7 Ekim 2009 Çarşamba

29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI İLE İLGİLİ PİYES

29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI İLE İLGİLİ PİYES



ÖĞRETMEN — Günaydın çocuklar.

ÇOCUKLAR — Sağol.

ÖĞRETMEN — Bugün 29 Ekim değil mi?

ÇOCUKLAR — Evet öğretmenim.

ÖĞRETMEN — Bugünün ne olduğunu bilen var mı?

ÇOCUKLAR — Biliyoruz,biliyoruz.

ÖĞRETMEN — Bilenler ellerini kaldırsın.

(Hepsi birden ellerini kaldırır.)

ÖĞRETMEN — Söyle bakalım İsmail,bugün ne günüdür?

İSMAİL — Atatürk’ün doğduğu gün.

ÖĞRETMEN — Sen söyle Emine.

EMİNE — Cumhuriyet’in ilân edildiği gün.

ÖĞRETMEN — Doğru! Öyle ise İsmail bilemedi.

ÇOCUKLAR — Bilemedi,bilemedi.

İSMAİL — Bildim…Atatürk doğmasaydı bugün olur muydu?

ÖĞRETMEN — Varol İsmail…Bu buluşun çok güzel.Nasıl çocuklar güzel değil mi İsmail’in cevabı?

ÇOCUKLAR — Güzel,güzel,çok güzel.

ÖĞRETMEN — Hep beraber söyleyin bakayım bugün ne günü?

ÇOCUKLAR — Cumhuriyet’in ilân edildiği gün.

ÖĞRETMEN — Cumhuriyet’ten önce ne vardı?Bunu bilen var mı içinizde?

(Birkaç çocuk ellerini kaldırır.)

ÖĞRETMEN — Söyle bakalım sen Hacı.

HACI — Padişahlık varmış.

ÖĞRETMEN — Ne imiş o padişahlık?

HACI — Padişah denilen bir adam varmış.Sarayı varmış,hiç bu saraydan dışarı çıkmazmış,millete yüzünü göstermezmiş,bütün memleket sanki bu saraymış.Sonra bir gün düşmanlar memleketi basmışlar.Padişah da sarayını kurtarmak için memleketi yabancılara satmak istemiş.Millet buna kızmış.Atatürk milletin başına geçmiş,düşmanları bir güzel pataklamış,memleketten kovmuş,memleketi satmak isteyen padişahın da kulağından tutup memleketten dışarı atıvermiş.

ÖĞRETMEN — Aferin Hacı,kaç yıl önce oldu bu işler?

ÇOCUKLAR — 81 yıl önce.

ÖĞRETMEN — Demek ki,cumhuriyet 81 yıl önce 29 Ekim günü ilân edilmiş.Peki cumhuriyet ne demektir?Bunu bilen var mı?

ÖĞRETMEN — Sen söyle Yasin

YASİN — Cumhuriyet demek,padişahı kovmak demektir.

ÖĞRETMEN — Peki.Hanife sen de bir şeyler söylemek istiyorsun galiba…Söyle bakayım.

HANİFE — Cumhuriyet demek,milletin kendi kendisini idare etmesi demektir.

ÖĞRETMEN — Aferin.Atatürk’ü bilen var mı içimizde?

ÇOCUKLAR — Var,var,var…

ÖĞRETMEN — Hilmi,sen Atatürk’ü anlat bakayım?

HİLMİ — 13 Mart 1881’de Selânik’te doğdu,ama kendisi doğum gününü soranlara 19 Mayıs demiştir.Bu yüzden doğum günü 19 Mayıs olarak kabul edilir.10 Kasım 1938’de İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda vefat etti.Millete çok hizmet etti.Biz ona Atatürk yani Türklerin en büyüğü diyoruz.

ÖĞRETMEN — Seda,sen bu konuda neler biliyorsun?

SEDA — Babam dedi ki,eskiden okumak yazmak çok zormuş.Şimdi çok kolaymış.

ÖĞRETMEN — Çocuklar!Hiç size analarınız,babalarınız eski zaman mekteplerinden söz ettiler mi?

SEDA — Eskiden yıllarca mektebe giderlermiş de yine doğru dürüst okumasını,yazmasını bir türlü öğrenemezlermiş.

ÖĞRETMEN — Acaba neden böyle imiş?

SEDA — Babam söyledi,ama pek iyi anlayamadım.Başka türlü harfler mi varmış neymiş?

ÇOCUKLAR — A…A…A…

ÖĞRETMEN — Şaştınız kaldınız demek bu işe.Başka türlü harf de olur mu hiç?

SEDA — Ne bileyim babam öyle söyledi.

ÖĞRETMEN — Babanın hakkı var.Eskiden Türkçe’yi Arap harfleriyle yazardık.

ÇOCUKLAR — (Gülerler.) Arap…Arap…

ÖĞRETMEN — Ya…Şimdi gülüyorsunuz…Arap harflerinden bize ne değil mi?Bu Arap harfleri kargacık burgacık şeylerdi.Hem de ters yazılırdı.

ÇOCUKLAR — Nasıl ters?

ÖĞRETMEN — Şimdi soldan sağa doğru yazıyoruz değil mi?

ÇOCUKLAR — Evet,evet.

ÖĞRETMEN — Halbuki Arap harfleriyle sağdan sola doğru yazılırdı.

(Çocuklar yine gülerler.Sefa parmağını kaldırır.)

ÖĞRETMEN — Ne var Sefa?

SEFA — Bizim evde bir bacı kadın var.

ÖĞRETMEN — Eeee…

SEFA — Bu bacı kadın eskiden okumasını yazmasını bilmezmiş.Çocukken bir türli kafası almamış,o Arap harflerini…Şimdi her gün babamın gazetesini okuyor.

ÖĞRETMEN — Nasıl olmuş bu iş?

SEFA — Gece mektebine gitmiş,okumayı kolaycacık öğrenivermiş.Şimdi bu işi yapanlara gece-gündüz dua ediyor.Çorum’da bir oğlu var,ona mektup bile yazıyor.

ÖĞRETMEN — Demek sizin bacı kadın bile harfleri öğrenmiş,hem okuyor,hem yazıyor.

SEFA — Okuma yarışında beni solda sıfır bırakıyor öğretmenim.Beni imtihan bile ediyor.Okulda siz,evde bacı kadın,sınav,sınav,sınav…Bıktım valla benim de bir canım var,herhalde.

(Çocuklar gülüşürler.)

ÖĞRETMEN — Aferin,o bacı kadına…Bacı kadının hakkı var.Onun gibi Arap harflerini öğrenemeyenler çoktu.Okur yazarlar azdı.Şimdi harflerimizi kolaycacık herkes öğreniyor.Başka eski zaman mektepleri hakkında neler biliyorsunuz?

(Çocuklar ellerini kaldırır.)

ÖĞRETMEN — Cihan?

CİHAN — Eski zaman okullarında çocukları falakaya çekerlermiş,şimdi de sıra dayağına…

(Çocuklar gülerler.)

ÖĞRETMEN — Nereden biliyorsun bunu?

CİHAN — Bir gün şinnedim,yaramazlık yaptım da annem kızdı,seni okulda falakaya çekmeli dedi.

ÖĞRETMEN — Ne imiş o falaka?

CİHAN — Ama olmaz ki,siz de hep bana soruyorsunuz,öğretmen ben miyim yoksa?Ben de anlamadım da sordum anneme.Annem de öğretmenine sor dedi.Şimdi ben soruyorum size,falaka nedir?

ÖĞRETMEN — Ya eskiden senin gibi dersine çalışmayan,yaramazlık yapan çocukları okullarda falakaya çekerlermiş.Yani çıplak ayaklarını bir ipe bağlar,değnekle tabanına vururlarmış.O kadar vururlarmış ki,ayaklar şişermiş ve çocuklar yürüyemezlermiş…..

CİHAN — Ariiiiiiii…..

ÇOCUKLAR — Ne fena,ne fena…

ÖĞRETMEN — Neden fena bakayım Emine?

EMİNE — O zamanın çocukları hayvan mıymış?

(Çocuklar gülerler.)

ÖĞRETMEN — Bu hayvana bile yapılmaz çocuklar…Başka,başka eski zaman okullarından ne biliyorsunuz?

YASİN— Oyun yasakmış.

(Çocuklar güler.)

ÖĞRETMEN — Kim söyledi sana?

YASİN — Babam dedi.Bizim zamanımızda dedi,okullarda oyun yasaktı dedi.

ÖĞRETMEN —Doğru söylemiş baban.Eski zaman okullarında oyun oynamak yasaktı.Onun için böyle falakalı oyunsuz okulu çocuklar sevmezlerdi.Şimdi öyle mi ya?Söyleyin bakayım okulu seviyor musunuz?

ÇOCUKLAR — Seviyoruz,seviyoruz.

ÖĞRETMEN — Okula sevinerek geliyorsunuz.Burada güle oynaya çalışıyorsunuz.Size falaka çekiyorlar mı?

ÇOCUKLAR — Yok,yok….

ÖĞRETMEN — Tabiî yok.Çünkü doğru ve iyi sözü anlıyorsunuz.Cumhuriyet okullarında çocuklara insan muamelesi yapılır.Söyle bakalım İsmail elbisen ne malı?

İSMAİL — Yerli malı…

ÖĞRETMEN — Yerli malı ne demek?

İSMAİL — Bu memlekette yapılan mal demek.

ÖĞRETMEN — Demek memleketimizde böyle bezler yapılıyor?Neden yapılıyor bu bez?

İSMAİL — Pamuktan…

ÖĞRETMEN — Bizim memleketimizde pamuk yetişiyor mu?

(İsmail susar.)

ÖĞRETMEN — Bilen var mı?

HİLMİ — Ben biliyorum.Bizim memlekette pamuk yetişiyor.

ÖĞRETMEN — Öyle ya Hilmi,sen Adanalısın bilmen lâzım…

HİLMİ — Evet,Adana’da pamuk yetişir.

SEFA — Çorum’da da leblebi öğretmenim…

ÖĞRETMEN — Sana da aferin.Sonra böyle bez hâline nerde girer?

ÇOCUKLAR — Fabrikada.

ÖĞRETMEN — Bizim memlekette fabrika var mı?

ÇOCUKLAR — Var…Var…

ÖĞRETMEN — İşte çocuklar padişahlık zamanında memleketimizde fabrika da yoktu.Şimdi birçok fabrikalarımız var.Kendi yünümüzü kendimiz dokuyoruz.Kendi ipeğimizi kendimiz dokuyoruz.Kendi pamuğumuzu kendimiz dokuyoruz.Ve hep yerli malı giyiyoruz.Hangisi daha iyi siz söyleyin bakalım,pamuğu,yünü,ipeği yabancılara satıp,pamukluyu,yünlüyü,ipekliyi onlardan satın almak mı,yoksa bunları kendimiz dokumak mı?

ÇOCUKLAR — Kendimiz dokumak…Kendimiz dokumak…

ÖĞRETMEN — Ve kendi dokuduğumuz kumaşları giymek…Söyleyin bakayım içinizde yabancı malı giyen var mı?

SEDA — Benim formam yerli malı değil.

ÖĞRETMEN — Neden?

SEDA — Annem dedi ki bu eskisin yenisini yerli malından alırız dedi.

ÖĞRETMEN — Annenin hakkı var.Bir şey eskimeden yenisini almak doğru değil.Sonra babanızın parasını sokağa atmış olursunuz.Fakat Seda bu eskiyince yenisini muhakkak yerli malından alacaksın değil mi?

SEDA — Şart olsun öğretmenim.Zaten babam bu niye yerli malı değil diye fena hâlde kızdı.

ÖĞRETMEN — Doğru,yerli malı varken yabancı malına para vermemeli.Hep beraber söyleyin bakalım.Yerli malı varken,yabancı malına para vermeyeceğiz.

ÇOCUKLAR — Yerli malı varken,yabancı malına para vermeyeceğiz.

ÖĞRETMEN — Sinan,söyle bakayım sen.Birkaç gün okula gelmedin.Neyin vardı?

SİNAN — Hasta idim,öksürüyordum,boğazım şişti.

ÖĞRETMEN — Kim iyi etti seni?

SİNAN — Doktor Bey.

ÖĞRETMEN — Ne yaptı doktor?

SİNAN — İlâç verdi,gargara yaptırdı.Bakın şöyle gargırgargırrrrr…

ÖĞRETMEN — Anladık tamam,şimdi iyisin ya?

SİNAN — Evet iyileştim.

ÖĞRETMEN — Bakın çocuklar,eskiden doktora inanmazlarmış.Hastaları nasıl iyi ediyorlarmış biliyor musunuz?

(Hanife elini kaldırır.)

ÖĞRETMEN — Evet Hanife?

HANİFE — Doktor yerine bohçacı kadını çağıralım,bir kurşun döksün,bir tüssülesin,çocuk iyi olur diyor.

(Çocuklar gülüşürler.)

ÖĞRETMEN — Hiç sana kurşun döktüler mi,tütsü yaptılar mı?

HANİFE — Geçen sene çok hasta oldum.Ateşim hiç düşmedi.Haminnem boyuna anneme,bak senin doktorların hiçbir şey yapmadılar,ateşi düşmedi,dedi…Bir şu bohçacı kadını çağıralım da bak çocuk nasıl iyi olur dedi.Annem bıktı,bohçacı kadını çağırdı.Bohçacı kadım: Aaa!Bir şeyciği yok bu çocuğun,dedi.Perhiz filan istemez.Ben onu bir okur üflerim,geçer dedi.Okudu,üfledi.Haminnem de bana gizli gizli yiyecek verdi.Az kalsın ölüyordum.

ÖĞRETMEN — Vah zavallı,ne imiş hastalığın?

HANİFE — Tifo imiş.

ÖĞRETMEN — Ya…Bak şu bohçaçı kadının karıştırdığı işe.Hiç tifolu çocuğa yiyecek verilir mi?Perhiz yapmak lazım.Tabiî ateş çabuk düşmez.Bu doktorun bilmemezliğinden değil,hastalık böyle.Bakın gördünüz mü çocuklar,işte eski kafalılar tıpkı bu Hanife’nin haminnesi ve bohçacı kadın gibi düşünüyorlar.Hâlbuki Cumhuriyet’in çocukları böyle değil,bakın Hanife de görmüş doktorla bohçacı kadının farkını…Öyle değil mi Hanife?

HANİFE — Öyle,öyle…Şimdi o cadı kadını sokakta görünce yolumu değiştiriyorum.

(Çocuklar gülüşürler.)

(Öğretmen,bir fes resmi gösterir.)

ÖĞRETMEN — Çocuklar,bilin bakayım bu nedir?

(Çocuklar ellerini kaldırır.)

ÖĞRETMEN — Söyle bakayım Veysel?

YASİN — Saksı.

ÖĞRETMEN — Sen Cihan?

CİHAN — Yarısı kesilmiş bal kabağı.

(Çocuklar güler.)

ÖĞRETMEN — Sen İsmail?

İSMAİL — Kilogram.

ÖĞRETMEN — Çocuklar,hiçbiriniz bilemediniz.Bilemezsiniz de.Görmediniz.Buna fes derler.

ÇOCUKLAR — Fes nedir,öğretmenim?

ÖĞRETMEN — Eskiden Türklerin başlarına giydikleri şey.

YASİN — Eskiden Türkler bunu mu başlarına giyerlerdi?

ÖĞRETMEN — Evet,bunu giyerlerdi.Hem biliyor musunuz,bu ne renkte idi?

(Çocuklar susarlar.)

ÖĞRETMEN — Kırmızı.

(Çocuklar gülerler.)

ÖĞRETMEN — Bir de şunun şurasında pırasa bıyığı gibi bir şey var.Görüyorsunuz ya,işte o da siyah iplikten yapılmış püsküldü.Başınıza böyle bir şey giymek ister misiniz?

ÇOCUKLAR — Hayır,hayır,hayır…

ÖĞRETMEN — İşte çocuklar,yabancılar da bize gülerdi,tıpkı sizin güldüğünüz gibi.Atatürk bu püsküllü belâyı da başımızdan attırdı.Şimdi biz de bütün medenî milletler gibi şapka giyiyoruz.İyi yaptı değil mi?

ÇOCUKLAR — Çok iyi yaptı,çok iyi.

ÖĞRETMEN — Atatürk’ün başka yaptığı iyiliklerden ne biliyorsunuz?

(Çocuklar ellerini kaldırırlar.)

ÖĞRETMEN — Hacı,söyle bakayım,daha ne iyilikler yaptı bize?

HACI — Demir yolu yaptırdı,fabrikalar yaptırdı.

ÖĞRETMEN — Demir yolu iyi bir şey mi?

HACI — Çok iyi bir şey.

ÖĞRETMEN — Neden iyi bakayım?

HACI — Biraz hızlı gider de ondan.

ÖĞRETMEN — Biliyor musunuz çocuklar,demiryolu yokken Sivas’tan Ankara’ya kaç günde gidilirmiş?

(Çocuklar susar.)

ÖĞRETMEN — At arabası ile yirmi günde.

ÇOCUKLAR — Ooooo….

ÖĞRETMEN — Şimdi biliyor musunuz aynı yol trenle ne kadar zamanda gidiliyor?

(Çocuklar susar.)

ÖĞRETMEN — 12 saatte.

ÇOCUKLAR — Oooooo….

ÖĞRETMEN — Bir gün 24 saat olduğuna göre yirmi gün kaç saat eder,düşünün bakayım?

(Bir müddet sonra birkaç çocuk el kaldırırlar.)

ÖĞRETMEN — Söyle Hacı?

HACI — 480 saat.

ÖĞRETMEN — Evet,eskiden Sivas’tan Ankara’ya 480 saatte gidilirmiş.Şimdi 12 saatte.Aradaki fark kaç saat tutuyor?

ÖĞRETMEN — Söyle bakalım Emine?

EMİNE —468 saat.

ÖĞRETMEN — Demek ki,Ankara’dan Sivas’a trenle gidersek 468 saat kazanıyoruz.Peki kazandık da ne çıkar?

(Çocuklar ellerini kaldırır.)

ÖĞRETMEN — Söyle Veysel?

VEYSEL — Askerler bile daha çabuk düşmana yetişir.

ÖĞRETMEN — Aferin Veysel,çok güzel.Söyle Hilmi?

HİLMİ — Mektuplar daha çabuk varır.

ÖĞRETMEN — Aferin Hilmi,çok doğru.Söyle Sinan?

SİNAN — Bir yerden bir yere gönderilen mallar daha çabuk gider.

ÖĞRETMEN — Çok iyi Sinan.Görüyorsunuz ya çocuklar Ata’mızın yaptırdığı tren yollarının bize ne büyük iyilikleri dokunuyor.

ÇOCUKLAR — Evet,evet…

ÖĞRETMEN — Atamız bize daha başka ne iyilikler yaptı?

(Birkaç çocuk elini kaldırır.)

ÖĞRETMEN — Söyle Emine?

EMİNE — Orman Çiftliği ile Devlet Çiftliklerini yaptırdı.

ÖĞRETMEN — Orman Çiftliği nerededir?

EMİNE — Ankara’da.

ÖĞRETMEN — Atatürk Orman Çiftliğinin yerinde eskiden ne varmış,biliyor musunuz?

EMİNE — Kupkuru bir tepe.

ÖĞRETMEN —Evet kupkuru bir tepe imiş.Şimdi nasıl olmuş?

EMİNE — Şimdi baştan başa ağaçlık.

ÖĞRETMEN — Başka?

EMİNE — Tarlalar da var.

ÖĞRETMEN — Nasıl tarlalar?

EMİNE — Güzel ekilmiş tarlalar…Yemyeşil oluyor ilkbaharda;yazın da altın gibi.

ÖĞRETMEN — Demek Ata’mız kupkuru toprakları ağaçlandırmış.Ne çıkar ağaçtan?

(Birkaç çocuk elini kaldırır.)

ÖĞRETMEN — Söyle İsmail.

İSMAİL — Kupkuru bir tepe çirkin,ağaçlı bir tepe güzel.

ÖĞRETMEN — Güzel…Söyle Seda?

SEDA — Ağaç gölge yapar,insanları sıcaktan korur.

ÖĞRETMEN — Güzel,söyle Hanife?

HANİFE — Ağaç insana yarar,tahta yapılır.Kupkuru bir tepe hiçbir işe yaramaz.

ÖĞRETMEN — Güzel…Ağaçtan yalnız tahta mı yapılır?Tahta yapmaktan başka bir şeye yarayan ağaçlar da yok mu?

(Çocuklar ellerini kaldırır.)

ÖĞRETMEN — Söyle Veysel?

YASİN— Yemiş veren ağaçlar da var.

ÖĞRETMEN — Doğru…Demek ki,ağaç çok faydalı bir şey.Ata’mız Devlet Çiftlikleri,ormanlıklar yapmakla bize ağaç sevgisini ve yeni ziraatçiliği öğretmiş.O hâlde biz de ağacı sevelim.Ağacı koruyalım.Ağaçsız yerlere ağaç dikelim.Peki başka Ata’mız daha neler yaptı?

(Çocuklar ellerini kaldırır.)

ÖĞRETMEN — Söyle,Cihan?

CİHAN — Memlekette bankalar açtırdı.

ÖĞRETMEN — Sen bankayı nereden biliyorsun?

CİHAN — Nasıl bilmem,bankacıyım ben de,kumbaram var.

ÖĞRETMEN — Ne yapıyorsun o kumbara ile?

CİHAN — Para biriktiriyorum.Kumbaram dolunca babamla bankaya gidiyor, boşaltıyorum.

ÖĞRETMEN — Aferin Cihan,ne yapacaksın bu paraları?

CİHAN — Büyüyünce ev yaptıracağım.

ÖĞRETMEN — İyi yapıyorsun.Damlaya damlaya göl olur,derler.Şimdi böyle küçük yaştan,az da olsa,para biriktirmeğe alışırsanız büyüyünce hepinizin bankada bir alay paranız olur.Bu paralarla ev yaptırırsınız.Bir işe girişirsiniz.Seyahat edersiniz.Bir sanat öğrenirsiniz.Daha başka çocuklar Ata’mız neler yaptı?

SEDA — Kadınları çarşaftan kurtarmış.

ÖĞRETMEN — O da ne demek?

SEDA — Ninem anlattı;eskiden kızları büyünce mektebe göndermezlermiş,çarşafsız sokağa bile çıkarmazlarmış.

ÖĞRETMEN — Ya çocuklar,çarşaf diye bir şey vardı.Kadınlar bunu giymeden sokağa çıkamazlardı.Şimdi kızlarımız da erkekler gibi okuyorlar,yüksek okullara gidiyorlar,doktor,öğretmen,avukat,mühendis oluyorlar.

ÖĞRETMEN — Ata’mız daha neler yaptı?

(Çocuklar ellerini kaldırırlar.)

ÖĞRETMEN — Söyle Sefa?

SEFA — Ülkemizi bağımsız hâle getirdi ve Ankara’yı başkent yaptı.

ÖĞRETMEN — Güzel…Ankara eskiden nasıl bir yermiş biliyor musun?

SEFA — Küçük bir yermiş.

ÖĞRETMEN — Şimdi?

ÖĞRETMEN —Güzel bir şehir oldu.Evler yapıldı.Yollar açıldı.Elektrik geldi.Kocaman bankalar,daireler,okullar,fabrikalar,iş yerleri yapıldı.Modern bir başkent hâline geldi.

ÖĞRETMEN — Peki çocuklar ise son bir soru soracağım.Bakalım bilecek misiniz?Atatürk,bu yurdu ve bütün yapılan büyük işleri kime emanet etti?

ÇOCUKLAR — Bize….Bize…Bize…Türk gençliğine.

ÖĞRETMEN — Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ni okur.

ÇOCUKLAR — Gençliğin Ata’ya Olan Cevabı’nı okur.

Hiç yorum yok: