14 Şubat 2012 Salı

Hacı Bektaş-ı Velî Hayatı ve Eserleri Ve Konu Anlatımı


Hacı Bektaş Velî, Horsan’ın Nîşâbûr şehrinde doğmuştur. Babası İbrahim Sani annesi Hâtem Hatun’dur. Yaşadığı tarihler hakkında farklı bilgiler bulunmaktadır. Yaklaşık söylemek gerekirse 1209 ile 1337 tarihleri arasında yaşadığı kaynaklarda belirtilmektedir(1). İlk eğitimini Ahmet Yesevi’nin halifesi Lokman Perende’den almıştır. Daha küçük yaşta iken gösterdiği kerâmetlerle etrafındakileri hayrette bırakmıştır. Velâyetnâme’ye göre, Ahmed Yesevî tarafından Anadolu’ya insanları irşâd etmesi için gönderilmiştir. Anadolu’ya gelişi 1271 tarihindedir. Aşıkpaşazâde tarihine göre kardeşi Menteş ile önce Baba İlyas’a daha sonra Kayseri ve Kırşehir’e gelmiş, Menteş tekrar kendi memleketine dönerken Larende’de (Karaman) veya Sivas’ta şehit olduğu bilinmektedir. Buna rağmen kardeşi olmadığı yönünde de bilgiler vardır. Hz. Pîr’in babası Sultan İbrahim Sânî’nin vefâtında, kendisine onun yerine sultan olmasının teklif edildiği, onun bu teklifi reddederek bu mevkii amcası Hasan’a bıraktığı ve bir dergâhta kırk yıl halvet olup kendisini insanlardan çektiği de Vilâyetnâmelerde kayıtlıdır.
Hacı Bektaş Velî ise bugünkü Hacı Bektaş ilçesi olan o günkü adıyla Suluca Karahöyük denilen yere gelir, İdris Hoca ve eşi Fatma Nuriye (Kadıncık Ana’nın) evine yerleşir. Gün geçtikçe ünü her yere yayılır. Hayatı ile bilgilerin önemli bir kısmına Velâyetnâme adlı eserden ulaşıyoruz. Bu eserde yaşamı, çevresinde bulunan insanlar, çeşitli hikâyeler, değerli sözleri yer almaktadır. Kendisi hakkında: “Horasan erenlerindenim, aslım Muhammed soyundandır. Türkistan’dan geliyorum, İbrahim el Sâni denilen Seyyid Muhammed’in soyundanım. İbrahim el Sâni, Musa-i Sâni oğludur. Musa-i Sâni İbrahim el Mücab’dır onun babası İmam Musa-i Kâzım’dır” sözler bulunmaktadır.
Hacı Bektaş Velî’nin bir soy zinciri vardır, yani kimin soyundan geldiği yazılıdır, bir de yol zinciri vardır kimden el alarak peygambere ulaştığıdır. Anadolu’ya geldiği zaman halk büyük bir bezginlik içindeydi. Selçuklu devleti zayıflamış, oldukça İran etkisinde kalmıştı. Sarayda Türk dili konuşulmaz olmuş, Türk âdet ve törelerini unutmuşlardı. İran saraylarındaki yaşayışı taklit etmekteydiler. Aralıksız devam eden Moğol akınları karşısında Sivas ve Kayseri’yi kaybetmişler Anadolu halkı kılıçtan geçirilmişti. Moğolların başında bulunan Hülâgü Han Selçukluları vergiye bağlamıştı. Bu şartlarda yaşamak zorunda kalan Anadolu halkı ne yapacağını şaşırmış ümitsiz çaresizlik içinde kıvranır olmuştu. Adil bir devlet yönetiminden, düzenli bir cemiyet hayatından ümidini kesmişti. Halk devamlı bir kurtarıcı bulabilme gayretindeydi. Dış âlemde bulamadıkları huzuru ve sevgiyi bir güneş gibi halkın gönlüne doğan Hacı Bektaş Velî’de bulmuşlardı. Yaşadığı dönemde pek çok insanı aydınlatmış, etrafındaki insanların gönülleri huzuru kavuşmuştu. Selçuklu Sultanı Alaaddin Keyhüsrev bile Hacı Bektaş Velî’yi saraya davet etmiş, ondan çok etkilenmişti.
Bazı tarihçilerin kabul etmemesine rağmen pek çok kaynakta Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda hayır duada bulunduğu, Yeniçeri Ocağı’nın kuruluşunda bizzat Bursa’da gülbank çektiği yazılıdır. Bu nedenle de Osmanlı Devleti içinde Yeniçerilik, Bektaşîlik ile beraber anılmış uzun bir süre oldukça önemli bir mevkide tutulmuştur. Padişah Orhan Bey, Bursa’da Geyikli Baba Dergâhı’nda derviş gibi hizmet etmiştir. Sarayda dervişler günün yirmi dört saati aralıksız devletin yücelmesi için dua etmişlerdir. Padişahlar zamanının yüce kişilerinin hayır duasını almadan yola çıkmamışlardır. Yeniçeriler gülbanklarının sonunda “Pirimiz üstâdımız Hünkâr Hacı Bektaş Velî demine hü diyelim hü” diyerek anmışlardır. Maaşlarını dahi alırken önce gülbank çekilmiş sonra almışlardır. Yüzyıllarca Yeniçeri Ocağı’nın pîri olarak anılmıştır.
Velâyetnâme’ye göre Osman Bey Bizans tekfurları ile olan kavgaları nedeni ile Sultan Alaaddin tarafından yakalanıp huzuruna getirtilir, cezalandırma bakımından Hacı Bektaş Velî’ye gönderilir. Hacı Bektaş kendisine hayır duada bulunur, affedilmesini, ileride büyük bir imparatorluk kuracağını söyler, tacını, kuşağını, tekbirler. Osmanlı padişahlarının da “Hünkâr” diye anılmasının nedeni de Hacı Bektaş ile olan ilişkisinden kaynaklanmaktadır.
Gerek Âşıkpaşazade tarihinde, gerekse Menakıbü’l-Kudsiyye’de; Hacı Bektaş’ın, Babalılar ayaklanmasına katılmadığı vurgulanır. Özellikle, 1277 yılında, Karamanoğlu Mehmet Bey’in “ayağı çarıklı, başı kızıl külahlı” Alevi Türkmenlerin başında Konya’yı ele geçirmesi ve burada yayınladığı ferman önemlidir. Bu fermanda, “Bundan sonra; devlet dairelerinde, evlerde, sokaklarda dinsel mekânlarda Türkçe’den başka bir dil kullanılmayacaktır. Aksi hareket edenler, idam olunacaktır” denilmesi çok anlamlıdır.
Hacı Bektaş Velî’ye Ait Olduğu Bilinen Eserler
Hacı Bektaş Velî’ye ait “Velâyetnâme, Makalat, Fevâid, Makâlât-ı Gaybiyye, Şathiyye, Hurda-nâme, Fatiha Tefsiri, Üss-ül Hakika, Besmele Tefsiri” olmak üzere sekiz adet eser vardır.
Birinci eseri olan “Velâyetnâme“de Hacı Bektaş Velî’nin hayatı, kerâmetlerini sosyal ilişkilerini anlatan hikâyelerden oluşmaktadır. Hayatı ile ilgili ipuçlarının çoğuna bu kaynaktan ulaşmaktayız. Günümüze kadar devam eden yolun incelikleri ile geleneklerin izlerine bu eserden ulaşmaktayız. Asırlarca kerametleri ve hikâyeleri dilden dile dolaşmış şiirlere konu olmuştur. İnsanlar bu hikâyelerdeki mesajları kendi inanç yapılarının merkezine oturtmuş, Allah, Muhammed, Ali sevgisinin kendilerine en yakın yüzyıldaki ifadelerini bu menkıbelerde bulmuşlardır. Bu hikâyelerde Kur’ân, hadis, nasihat dolu anlatımlar bulunmaktadır. Yine bu menkıbelerde tekkelerde uzun yıllar devam eden Balım Sultan erkânnamesinde içinde bulunan öğelere Velâyetnâme’den ulaşmaktayız.
İkinci eseri “Mâkâlât“tır. Aslı Arapça olarak yazılmış Molla Sadettin adı ile bilinen Sait Emre tarafından Türkçe’ye çevirilmiştir. Bilinen en eski nüsha 1409 yılına aittir. Bu eserde insanların anlayışları açısından kaç bölüme ayrıldığı, dört kapı kırk makam gibi yolun kurallarını anlatan bilgiler bulunmaktadır. Bazı alıntılar aşağıdadır.
“Her türlü noksan sıfatlardan münezzeh olan Hakk teâlâ âdemi dört türlü nesneden yarattı ve onun evlâdını da dört bölüğe ayırdı. Bu dört gurubun her birini dört türlü ibadete bıraktı. Yine bunların her birinin kendine mahsus dört halleri ve dört türlü arzuları vardır. Şimdi âdemi yarattığı dört türlü nesne şöyledir. İlk önce topraktan, ikinci olarak sudan, üçüncü olarak ateşten, dördüncü olarak rüzgârdan… Onun ayırdığı dört bölük insan şunlardır: ilk bölük âbîdlerdir. Bunlar şeriat topluluklarıdır ve asılları rüzgârdandır. İşte bu rüzgâr, hem temizdir hem güçlüdür. Çünkü rüzgâr esmeyince ekin taneleri samandan ayrılmaz. Ve eğer rüzgâr esmeseydi bütün dünya kokudan mahvolurdu. O halde helâl ve haram temiz ve murdar hepsi şeriat ile bilinir. Zira şeriat kapısı yüce kapıdır. Nitekim Allah cc. Bütün nesnelerin varlığı Kur’ân’da zikretmiştir. Yüce Allah buyurmuştur: Yaş ve kuru ne varsa apaçık bir kitaptır “.
“Şimdi kim bu sözleri anlamadı, kendisini dahi bilmedi. Her ne kadar insan suretinde olsa da insan mertebesinde değildir. Henüz endişeleri ve malları çokluğu içinde boğulmuşlardır. Hayvanlar gibidirler, lâkin bu konuda tasarruf sahipleri de vardır ki onlar bilirler. Yetmiş yıldır yaptığımız dedikodu bir saat münacat ile eşit geldi. Zîrâ halkın dedikodu etmesi şüpheden ileri gelir. Zâhidin ibadeti aslını bilmeden işini yapmasıdır. Ârifin tefekkürü Allah’ın ilâhi sanatına bakarak iş yapmasıdır. Muhibbin yalvarıp yakarması ise sevgiliyle muamele etmesidir. Ancak bütün bunları yaparken riya ve tamahkârlık kişiyi kendi haline bırakmaz. Öyle olunca kişinin daima gönül şehrini araması gâfil olmaması gerekir “.
Üçüncü eseri, “Makâlât-ı Gaybiyye ve Kelimât-ı Ayniye” adını taşımaktadır. Bu eserin kütüphanelerde birisi Farsça, diğeri Türkçe olan iki nüshasına ulaşılmıştır. Genellikle dinî, tasavvufî ve ahlâki konularda, soru-cevap şeklindedir. Daha ziyâde Makâlât’ın açıklaması şeklindedir. Hacı Bektaş Velî’nin kendi kaleminden çıktığı konusu kesin değildir. Dervişleri tarafından kaleme alınmış olma ihtimali yüksektir. Bu eser daha önceki kaynaklarda varlığından söz edilmekte fakat nerede olduğu belli değildi. Ankara Gazi Üniversitesi Hacı Bektaş Araştırma Merkezi tarafından bir nüshası İran’da bulununca, bir nüshasına da Taksim Atatürk Kitaplığı’nda olduğu tespit edilmiş ve yayın hayatına kazandırılmıştır. Bu eserdeki bazı sözler aşağıdadır.
“Zühd (yol ehli) dünyayı terk etmektir. Dünya’yı terk etmek bütün ibâdetlerin, dünyayı sevmek ise bütün günahların başıdır. Takva Yüce Allah’tan başka her şeyi terk etmektir”.
Hadis-i Kudsî: “Kullarımdan en çok öfkelendiğim kişi, bana cehennem korkusuyla ve cennet arzusu ile ibâdet edendir”. (Makâlât-ı Gaybiyye s. 17)
“Ey derviş tövbe nedir? Tövbe Allah’ın emrine dönüştür. “Ey insanlar yürekten tövbe ederek Allah’a dönün” “dedim ki: Rabbinizden bağışlanma dileyin; doğrusu O, çok bağışlayandır”. Bir hadiste “Günahından tövbe eden hiç günahı yokmuş gibi olur”. O halde derviş, tövbenin şartlarını yerine getirerek geçmiş günahlarından tövbe etmelidir. Büyük ve küçük günahlarından arınmalı, yedi organına günah işletmemeli ve yedi organını bir çoban gibi korumalıdır”.
“Ey derviş bil ki, Allah’ın Velîsi, kendi zamanın Nuh’udur. Onun yardımı, Allah’ın kullarını tufan belâsından koruyan gemidir. Su tufanında her ne kadar su belâ ise de, vücutlara yönelik olduğu için ondan kurtulmak kolaydır. Ancak cehalet tufanı ondan daha zordur, daha kötüdür. Çünkü onda boğulan kimse ilelebet kurtulamaz”.
“Nitekim peygamberlerin sultanı “Müminin kalbi Allah’ın arşıdır”. Zahidin yetmiş yıllık ibâdeti arifin bir saatlik tefekkürüne eşittir”.
“Bil ki, dervişlik ezelî bir saadet ve ebedî bir devlettir. Her kim sır sahibi olursa Yüce Allah on sekiz bin âlemi kendisine sunar ve on sekiz bin âlem onun emrinde olur.”
“Şeyhin kerâmetleri vardır ki, müritleri ondan yararlanır. Onun görüşünün etkisiyle onların gözleri açılır, yürekleri saflaşır ve aydınlanırlar. Beden tutsağından çıkıp ecel kılıcından kurtulurlar. Şeyhten bu bu kerâmeti gören kimse faydası olmayan başka dünyevi kerâmetlere yönelmez. Bir mürid bir şey yer ve uyur veya başka bir şey yapar da şeyh kendisine: “Sen şunu yedin, böyle uyudun” derse onun kerâmetinin ne yararı olur? Çünkü mürid bunları zaten bilmektedir, şeyhin bu söyledikleri onun bilmediği bir şey değildir. Ancak müridin bilmediği, gaibe ait sırlarla onu bilgilendirirse, çok büyük faydası olur. O halde şeyhten böyle büyük kerâmet gören kİmse daha değersiz olan bir kerâmete ilgi göstermez.( Makâlât-ı Gaybiyye s.55)”
“Sanat ve meslek öğretmen veya usta olmadan öğrenilemez. Allah’ı tanıma ise bunlardan daha zordur ve işlerin en değerlisidir, her şeyin üzerindedir. Bu işin de bir usta olmadan kendiliğinden öğrenilmesi mümkün olmaz. Yüce Allah büyüklüğü ile bu önemli iş için de ustalar buldu, öğretmenler gönderdi. Peygamberler ve evliyalar bu işin öğretmenleridirler. Demek ki o hazretler olmadan bu iş başarılamaz. Öğretmensiz öğrenmek pek nadir mümkün olur. Nadir ise hüküm taşımaz. (Makâlât-ı Gaybiyye s. 57)”
“Soya sopa rağbet etme. Daima ismin az söylensin. İlk önlerde kendi adını yazma(Makâlât-ı Gaybiyye s. 64
Dördüncü eseri “Kitabü’l Fevaid” (Hacı Bektaş Velî’nin Vasiyetnâmesi) adındaki çalışmadır. Bu kitapta Ahmet Yesevî ile Hünkâr Hacı Bektaş Velî ilişkileri ve pek çok nasihat içerikli değerli sözler bulunmaktadır. Bunlardan birkaç örneği aşağıya aktarıyoruz:
“Eğer daima cennette olmasını istersen herkesle dost ol ve kimseye karşı gönlünde kin tutma.”
“Ve buyurdu ki, Hakiki derviş odur ki, kimsenin rencinden kırılmaz ve civanmerd odur ki, kırılmağa müstahak olanı da kırmaz.”
“Hacı Bektaş Velî’den ‘Tasavvuf nedir?’ diye sordular. Buyurdu: odur ki, her ne kafanda varsa bırakırsın ve her ne ki, elinde varsa verirsin. Ve kuyuya düşen ne yaparsa onu yaparsın.”
“Sema’ hakikat ehline müstehapdır, ilim ehline mübahdır (yapılmasında mahsur olmayan). Fısk ve fücur ehline (günah işleyenlere) haramdır.”
“Padişah, “Dile benden ne dilersen.” der. Hacı Bektaş Velî cevap verir: “Sineği benden uzaklaştır.” Padişah cevap verir: “Ben sineğe hükmetmeğe kadir değilim.” Hacı Bektaş: “Sen bir sineğe hükmedemezken bize ne verebilirsin(2).”
Beşinci eseri “Fatiha Tefsiri“: Hacı Bektaş Velî’ye ait bu isimde bir eser yakında bulunup yeni yazıya çevrilmiştir. Fakat eserdeki bütün sözlerin ona ait olduğuna kesin gözle bakmak yanlış olabilir. Bu eserdeki bazı sözler diğer eserlerdeki sözlerle çelişmektedir. Dolayısıyla yazan kişi Hacı Bektaş’ın sözlerini yazdığı gibi kendi şahsi düşüncelerini de ona aitmiş gibi gösterme ihtimali bulunmaktadır.
Diğer eserleri, “Şathiyye, Üss-ül Hakika, Hurda-nâme” adlı eserlerdir fakat şu ana kadar hiçbir nüshasına rastlanılmamıştır. Bu isimleri başka kitapların içindeki notlardan bilmekteyiz. Hacı Bektaş Velî’nin sözlerinden bir kısmı aşağıdadır.
“Karşısındaki insanın iyi olmasını isteyen, önce kendisi iyi olmalıdır.”
“Kendini tanımayan, Çalab’ı da bilmez.”
“İyiliğe karşı kötülük; hayvanlıktır.”
“Biz dile ve söze bakmayız; öze ve hale bakarız.”
“Ayağa kalkacaksan; hizmet için kalk. Konuşacaksan hikmetli konuş. Oturacağın zaman da edeple otur.”
“Hakikatın ilk makamı, toprak olacağımızın bilinmesidir.”
“İnsanın cemali, sözünün güzelliğidir. Kemali ise işinin dürüstlüğüdür.”
“Âlimin sohbeti, cahilin ibâdetinden daha faydalıdır.”
“Özünle, gözünle, sözünle işinde ol.”
“Daima iyiyi, güzeli, doğruyu öğrenebilmek için okuyunuz, okutunuz.”
” Edep urbasını, sırtınızdan ölünceye kadar çıkarmayınız.”
“Az konuşan, az yanılır.”
“Âdem suretinde olan herkes âdem değildir.”
“Gönül kabesini, üstün tutmak gerekir.”
“İnsanın olgunluğu; davranışlarının doğruluğundadır.”
“Kimsenin ayıbını arama; kendi ayıbını görür ol.”
“Konuşmada acele etme; doğruyu söylemekten geri durma.”
“Alınmayacak eşyayı satma.”
“Çağırılmadan gitme.”
“Sevgi ve acıma insanlık; hiddet ve şehvet ise hayvanlık vasfıdır.”
“Ara bul.”
“İlimden gidilmeyen yolun sonu; karanlıktır.”
“Murada ermek; sabır iledir.”
“Araştırma, açık bir sınavdır.”
“Biliniz ve görünüz.”
“İlim açıklıktır.”
“İlmi ve bilgiyi yüce tutan kimse hiçbir zaman alçalmaz.”
“Âlimlere ve kendini bilenlere alçak gönüllülük yaraşır.”
“Allâh’ı özümüzde; özümüzü Allah’ta bildik.”
“Mü’min’in gönlü Hakk’ın Kâbesi’dir. Gönül ile Hakk Teâlâ arasında hicap yoktur.”
“İslâm’ın temeli güzel ahlâk; ahlâkın özü bilgi; bilginin özü akıldır.”
“Aşkın ateşinde yananlar; bir daha yanmazlar.”
“Yolumuz, ilim, irfan ve insanlık sevgisi üzerine kurulmuştur.”
“Kur’ân senin içinde olup; sen onun dışında kalmayasın.”
“Bizim, meclisimizin tarafı yoktur.”
“Gerçek farz, Allâh’a muhabbettir.”
“Bizim erkânımız; ahlâk-ı Muhammedî ve edeb-i Alî’dir.”
“Aşk meydanı, erenlerin ve bilenlerindir.”
“İmanın kemâli; ahlâk güzelliğidir.”
“Hakk’a erişebilmek için, büyüklere ve doğrulara yaklaşın.”
“Maddeden Allah sırrına kadar her ne varsa, kişi kendinde bile ve bula.”
“Çalap, mü’min kulunun gönlündedir.”
“Özünde ve sözünde temiz olmayanların, imanı tam değildir.”
“Şükredenin yardımcısı Allah’tır.”
“Allah ile gönül arasında perde yoktur.”
Hacı Bektaş-ı Veli Soy Zinciri
01. Seyyid Muhammed Hacı Bektaşi Veli
02. Babası Seyyid İbrahimi Sani
03. Babası Seyyid Musa
04. Babası Seyyid İshak
05. Babası Seyyid Muhammed
06. Babası Seyyid İbrahim
07. Babası Seyyid Hasan
08. Babası Seyyid İbrahim
09. Babası Seyyid Mehdi
10. Babası Seyyid Muhammed
11. Babası Seyyid Hasan
12. Babası Seyyid İbrahim El Mücap
13. Babası Seyyid İmam Musa-i Kazım
14. Babası Seyyid Cafer-i Sadık
15. Babası Seyyid Muhammed Bakır
16. Babası Seyyid Zeynel Abidin
17. Babası Seyyid Hüseyn-i Kerbela
18. Babası Seyyid Ali El Mürteza Dedesı Muhammed Mustafa
(1) Bedri Noyan ,Bektaşîlik Ve Alevîlik Nedir?, s. 19, Cavit Sunar “Melâmîlik ve Bektaşîlik” s. 37
(2) Fevâid s. 41
Kaynakça:
1- Makalât-ı Gaybiyye, Ankara Gazi Üniversitesi Hacı Bektâş Araştırma Merkezi
2- Hazret-i Hünkâr Hacı Bektaşi Velî’nin Vasiyetnâmesi: Kitabü’l-fevâid, Dize Konca Matabaası 1959
3- Sefer Aytekin 1954, Makâlât-ı Hacı Bektaş Velî, Ankara Ayyıldız Yayınları,
4- Rüştü Şardağ 1984, Şerh-i Besmele, Karınca Matbaacılık
5- Abdülbaki Gölpınarlı 1990, Vilâyetnâme- Menâkıb-ı Hünkâr Hacı Bektaş Velî” İstanbul İnkılap Kitabevi
6- Bedri Noyan 1985, Bektaşîlik Ve Alevîlik Nedir? Ankara
Yazan: Dursun Gümüşoğlu
Kaynak: ???

Hiç yorum yok: