunda katkıda bulunmaktır. Unutmamak
gerekir ki, Atatürk'ün asıl isteği, bizim, Onun "fikirlerini, duygularını anlamamız
ve hissetmemiz"dir. O zaman herkes bir Mustafa Kemal olacak ve
Atamızın ülküsü tam anlamı ile gerçekleştirilecektir.


İki Mustafa Kemal vardır:
Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal... İkinci Mustafa
Kemal, onu "ben" kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir!
O, her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü
için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını
temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir.
O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı
olması gereken Mustafa Kemal odur!




Hayatımda en büyük
dayanak ve kuvvetim, vatandaşlarımdan gördüğüm itimat ve destekdir. Bütün vazifelerimde
manevî, vicdanî olan en büyük endişem, emanetinizin hürmet ve kutsallığına
devamlı olarak dikkat etmektir. M. Kemal Atatürk


--------------------------------------------------------------------------------



Gerçek Atatürkçülerin Vatana Hizmeti


Büyük Atatürk Türk Milleti'nin
üstlendiği görevi şöyle tanımlamaktadır:


Büyük davamız, en müreffeh millet olarak,
varlığımızı yükseltmektir. Bu, yalnız müesseselerinde değil, düşüncelerinde de temelli bir
inkılap yapmış olan Türk Milleti'nin dinamik idealidir. Bu ideali en
kısa zamanda başarmak için, düşünce ve hareketi beraber yürütmek mecburiyetindeyiz.
Her ferdin son nefesi, Türk Milleti'nin nefesinin hiç sönmeyeceğini, onun
sonsuz olduğunu göstermektir. Yüksel Türk, senin için yükselmekte sınır yoktur.



Bu, gerçek Atatürkçülerin uğrunda mücadele etmekten asla vazgeçmeyecekleri, bu
uğurda yılgınlığa kapılıp yorgunluk duymayacakları ülküleridir. Önceki bölümde, vatanımızın korunmasında
gerekli olan fikri mücadelenin önemi üzerinde durduk. Bu fikri mücadelenin
dayanak noktası Atatürk ilke ve inkılaplarıdır. Bu ilkelerin korunması, doğru
anlaşılıp sürekli gündemde tutulması son derece önemlidir. Unutmamak gerekir ki,
Atatürk'ün eşsiz kişiliğinin ve tarihi mücadelesinin ürünü olan bu ilkeler,
yıkılıp yerle bir edilmiş bir imparatorluğun ardından güçlü, bağımsız, yüzü
hep ileriye dönük yepyeni bir Cumhuriyet çıkarmıştır. Dolayısıyla çağdaşlaşma yolunda
ilerlememizi sağlayacak ana yol da Atatürk ilkelerini rehber edinmek olacaktır.
Atatürk, Türk Milleti'nin sürekli kendi çizmiş olduğu yolda ilerleyeceğinden emindir:



Ben ölürsem soylu milletimizin beraber yürüdüğümüz yoldan asla ayrılmayacağına eminim;
bununla gönlüm rahat!


Atatürk bizleri, kendi ilkelerini unutturmak isteyen kişilerin
ortaya çıkabileceği durumlara karşı da uyarmıştır. Ancak Büyük Önder'in dikkat
çektiği çok önemli bir husus vardır; o da kimsenin bunu
başaramayacağıdır. Çünkü Atatürk ilkelerinin temeli Türk Milleti'nin asırlar öncesine dayanan
milli kültürüne, ahlakına ve karakterine bağlıdır. Ve bu ilkeler özlü
ve kuvvetli ilkelerdir:



Bir zamanlar gelir, beni unutmak veya
unutturmak isteyen gayretler belirebilir. Fikirlerimi inkâr edenler ve beni yerenler
çıkabilir. Hatta bunlar, benim yakın bildiğim ve inandıklarım arasından bile
olabilir. Fakat ektiğimiz tohumlar o kadar özlü ve kuvvetlidirler ki,
bu fikirler Hint'ten, Mısır'dan döner dolaşır gene gelir, verimli neticeleri
kalpleri doldurur.


Atatürk ülkemize yepyeni bir çehre kazandırırken çok önemli
bir noktayı her zaman göz önünde bulundurmuş, Türk Milleti'ni millet
yapan unsurları; tarihini, dilini, dinini, yani kısaca öz kültürünü her
zaman yaşatacak köklü tedbirler almıştır. İnanç, dayanışma, vatan ve millet
sevgisi, birlik ve beraberlik duyguları bu tedbirlerin temelidir. Türk Milleti
bu erdemler sayesinde dünyanın en güçlü ve donanımlı ordularına karşı
bir tarih yazmıştır. Bu değerlerin sürekli ayakta tutulması, gerçek Atatürkçülerin
en önemli vatan hizmetleridir. Bunların bilinmesi ve yeni nesillere aktarılması
son derece önemlidir. Bizler bugün aziz vatanımızda bağımsız bir yaşam
sürüyorsak, bunu söz konusu erdemleri kendilerine düstur edinmiş imanlı, cesur,
fedakar şehitlerimize, gazilerimize ve hepsinden önemlisi Atamıza borçluyuz.


Türk
Milleti'nin her ferdinin bu borcun bilincinde olması, bu vatanı bizlere
armağan edenlere minnet ve şükran duyması ve hepsinden önemlisi yeni
nesillerin de bu duygularla yetiştirilmesi gerekmektedir. Vatanseverler ve gerçek Türk
milliyetçileri bu şerefli görevi üstlenmişlerdir ve bu, vatanları için yapacakları
en büyük hizmettir.


Şimdi kısaca, Atatürk ilkelerinin temelini oluşturan
anlayışları ele alacağız.



1. Millî Tarih Bilinci




Atamız
kendisinden sonra gelen nesillerin, Onun izinden yürüyeceklerine emindi. Türk Milleti
Atamızı hiçbir zaman yanıltmadı.

Tarih, bir milletin bütün fertlerinin
bilmesi ve koruması gereken kültür hazinelerinden biridir. Tarih, milletin geçmişteki
varlığı, onun mirası ve bugüne kalan hatırasıdır. Her birey milli
tarihindeki üstün kişi ve olaylardan gurur duyar, ibret alınması gereken
dersleri de hiçbir zaman göz ardı etmez. Milletlerin hayatında tarih,
içinde bulunulan durum ve gelecekte karşılaşılabilecek olaylar birarada değerlendirildiğinde başarılı
sonuçlar elde edilebilir. Millî tarihine sahip çıkmayan, bu tarihi yeni
nesillere aktarmayan milletler, yaşama güçlerini kaybederler. Bu birikim, o milleti
ileri taşıyacak en önemli itici güçtür.


Atatürk milli tarih

bilincine çok önem vermiş, pek çok konuşmasında Türk tarihinin kendisine
ilham kaynağı olduğunu belirtmiştir. Atatürk, Türk tarihini Orta Asya'dan başlayan
ve bugüne kadar ulaşan bir bütün olarak değerlendirir. Türk tarihine
olan merakı ise, Manastır Askeri İdadisi'nde okuduğu yıllara dayanmaktadır. Okulda
milliyetçi bir Türk subayı olan Tevfik Bey'den tarih dersi alan
Mustafa Kemal, bu dönemde Türk tarihini bütün genişliği ve derinliği
ile kavramış, bağımsızlığa yönelik pek çok düşüncesi ilk olarak bu
yıllarda şekillenmeye başlamıştır. Tevfik Bey'den, "kendisine minnet borcum vardır, bana
yeni bir ufuk açtı" diye bahseden Atatürk, Türk tarihinin zenginliğinden
çok faydalanmıştır.


Milli tarih bilinci, Atatürk'ün Türk Milleti için

belirlediği 'çağdaş milletler seviyesine ulaşmak' ülküsünde benimsenecek yolun nasıl olması
gerektiği noktasında da ön plana çıkmaktadır. Atatürk çağdaşlaşmayı sürekli teşvik
ederken, bunun kendi değerlerimizden uzaklaşmak, tarihimizi reddetmek olmadığını önemle vurgulamıştır:



Her milletin kendine mahsus gelenekleri, kendine göre milli hususiyetleri vardır.
Hiçbir millet, aynen diğer bir milletin taklitçisi olmamalıdır. Çünkü böyle
bir millet ne taklit ettiği milletin aynı olabilir, ne de
kendi milleti içinde kalabilir. Bunun neticesi şüphesiz ki acıdır.





Askeri Müze'de sergilen bu tablo, Fatih Sultan Mehmet'i Edirne'den
İstanbul'a ilerlerken göstermektedir.Atatürk, Türkiye'nin aydınlık geleceği için milli tarihimize her
zaman sahip çıkılması gerektiğine inanan bir devlet adamıydı.



Bir başka sözünde ise, Atatürk şöyle demektedir:



Biz Batı uygarlığını
bir taklitçilik yapalım diye almıyoruz, onda iyi gördüklerimizi, kendi bünyemize
uygun bulduğumuz için, dünya uygarlık düzeyi içinde benimsiyoruz.





Atatürk'e göre çağdaşlaşmanın temel şartlarından biri, milli tarih bilincine
sahip olmaktır. Budin'in Alınması isimli bu tablo, İstanbul Askeri Müzesi'nde
sergilenmektedir.

Türkiye'nin yalnız ekonomi alanında değil, sosyal ve kültürel alanda
da sürekli kalkınması gerektiğine inanan Atatürk, bu hedefe ulaşmakta milli
tarih bilincinin büyük rol oynadığına inanmaktadır. Bir milleti ayakta tutan
önemli değerlerden olan milli şuur, Atatürk için, milli tarih bilincine
paralel olarak gelişir ve ilerler. "Millî şuurun ayakta kalabilmesi ve
uyanık bulunması için dil ve tarih uğrunda çalışmaya mecburuz." diyen
Atatürk, bu konuda ne derece duyarlı olduğunu ortaya koymuştur. Bu
nedenle yeni yetişen neslin her zaman tarih bilincine sahip olmasını
istemiş, bunun için de gençlere muhakkak manevi değerlerin öneminin, gelenek
ve göreneklerimizin, kültür birikimimizin anlatılması gerektiğini vurgulamıştır. Bununla da kalmamış,
maneviyatımızı, milli değerlerimizi, mukaddesatımızı, kültürümüzü hedef alan her türlü unsurla
sonuna kadar mücadele etmek gerektiğinin gençlere öğretilmesini istemiştir.


Yetişecek
çocuklarımıza ve gençlerimize görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun, en
evvel Türkiye'nin istiklaline, kendi benliğine, milli ananelerinde düşman olan bütün
unsurlarla mücadele etme lüzumu öğretilmelidir.


Bu nedenledir ki Atatürk,
tarih ilminin eğitim ve öğretim programlarında geniş olarak yer almasından
yana olmuştur. Gençlere ve Türk Milleti'ne bilimsel bir şekilde öğretilecek
olan milliyet kavramı ile, toplum yaşantısının daha bilinçli olacağına inanmıştır.
Bu nedenle insanların milletleri için çalışmaları ve gelecek günlerin güvenliğini
sağlamak temel görüşü üzerinde haklı olarak durmaktadır:


Millet sevgisi kadar

büyük sevgi yoktur. Kurtuluş Savaşı'nda benim de milletime ettiğim birtakım
hizmetler olmuştur zannederim. Fakat bunlardan hiçbirini kendime mal etmedim. Yapılanın
hepsi milletin eseridir, dedim. Aranacak olursa, doğrusu da budur. Mazide
sayısız medeniyet kurmuş bir ırkın ve milletin çocukları olduğumuzu ispat
etmek için, yapmamız lazım gelen şeylerin hepsini yaptığımızı ileri süremeyiz.
Bugüne ve yarına bırakılmış daha birçok büyük işlerimiz vardır. İlmi
araştırmalar da bunlar arasındadır. Benim arkadaşlarıma tavsiyem şudur: Şahsınız için
değil, fakat mensup olduğumuz millet için el birliği ile çalışalım.
Çalışmaların en büyüğü budur.



2. Millî Kültürün Geliştirilmesi





Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti'nin temelinin milli kültür olduğunu ifade etmiştir.
Milli kültür bir millete kimlik kazandıran, diğer milletlerle arasındaki farkı
ortaya koyan, o millete ait maddî ve manevî değerlerin bütününe
verilen isimdir. Bir toplumu millet yapan ve onun bütünlüğünü sağlayan,
milli kültürdür. Milli kültürün, o milletin benliğinin şekillenmesinde, gelişmesinde ve
güçlenmesinde büyük payı vardır. Milli kültürüne sahip çıkamayan, bu değerleri
gereği gibi kavrayıp benimsememiş bir toplumun güçlü olması ve hatta
varlığını devam ettirebilmesi mümkün değildir. Atatürk, "Kendi kültürel değerlerine saygılı
olmayan milletleri, başka milletler de saymaz. Böyleleri, diğer milletlerin avı
olmaya mahkumdur" sözleri ile bu gerçeğe işaret etmiştir.


Atatürk
inkılaplarının temelinde de, "Türkiye Cumhuriyeti'nin temeli Türk kahramanlığı ve Türk
kültürüdür" sözlerinde de görüldüğü gibi, Türk milli kültürü vardır. Çünkü
Atatürk gayet iyi bilmektedir ki, inkılaplar ancak milletin değerleri ile,
ihtiyaçlarıyla, düşünce yapısıyla uyumlu olduğu müddetçe kalıcı ve başarılı olabilirler.
Bu sosyolojik bir gerçektir. Bu gerçeği Atamız şöyle ifade etmektedir:



Araştırmalarımıza temel olarak çok defa kendi memleketimizi, kendi tarihimizi, kendi




geleneklerimizi, kendi özelliklerimizi ve ihtiyaçlarımızı almalıyız. Aydınlarımız belki
bütün dünyayı, bütün diğer milletleri tanır. Lakin kendimizi bilmeyiz. Aydınlarımız
"milletimizi en mesut millet yapayım" der. "Başka milletler nasıl olmuşsa
onu da aynı öyle yapalım" der. Lakin düşünmeliyiz ki, öyle
bir teori hiçbir devirde başarı kazanabilmiş değildir. Bir millet için
saadet olan bir şey, diğer millet için felaket olabilir. Aynı
sebep ve şartlar, birini mesut ettiği halde diğerini bedbaht edebilir.
Onun için bu millete gideceği yolu gösterirken, dünyanın her türlü
biliminden, keşfinden faydalanalım, lakin unutmayalım ki, asıl temeli kendi içimizden
çıkarmalıyız.


Bu sözler, Cumhuriyet Türkiyesi'nin millî kültüre dayalı olarak
kurulduğunun ve bu kültüre dayalı olarak yükselip gelişeceğinin bir ifadesidir.
Büyük Önder için milli kültür, milli birliğin ve vatanın bölünmezliğinin
en önemli unsurlarındandır. Atatürk'ün anlayışında milli kültür ve milli birlik,
birbirini tamamlayan, birbirinden ayrılması mümkün olmayan iki önemli değerdir.



Atatürk, millî kültür konusunda hedeflerin neler olduğunu da şöyle belirtmiştir:



Yüksek bir insan cemiyeti olan Türk Milleti'nin tarihî bir
vasfı da güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir
ki, milletimin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, yaratıcı zekâsını, ilme bağlılığını,
güzel sanatlar sevgisini ve millî birlik duygusunu sürekli ve her
türlü incelemelerle besleyerek geliştirmek millî ülkümüzdür.



3. Türk
Toplumunun Çağdaş Uygarlık Düzeyinin Üstüne Çıkarılması

Atatürk hayatı boyunca yalnızca
milletini düşünmüş, kendi menfaati ve kişisel geleceği için hiçbir çalışması
olmamıştır. Aldığı tüm kararlarda, attığı tüm adımlarda bu açıkça görülür.
Atatürk'ün hayattaki en büyük ideali, bağımsız vatan toprakları üzerinde milli
birlik duygusuyla kenetlenmiş çağdaş bir toplum oluşturmaktı. Vatanı kurtaran, hür
ve bağımsız Türkiye idealini gerçekleştiren Mustafa Kemal, yeni Türkiye'yi modernleştirmek
amacı ile çağdaş medeniyet idealine yöneltmiştir. Atatürk Türk Milleti'nin çağdaşlaşmasını
hayati dava olarak görmüş ve bunu asla vazgeçilmemesi gereken bir
mücadele olarak kabul etmiştir. "Büyük davamız en medeni ve en
üst refah seviyesinde bir millet olarak varlığımızı yükseltmektir" sözleri ile
bunu dile getirmiştir. Bir başka sözünde ise, bu hedefi şöyle
vurgulamıştır:


Milletimizin hedefi, milletimizin ideali bütün dünyada tam manasıyla medeni
bir toplum olmaktır. Medeni olmayan insanlar, medeni olanların ayakları altında
kalmaya mahkumdurlar.





Atatürk'ün hayatını genel olarak iki
döneme ayırmak mümkündür: Milli Mücadele dönemi ve Cumhuriyet'in ilanının ardından
başlayan Çağdaşlaşma dönemi. Atatürk, çağdaşlaşmanın gereği olarak bilim ve teknolojiden
yararlanma ve eğitim sahasını genişletme konuları üzerinde önemle durmuştur. Bunun
yanı sıra ekonomi alanında ve sosyal hayatın çeşitli alanlarında yapılan
atılımlarla, milletin önüne yeni ufuklar açılmış, çok kısa süre içerisinde
büyük gelişmeler yaşanmıştır.



Pek çok kurum Batı ile
özdeşeleşecek şekilde yeniden yapılandırılmış, böylece modernleşmenin temeli atılmıştır. Atatürk çağdaşlaşmanın
ne kadar hayati bir ihtiyaç olduğunu ve bunun için izlenmesi
gereken yolu ise şöyle tarif etmiştir:


Ülkemiz içinde uygar düşüncelerin,
çağdaş ileriliklerin zaman kaybetmeden yayılması ve gelişmesi zorunludur. Öğretmenlerimiz, ozanlarımız,
yazarlarımız ulusa geçmiş yıkılış günlerini, bunların gerçek nedenlerini anlatacaklardır. Bu
kara günlerin geri dönmemesi için yeryüzünde uygar ve çağdaş bir
Türkiye'nin varlığını tanımak istemeyenlere, onu tanıtmak zorunda olduğumuzu hatırlatacaklardır. Görülüyor
ki, en önemli ve en verimli ödevlerimiz, öğretim ve eğitim
işleridir. Bu işlerde ne yapıp yapıp başarıya ulaşmamız gerekir. Bir
ulusun gerçek kurtuluşu ancak bu yoldadır. Bu zaferin sağlanması için
hepimizin bir vücut gibi belirli bir program üzerinde çalışmamız gerek.



Çağdaş uygarlığa ulaşmak için gösterilen çabanın sürekli olması gerektiğini ise,
29 Ekim 1933'de Cumhuriyet'in ilanının 10. yıl dönümü nedeniyle yaptığı
konuşmasında şu şekilde anlatmıştır:


Fakat yaptıklarımızı asla kafi göremeyiz. Çünkü
daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz.
Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medeni memleketleri seviyesine çıkaracağız.
Milletimizi en geniş refah vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız.




30 Ağustos'ta sevk ve idare ettiğim muharebe, Türk
Milleti'nin yanımda bulunduğu halde, idare ettiğim ilk ve son muharebedir.
Bir insan kendini, milletle beraber hissettiği zaman, ne kadar kuvvetli
buluyor bilir misiniz? Bunu tarif müşküldür.

M. Kemal Atatürk


Çağdaşlaşma
ülküsünün önemini anlayacak, anlatacak, kendisinden sonraki nesillerin de bunu yaşamasını
sağlayacak kişi ve kurumları meydana getirmek, Atatürk için son derece
önemliydi. Çağdaşlaşmanın gerçekleştirilebilmesi için bilim ve teknolojideki gelişmelerin yakından takip
edilmesi ve genç neslin çok iyi yetiştirilmesi Atatürk'e göre temel
koşullardır. Atatürk, en büyük arzularından biri olan Türk toplumunun medeniyet
yolunda ilerlemesi hedefinin gençler tarafından gerçekleştirileceğine inanan bir liderdi. Bu
nedenle de bu önemli görevi gençlere vermiş, Cumhuriyet'i korumak ve
yükseltmekten gençleri sorumlu kılmıştı. Çağdaş ve her yönü ile uygar
bir toplumun ortaya çıkarılabilmesi için bilgili, kültürlü, yüksek karakterli kişilerin
yetiştirilmesi şarttır. Atatürk bu düşüncesini şöyle ifade etmektedir:


Gençliği kesinlikle
ideal sahibi ve ülkeyle ilgili olarak yetiştirmek herkesin, hepimizin, her
devlet adamının başta gelen görevidir. Gençliği yetiştiriniz. Onlara bilim ve
kültürün pozitif düşüncelerini veriniz. Geleceğin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız. Hür fikirler
uygulamaya konulduğu vakit, Türk Milleti yükselecektir.



4. Türk Milleti'ne
İnanmak ve Güvenmek



Atatürk, gençlik yıllarından itibaren Türk Milleti'nin büyüklüğünü
kavramış ve Türk'ün ruhuna, cesaretine, karakterine çok güvenmiştir. Türk Milleti'nin
ahlakını, yapısını, kültürünü, tarihi birikimini çeşitli konuşmalarında öven ve tüm
başarısının asıl sahibinin Türk Milleti olduğunu bilen Atatürk, Türk Milleti'ne
inanmayı ve güvenmeyi ilkelerinin de temel dayanaklarından biri olarak görmüştür.
Milli Mücadele'ye Türk Milleti'ne güvenerek başlamış ve "Hazinemiz, istiklal ve
vatanperverliğin kıymetini takdir etmeyi öğrenmiş olan milletimizdir" sözleri ile Türk
Milleti'ne duyduğu inancı vurgulamıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kurarken, Türk Milleti'ne
olan sonsuz inanç ve güvenini hiç yitirmemiş, ilke ve inkılâplarının
en güzel şekilde uygulanacağına inanmıştır. Samsun'a ayak bastığı ilk günden
itibaren kendisine umut veren asıl gücün milleti olduğunu ifade etmiştir.




Gençliğin millet ve vatan sevgisi ile, milli
ve manevi değerlerine sahip çıkmasını öğrenerek yetiştirilmesi Atatürk için son
derece önemliydi. Atatürk'e göre bu, hem milli varlığımızı devam ettirmemiz
hem de çağdaşlaşmamız için zorunluydu. Resimde Atamız, bir öğrencinin yazdığı
şiiri dinlerken görülmektedir.(Sağda) Büyük Önder'in vefatının ardından Cumhurbaşkanı seçilen İsmet
İnönü, TBMM'de yaptığı konuşmada Atamızın millet sevgisinin üzerinde durmuştur.



Ben 1919 senesi Mayısı içinde Samsun'a çıktığım gün elimde
maddi hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız Türk Milleti'nin asaletinden doğan ve
benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevi bir kuvvet vardı. İşte
ben bu milli kuvvete, bu Türk Milleti'ne güvenerek işe başladım.



1919 yılında yaşanan ve Atatürk'ün Türk Milleti'ne inancını pekiştiren
bir olay ise şöyledir:


3 Temmuz 1919 günü Atatürk Erzurum'a

gelir. Ilıca önlerinde Erzurumlular tarafından coşkun bir şekilde karşılandığı zaman,
Çukurova'da muhacir olarak bulunup Erzurum'a dönen Mevlüt Ağa'yı görür ve
ona sorar:


- Çukurova gibi verimli memleketten niye döndün, yoksa
geçinemedin mi?


- Hayır Paşam. Geçimimiz çok rahattı. Son günlerde
işittim ki, İstanbul'daki ırzı kırıklar bizim Erzurum'u Ermenilere vereceklermiş. Geldim
ki göreyim, bu namertler kimin malını kime veriyorlar.


Tunç çehreli,
beyaz sakallı, gün görmüş Mevlüt Ağa'nın iman dolu göğsünden gelen
bu ses yine onun gibi tunç çehreli askerin gözlerini yaşartır.
Bu cevabın üzerine gözü yaşlı Mustafa Kemal Paşa etrafındakilere döner
ve şöyle der:


- Bu milletle neler yapılmaz ki...




Samsun'daki ünlü Atatük heykeli

Büyük Önder'in anlayışında, Milli Mücadele'yi yapan
doğrudan doğruya milletin kendisidir. Bu nedenle de millet sevgisi üzerinde
çok durmuştur. Gerçekten milletini seven kişinin, millet tarafından da çok
sevileceğini bildirmiştir. "Millet sevgisi kadar büyük bir mükafat yoktur" sözü
Atatürk'ün konuya verdiği önemi göstermektedir.


Atatürk, vatan için yola
çıkanların ve tevazuyla, mertçe, dürüstçe çalışanların mutlaka milletimizden büyük destek
göreceğine inanmıştır. "Türk Milleti, arzu ve istidatının yönelmiş olduğu istikametleri
görmeye çalışan ve görebilen evladını, daima takdir ve himaye etmiştir"
sözleri, bu inancın ifadesidir. Bu özellikleri ve çok daha fazlasını
üzerinde taşıyan Atamıza milletimizin gösterdiği teveccüh, bu inancın doğruluğunu göstermektedir.
Atatürk Türk Milleti'ne duyduğu sevgiyi, hayranlığı ve güveni defalarca vurgulamıştır.
Türk Milleti'nin, diğer dünya milletlerine örnek olan yönlerini pek çok
konuşmasında dile getiren Büyük Önder bir sözünde de şöyle demektedir:



Batı milletlerini, bütün dünyanın milletlerini tanırım. Fransızları tanırım, Almanları,
Rusları... şahsen tanırım ve bu tanışmam da harp sahalarında olmuştur,
ateş altında olmuştur. Ölüm karşısında olmuştur. Yemin ederek, size temin
ederim ki, bizim milletimizin manevi kuvveti bütün milletlerin manevi kuvvetinin
üstündedir.


Atatürk'ün millet sevgisini en güzel ifade eden örneklerden birisi
de Sayın İsmet İnönü'nün Atamızın vefatının ardından Büyük Millet Meclisi'nde
yaptığı konuşmadır:


En büyük zaferleri kazandıktan sonra da Atatürk, ömrünü
yalnız Türk Milleti'nin halarını, insaniyete ezeli hizmetlerini ve tarihe hak
ettiği meziyetlerini ispat etmekle geçirmiştir. Milletimizin büyüklüğüne, kudretine, faziletine, medeniyet
istidadına ve mükellef olduğu insaniyet vazifelerine sarsılmaz itikadı vardı. "Ne
mutlu Türküm diyene" dediği zaman, kendi engin ruhunun, hiç sönmeyen
aşkını ve manalı bir surette hülasa etmiştir.



5. Millî
Birlik ve Beraberlik

Milli birlik ve beraberlik anlayışı Atatürk ilkelerinin
ve Atatürk milliyetçiliğinin ana öğesidir. Milletlerin doğuşunu, yaşamasını ve ilerlemesini
sağlayan en önemli unsurdur. Atatürk ilkelerine göre, millet aynı ideale
bağlı insanların oluşturduğu bir birliktir, milleti millet yapan, bu milletin
mensuplarının birlik, beraberlik ve dayanışma içinde olmalarıdır. Kişisel başarılar da
ancak milli ve manevi ittifak ile kuvvet bulur. Atatürk'ün de
çeşitli sözlerinde görüldüğü üzere, birlik ve beraberlik içinde hareket etmeyen,
karşılıklı sevgi, saygı ve dayanışma içinde olmayan toplumların hiçbir zaman
çağdaş ve dünya ulusları içinde yer alamayacağı ve bir millet
olarak var olamayacağı kesindir. Bu nedenle de milli birlik ve
beraberlik, tüm Türk Milleti tarafından özenle korunması gereken bir ilkedir.



Atatürk de bu hususa önemle dikkat çekmiştir. Atatürk, Milli
Mücadele'yi ilk başlattığı andan itibaren, başarının ancak milli birlik ve
beraberliğin tesis edilmesi ile sağlanabileceğini bilmekteydi. Zaferin kazanılmasından sonra da,
bu tarihi başarının milli birlik ve dayanışma ile elde edildiğini
defalarca gündeme getirmişti. Atatürk, Türk Milleti'nin milli birlik içinde hareket
ettiği zaman aşamayacağı hiçbir zorluk olmadığını çok iyi biliyordu.


Bu
nedenledir ki Atatürk, Türk Milleti bir bütün haline gelmeden Kurtuluş
Savaşı'nı başlatmamış, bölücü akımları ve ayaklanmaları bastırdıktan sonra ana hedefe
yönelmiştir. Sivas Kongresi ise, bağımsızlık kararının alındığı Erzurum Kongresi'nden sonra,
milli birlik ve beraberliğin köklerinin güçlendiği yer olmuş ve bütün
yurttan temsilcilerin katılmasıyla yapılan kongrede ulusal bütünlük ön plana çıkmıştır.
Milli birlik ve beraberlik duygusundan kaynaklanan milli şuur, o zorlu
dönemde olduğu gibi günümüzde de Türk vatanının bölünmez bütünlüğünün teminatıdır.





Atatürk'ün de belirttiği gibi, Kurtuluş Savaşı'nın zaferle neticelenmesinin
temelinde, savaş boyunca Türk Milleti'nin tarihte eşine az rastlanır bir
birlik ve beraberlik içinde hareket etmiş olması vardır. Kadın, çocuk,
genç, ihtiyar demeden tüm Türk Milleti'nin bağımsızlık için düşmana karşı
tek nefer olmuştur.


Türk Milleti, Kurtuluş Savaşı boyunca
milli birlik ve beraberliğin, tarihteki en güzel, en şerefli örneklerinden
birini sergilemiştir. Bu hareket Türk Milleti'nin esarete karşı istiklalini korumak
yolunda bir tepkinin, isyanın ve milli bilinçlenmenin bir örneğidir. Gücü
yeten tüm vatan evlatları cephede bağımsızlık için çarpışırken, cephe gerisinde
de milletimiz tüm imkanlarını seferber etmiştir. Örneğin, Sakarya Meydan Muharebesi
öncesinde yayınlanan kararnamenin emrine uyarak her Türk ailesi birer çamaşır,
birer çift çorap ve çarık hazırlayıp ordusuna giydirmiş, milletçe ellerindeki
yün, tiftik, bez, kumaş, deri ne varsa silahlı güçlerin emrine
vermiştir.


Unutmamak gerekir ki, yaşadığı hayat Atatürk'e, vatana ve
millete karşı yöneltilen en büyük tehlikenin, milli birlik ve beraberliğimizi
bozarak devletimizi yıkmak isteyenler olduğunu göstermiştir. Bu yüzden Atamız "Milli
birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle inkişaf
ettirmek milli ülkümüzdür" diyerek milli ülkünün önemini ifade etmiştir.




Kurtuluş Savaşı, halkımızın büyük fedakarlıkları ie kazanılmıştır. Yokluk içindeki bir
milleti, dünyanın en güçlü ordularına karşı muzaffer eden güç, bu
milletin imanı ve üstün karakteridir.

Atatürk yaşamı boyunca her bakımdan
birleştirici bir insan olmuştur. Çeşitli görüşlere sahip insanları ortak bir
amaç uğrunda birleştirmiştir. O'nun bu yeteneği Türk Milleti'nin birlik sevgisinden
kaynaklanmaktadır. "Millet ve biz yok, birlik halinde millet var. Biz
ve millet ayrı ayrı şeyler değiliz. Ve şunu kesin olarak
söyleyeyim ki, bir millet, varlığı ve bağımsızlığı için herşeye girişir
ve bu amaç uğruna her fedakarlığı yaparsa, başarılı olmaması mümkün
değildir. Elbette başarır. Başaramazsa o millet ölmüş demektir" diyerek, milli
birliği güçlü olan ulusların her zaman kuvvetli olacağını belirtmiştir:


Bir
insan kendisini milletle beraber hissettiği zaman ne kadar kuvvetli olur
bilir misiniz? Bunu tarif müşküldür. Eğer ben, izahata izhar-ı acz
eylersem, beni mazur görünüz.


Büyük Önder milli dayanışmaya verdiği
önemi şu satırlarda açıkça dile getirmektedir; "Türkiye Cumhuriyeti halkını; ayrı
ayrı sınıflardan oluşmuş değil, fakat kişisel ve sosyal hayat içinde
iş bölümü itibariyle çeşitli mesleklere ayrılmış bir toplum olarak görmek
esas prensiplerimizdendir." Bu ifadeden de anlaşıldığı üzere amaç her zaman
için toplumdaki bireyler arasında dayanışmayı sağlamak olmuştur. Atatürk'ün Türk Milleti
ile ilgili olan şu görüşleri, Onun ne kadar birleştirici ve
ırkçılıktan uzak olduğunun bir göstergesidir:


... Bugünkü Türk Milleti siyasi
ve içtimai camiası içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri ve
hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş
ve milletdaşlarımız vardır. Fakat mazinin istibdat devirleri mahsulü olan bu
yanlış adlandırmalar, birkaç düşman aleti, gerici beyinsizden başaka hiçbir millet
ferdi üzerinde kederlenmekten başka bir tesir doğurmamıştır. Çünkü bu millet
fertleri de, tüm Türk toplumu gibi aynı ortak geçmişe, tarihe,
ahlaka, hukuka sahip bulunuyorlar.


Bugün içimizde bulunan Hıristiyan, Musevi vatandaşlar,
mukadderat ve talihlerini Türk Milleti'ne vicdani arzularıyla bağladıktan sonra kendilerine
yan gözle, yabancı nazarıyla bakmak, medeni Türk Milleti'nin asil ahlakından
beklenebilir mi?


Atamızın milli birlik ve beraberliğin önemini dile
getirdiği bir diğer özdeyişi ise şöyledir:


Cenab-ı Hak birleşik ve
birlikte çalışan, şerefini, namusunu koruyan milletleri mutlu eder. Biz de
bundan önce olduğu gibi, bundan sonra da birleşik olarak ve
birlikte çalışarak Allah'tan böyle bir saadeti haklı olarak bekleyebiliriz.




6. Vatanın Bölünmezliği




Milli birliğin en önemli neticelerinden
birisi ve Atatürk ilkelerinin ana öğesi, vatanın bölünmez bütünlüğüdür. Vatanın
bütünlüğü, devletin fiziki yapısını meydana getiren ulusun birliğini, bütünlüğünü ve
bölünmezliğini ifade eder. Atatürk hiçbir zaman vatanı milletten ayrı düşünmemiştir.
Milletin üzerinde yaşadığı vatan, bir bütündür, kutsaldır. Atatürk'ün vatanın bağımsızlığı
ve bölünmezliği ilkesi, Amasya Genelgesi'nde "ya istiklal ya ölüm", Erzurum
Kongresi'nde, "milli sınırlar içinde vatan bölünmez bir bütündür" şeklinde ifade
edilmiştir. Sivas Kongresi'nde de aynen kabul edilerek, Misak-ı Milli ile
milletçe uygulanan bir politika halini almıştır. Misak-ı Milli ve Kuva-yi
Milliye ruhu ile Atatürk'ün liderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti, hem siyasi
yapılanma hem de insan unsuru bakımından (üniter) devlet temel niteliğiyle
oluşturulmuştur.


Türkiye Cumhuriyeti Devleti üniter bir devlettir, diğer bir deyişle,
kendi bünyesinde farklı kanunların geçerli olduğu, farklı yönetim bölgeleri yoktur.
Federatif yapılar yoktur. TBMM'nin yetkisi tüm Türkiye topraklarını kapsar ve
her Türk vatandaşı bu topraklar üzerinde eşit muamele görür. Söz
konusu üniter devlet yapısı, Türkiye'nin bölünmez bütünlüğünün ve iç huzurunun
teminatıdır. Üniter devlet yapımızın temelinde ise, Atatürk'ün bizlere öğrettiği milliyetçilik
anlayışı ve Misak-ı Milli ile çizilen vatan sınırları vardır.


Yüzlerce
yıldır birlikte yaşayarak, uğrunda birlikte ölerek vatan haline getirdiğimiz aziz
yurdumuz ise, milletimizin her bireyi için canından daha değerlidir. "Türk
Milleti, kendinin ve memleketinin yüksek menfaatlerinin aleyhine çalışmak isteyen bozguncu,
vatansız ve milliyetsiz beyinlerin saçmalarındaki gizli ve kirli emelleri anlamayacak
bir millet değildir" diyen Atatürk, Türk Milleti'nin vatanının bölünmez bütünlüğünü
koruma hususundaki hassasiyet ve kararlılığını vurgulamıştır.


Ayrıca Atamız iç
ve dış düşmanların her zaman olabileceğine, bu art niyetli kişilerin
vatanımızın bölünmez bütünlüğünü hedef alabileceklerine dikkat çekmiş ve bizlerden bu
tehlikelere karşı hep uyanık olmamızı istemiştir. Türkiye, uluslararası siyaset alanında
sahip olduğu jeo-politik durumu ve üstlendiği önemli rol nedeniyle, tarih
boyunca şiddetli düşmanlıklara, zalim ve hain tertiplere, çeşitli saldırılara hedef
olmuştur. Türk Milleti, tarih boyunca hem bölgesel hem de evrensel
tehditlerle karşı karşıya kalmıştır. Ama milletimiz düşmanın dışarıdan gelen saldırılarına
karşı koymayı daima başarmıştır.


Buraya kadar ele aldığımız Atatürk
ilkelerine temel oluşturan unsurlar sayesinde bugün Atatürkçülük, tarihe en önemli
ulusal modernleşme hareketi olarak geçmiştir. Bu hareket, Türkiye'nin dışında daha
pek çok millete bağımsızlık yolunda ışık olmuş, yol göstermiştir
. Parçalanan,
paylaşılan ve yıkılan bir devletten, yepyeni bir Cumhuriyet'in kurulması, hiç
şüphe yok ki Atatürk'ün üstün liderlik vasfının bir sonucudur. Dağılmış
ve işgale uğramış, milli benliğini kaybetmiş bir milletin yeniden oluşumunun
ve öz benliğini kazanma sürecinin temelinde Atatürk ilkeleri vardır ve
bu ilkelerin korunup yaşatılması hepimizin sorumluluğudur.




Benim
için dünyada en büyük mükafat, milletimin en ufak bir takdir
ve iltifatıdır. M. Kemal Atatürk


Atamızın Türk Milleti'ne vasiyeti
niteliğinde olan


10. YIL NUTKU


Türk Milleti!


Kurtuluş
Şavaşı'na başladığımızın on beşinci yılındayız. Bugün Cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu
en büyük bayramdır. Kutlu olsun!


Şu anda, büyük Türk
Milleti'nin bir ferdi olarak, bu kutlu güne kavuşmanın en derin
sevinci ve heyecanı içindeyim.


Yurttaşlarım!


Az zamanda çok
ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli, Türk
kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti'dir. Bundaki muvaffakiyeti,
Türk Milleti'nin ve Onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak,
azimkârane yürümesine borçluyuz. Fakat yaptıklarımızı asla kâfi göremeyiz, çünkü daha
çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz.



Yurdumuzu, dünyanın en mamur ve en medenî memleketleri seviyesine çıkaracağız.
Milletimizi, en geniş, refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî
kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız. Bunun için, bizce zaman
ölçüsü, geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve
hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana nispetle daha çok çalışacağız,
daha az zamanda daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak
olacağımıza şüphem yoktur.


Çünkü Türk Milleti'nin karakteri yüksektir; Türk
Milleti çalışkandır; Türk Milleti zekidir. Çünkü Türk Milleti millî birlik
ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü Türk Milleti'nin, yürümekte
olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale,
müspet ilimdir. Şunu da ehemmiyetle tebaruz ettirmeliyim ki, yüksek bir
insan cemiyeti olan Türk Milleti'nin tarihî bir vasfı da, güzel
sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek
karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtrî zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini
ve millî birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve
tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek millî ülkümüzdür. Türk Milleti'ne çok yakışan
bu ülkü, onu, bütün beşeriyette, hakikî huzurun temini yolunda, kendine
düşen medenî vazifeyi yapmakta muvaffak kılacaktır.


Büyük Türk Milleti!



On beş yıldan beri, giriştiğimiz işlerde muvaffakiyet vaat eden
çok sözlerimi işittin. Bahtiyarım ki, bu sözlerimin hiçbirinde milletimin hakkımdaki
itimadını sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım. Bugün, aynı iman ve katiyetle
söylüyorum ki, millî ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk
Milleti'nin büyük millet olduğunu, bütün medenî âlem az zamanda bir
kere daha tanıyacaktır. Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük
medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile,
atinin yüksek medeniyet ufkundan yeni bir güneş gibi doğacaktır.



Türk Milleti!


Ebediyete akıp giden her on senede, bu
büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, saadetlerle, huzur ve refah
içinde kutlamanı gönülden dilerim.




ALINTI

Hiç yorum yok: