29 Eylül 2011 Perşembe

BAZI DEYİMLER VE HİKAYELERİ


DİMYAT'A PİRİNCE GİDERKEN EVDEKİ BULGURDAN OLMAK

Dimyat Mısır'da Süveyş Kanalı ağzında bir limandır. Eskiden Mısır'ın meşhur pirinçleri ince hasırdan örülmüş torbalar içinde buradan Anadolu'ya getirilirmiş. Dimyat'a pirinç almak için giden bir Türk tüccarının bindiği gemi Akdeniz'de korsanlar tarafından soyulmuş ve adamcağızın bütün altınlarını almışlar. Binbir zorluk içinde İstanbul'a dönen pirinç tüccarı o yıl iflas etmiş. İstanbul'dan kalkmış memleketi olan Karaman'a gitmiş. O sene tarlasından kalkan buğdaları da bulgur tüccarlarına sattığından kendi ev halkı kışın bulgursuz kalmışlar.


AKLA KARAYI SEÇMEK

Bir işin üstesinden gelene kadar çok zorluk çekmek güçlükle başarmak anlamına gelen bir deyimdir. Dinimize göre Sabah namazının kılınma vakti güneş doğuncaya kadar geçerlidir. Ortalık ağarmaya başlayıp da ak iplik ile kara iplik birbirinden seçilinceye kadar Sabah namazı kılma süresi devam eder. Ağır hastalar bütün gece sancı ve ızdırap içinde kıvranarak uyuyamadıklarından Sabahı zor ederler.

AVUCUNU YALA

"Beklediğin olmadı; umduğunu bulamadın" anlamında kullanılan bir deyimdir. Bu deyim, kışın karlı ve soğuk havalarda inine kapanarak, tabanlarının altını yalamak suretiyle karın doyurmaya uğraşan ayıların hareketinden alınmadır. Çünkü ayılar kışın arasa da yiyecek bulamaz hareket edecek olsa da, boşuna enerji tüketmiş olur. Bunu iyi bilen ayılar kış uykusuna yatar. Ayağını yalamakla yetinir yazın gelmesini bekler. Başka yapacak bir şeyi yoktur.


AĞZINDAN BAKLAYI ÇIKARMAK

Sabrı tükenip o zamana kadar söylemediğini söyleyivermek anlamında bir deyimdir. Eski zamanlarda çok küfürbaz bir adam varmış. Memleketin müftüsü bu adamı çağırıp sık sık nasihat edermiş. Küfür edeceği sırada aklına gelip vazgeçmesi için de ağzında bir bakla tanesi tutmasını önermiş. Bir gün yine müftü efendi bu adama nasihat ederken münasebetsizin biri içeri girmiş ve müftüye sormuş:
-Müftü efendi sağdıcım öldü. Bana mirasının kaçta kaçı isabet eder? Canı sıkılan müftü küfürbaza dönmüş:
-Çıkar ağzından şu baklayı da bu herife gerekli cevabı kendi usulüne göre sen ver demiş.

ANA GİBİ YAR BAĞDAT GİBİ DİYAR OLMAZ


Başkalarını kızdıracak, üzecek, gereksiz, münasebetsiz söz söyleme anlamında bir deyimdir. Zengin bir adamın, Göztepe Erenköy taraflarında, sekiz on dönüm bahçeli, büyük bir köşkü varmış. Adam bu bahçenin bir köşesine bir bina daha yaptırmaya karar vermiş. Eski binalar hep ahşap yapıldığı için, gereken keresteyi tomruk halinde getirtmiş ve inşaat yaptıracağı yere istif ettirmiş. Bu tomrukların içinde çam, gürgen, meşe ve ceviz ağaçları da bulunuyormuş. Sayfiye mevsimi olmadığı için Nişantaşı"ndaki konağında oturan zengin adam bir sabah, köşküne gitmiş ve köşkün saf bekçisine emir vermiş:


-Bir hızarcı bul, bahçedeki ağaçların arasındaki çamları biçtir, tahta ve kalas yaptır demiş.


Saf uşak da efendisinin emri üzerine hızarcıları bulmuş. Çam tomrukları yerine, köşkün bahçesinde ne kadar kıymetli çam ağacı varsa kestirip devirmiş. Bu akılsız uşağın adı, çam deviren uşak kalmış.


Dilimizdeki ”Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz.” sözünün aslı muhtemelen ”Ane gibi yar; Bağdat gibi diyar olmaz.” şeklindedir. Çünkü sözün aslındaki Ane kelimesi Bağdat yakınlarındaki sarp bir uçurumun kuşattığı dik bir geçidin adıdır. Bağdat gibi(güzel) şehir Ane gibi de (sarpama manzaralı)yar(uçurum) olmaz demeye gelir. Ancak siz Bağdat’ın Osmanlı Türk'ü için önemine bakınız ki oradaki Ane’yi anne yapıvermiş. Tıpkı” Yanlış hesap Bağdat’tan döner.”sözüyle Bağdat’ın eskiden beri bir ilim merkezi olduğunun altının çizilmesi gibi.


İKİ DİRHEM BİR ÇEKİRDEK

Giyim kuşamına özen göstermiş şık ve süslü kıyafetleriyle dikkat çeken insanlar hakkında sık sık ”iki dirhem bir çekirdek” sözü kullanılır. Bu yakıştırma ağırlık ölçüsü olarak okkanın kullanıldığı eski devirlerden kalmadır.Belki biliyorsunuz bir okka bugünkü ölçülerle 1283 gram tutar.Okkanın dört yüzde birine dirhem adı verilir (Şimdiki gram ile aynı birim olduğunu sanarak gram diyecek yerde dirhem denilmesi hatalıdır.). Dirhem daha ziyade hassas teraziler için kullanılan bir ölçüdür.Ancak sarraflar dirhemden daha hassas ölçümler için bir ağırlık birimi daha kullanırlar. Buna çekirdek denir ki toplam 5 santigram karşılığıdır.

Eski devirlerin en kıymetli parası olan bir Osmanlı altını toplam iki dirhem bir çekirdek ağırlığa sahiptir. Bu durumda süslenmiş kimselere iki dirhem bir çekirdek yakıştırmasında bulunanlar mecaz yoluyla onlara altın demiş olurlar ki bizce pek zarif bir nüktedir.


AVUCUNU YALA

‘Beklediğin olmadı; umduğunu bulamadın’ anlamında kullanılan bir deyimdir. Bu deyim kışın karlı ve soğuk havalarda inine kapanarak tabanlarının altını yalamak suretiyle karın doyurmaya uğraşan ayıların hareketinden alınmadır. Çünkü ayılar kışın arasa da yiyecek bulamaz hareket edecek olsa da boşuna enerji tüketmiş olur. Bunu iyi bilen ayılar kış uykusuna yatar. Ayağını yalamakla yetinir yazın gelmesini bekler. Başka yapacak bir şeyi yoktur.


GÜME GİTMEK

Zamanında yeniçeriler suçluları yakalayıp zindana kapatırlarken "Hoooopp gümm!" şeklinde nara atarlarmış. Ancak aynı "kurunun yanında yaş da yanar" atasözünde olduğu gibi bazen zindana atılanlar arasında suçu olmayanlar yani masum kişiler de bulunurmuş. İşte halk suçsuz bir vatandaşın zindana atıldığında günahsız yere hapse götürülüyor anlamında "Adamcağız güme gitti, yazık oldu." demiş.



DEVLET KUŞU KONMAK
Bir rivayete göre, vaktiyle İran"da hükümdarlar öldüğü zaman, bütün şehir halkı sarayın önündeki meydanda toplanırmış. Sarayın balkonundan, adına devlet kuşu denilen bir kuş uçurulur, kimin başına konarsa, o adam ülkeye hükümdar olurmuş.

Gerçi tarihte, gerek İsa"dan önce İran"da yaşayan Medler ve Persler, gerek İsa"dan sonra yaşayan kavimler zamanında, böyle garip bir yolla hükümdar seçildiğini gösterir bir kayıt yoktur; üstelik böyle bir seçim yapılmış olması, mantığa da uygun düşmemektedir. Ama hak etmediği yerlere, şans eseri gelenler için, "başına devlet kuşu kondu" denmesi, yukarıda sözü edilen masaldan gelmiş olsa, yerinde ve anlamlı bir sözdür.


ÇİZMEDEN YUKARI ÇIKMAK
Bilmediği işe, yetkisi dışındaki konuya karışmak anlamında bir deyimdir. 19.yüzyılda, Fransız ressamlarından Delacroix Paris"te bir resim sergisi açmıştı. Sergiyi gezenlerden bir kişi, büyükçe bir şövalye tablosunun önünde uzun süre durarak, yakından uzaktan ciddi ciddi seyreder, beğenmediğini belirten bir biçimde de başını sallarmış. Bu durum ilgisini çeken ressam yanına gelerek sormuş.

-Bu tablo ile çok ilgilendiğiniz belli oluyor.

-Evet demiş adam. Şövalyenin çizmesindeki körük kıvrımlarında hatalar var.

-Pekiyi nasıl anladınız, işiniz bu mu?

-Ben kunduracıyım, çizme dikerim. deyince ressam hemen tuvalini ve boyalarını getirerek adamın söylediği biçimde çizmeyi düzeltmiş ve gerçekten daha iyi olduğunu görmekten memnun olarak adama teşekkür etmiş. Fakat adam yine tablonun başından ayrılmadan, bu kez de şövalyenin pantolonunda ve kemerinde de hatalar olduğunu belirtince bu çok bilmişliğe dayanamayan ressam,

-Bak dostum demiş, sen kunduracısın, çizmeden yukarı çıkma!


KOZUNU PAYLAŞMAK

Koz ceviz manasına gelir.Eskiden Kastamonu'nun iki köyü arasında ortak olarak kullanılan bir cevizlik vardı.Ceviz toplama mevsimi gelince bir gün belirlenir ve iki köy halkı cevizlikte buluşur cevizleri paylaşırlardı.Ancak her seferinde haksızlık olduğu ileri sürülerek kavga çıkardı.Hatta olay öyle bir seviyeye geldi ki köylerde kavgaya müsait eli sopa tutan delikanlılar koz paylaşma gününden önce günlerce hazırlık yaparlardı. Bir ana oğlunun büyüdüğünü anlatmak için "Benim oğlan, kozunu paylaşacak çağa geldi." derdi.


FOYASI MEYDANA ÇIKMAK

Kuyumcular yaptıkları yüzük küpe gerdanlık gibi ziynet eşyalarının üzerine mücevherin ışığı daha iyi yansıtması ve parlaklığının artması için FOYA adı verilen bir madde sürerler.Zamanla sürülen bu foya dökülür.Bu duruma foyası çıkmış denilir. Halk arasında yalan söyleyen sahtekarlık yapan kişilerin yalanları ortaya çıktığında "foyası meydana çıktı" şeklinde benzetme yapılır.


DEVLET KUŞU KONMAK

Bir rivayete göre vaktiyle İran’da hükümdarlar öldüğü zaman bütün şehir halkı sarayın önündeki meydanda toplanırmış. Sarayın balkonundan adına devlet kuşu denilen bir kuş uçurulur kimin başına konarsa o adam ülkeye hükümdar olurmuş.

Gerçi tarihte gerek İsa’dan önce İran’da yaşayan Medler ve Persler gerek İsa’dan sonra yaşayan kavimler zamanında böyle garip bir yolla hükümdar seçildiğini gösterir bir kayıt yoktur; üstelik böyle bir seçim yapılmış olması mantığa da uygun düşmemektedir. Ama hak etmediği yerlere şans eseri gelenler için ‘başına devlet kuşu kondu’ denmesi yukarıda sözü edilen masaldan gelmiş olsa yerinde ve anlamlı bir sözdür.


AYIKLA PİRİNCİN TAŞINI
Bir zorluğu çözümlerken, bir engeli ortadan kaldırmaya çalışırken bazen hiç beklenmedik sürpriz olaylar çıkar ve daha büyük engeller karşınıza dikilir. Böyle durumlarda bu deyim kullanılır. Deyimin öyküsü Osmanlı tarihine dayanır. Yavuz Sultan Selimin Yemen'i Osmanlı topraklarına katmasından bir süre sonra Yemen'de isyan çıkmış, uzun uğraşmalar sonunda Yemen Fatihi Sinan Paşa duruma hakim olmuş; Yemen bundan sonra 400 yıl Osmanlı egemenliğinde kalmıştı.

Söylentiye göre Sinan Paşanın askerleri bir gün çölde konaklamış. Yemek pişirmek üzere hasır torbalar içindeki mısır pirinçlerini yere serdikleri büyük bir çadırın üstüne dökmüş ve taşlarını ayıklamaya başlamışlar. Bu sırada bir fırtına çıkmış ve rüzgarın savurduğu bir kum bulutu pirinçlerin üstüne inerek, ufak bir tümsek halinde yığılmış. Kumların altında kalan pirinçlere bakakalan yeniçeriler arasından şakacı bir asker, arkadaşlarına:

-Biz Allah"ın nimetini taşlı diye beğenmiyorduk, bizim gibi günahkar kullara üç beş taş az bile gelir. Asıl şimdi ayıklayın bakalım pirincin taşını. Ulu Tanrımız, Kabe'ye hücum eden fil sahiplerinin başına ebabil kuşlarından taş yağdırmıştı. Bizim başımıza da daha büyük taş yağdırmadan hemen tövbe edelim, diyerek arkadaşlarını güldürmüş.




PÜF NOKTASI


Vaktiyle testi ve çanak çömlek imal edilen kasabalardan birinde, uzun yıllar bu meslekte çalışan bir çırak, kalfa olup artık kendi başına bir dükkan açmayı arzu eder olmuş. Ne yazık ki her defasında ustası ona:
—Sen demiş, daha bu işin püf noktasını bilmiyorsun, biraz daha emek vermen gerekiyor.
Ustanın bu sonu gelmez nasihatlerinden sıkılan kalfa, artık dayanamaz ve gidip bir dükkan açar. Açar açmasına da yeni dükkanında güzel yaptığı testiler, küpler, vazolar, sürahiler onca titizliğe ve emeğe rağmen orasından burasından yarılmaya, çatlamaya başlar. Kalfa, bir türlü bu çatlamaların önüne geçemez. Nihayet ustasına gider ve bu durumu anlatır. Usta:
—Sana demedim mi evladım; sen bu işin püf noktasını henüz öğrenmedin. Bu sanatın bir püf noktası vardır.
Usta bunun üzerine tezgaha bir miktar koyar ve:
—Haydi, der, geç bakalım tezgahın başına da bir testi çıkar. Ben de sana püf noktasını göstereyim.
Eski çırak ayağıyla merdaneyi döndürüp çamura şekil vermeye başladığında usta, önünde dönen çanağa arada sırada ‘’püf’’ diye üfleyerek zamanla testiyi çatlatacak olan bazı küçük hava kabarcıklarını patlatıp giderir. Böylece çırak da bu sanatın püf denilen noktasını öğrenmiş olur.
Her sanatın incelik gereken nazik kısmına da o günden sonra püf noktası denilmeye başlanır.


MUSUL ÇEŞMESİNDEN SU İÇMEK


Musul’da, Yunus Nebi zamanından kalma bir çeşme varmış. Suyundan
içen masumlara şifa, zalimlere zehir olurmuş. Ne zaman şehre bir zalim
vali gönderilse, halk bir müddet sonra onu götürüp bu çeşmeden su içirir
ve birkaç günde göçürterek zulmünden kurtulurmuş. Musul’un zarif kişiza-
deleri arasında, zalimlere karşı ‘’içtiğin Yunus Nebi çeşmesi ola!’’ demek,
bir darbımesel olmuş. Garip olan o ki zalim valilerin hepsi, bu sözü neza-
ketle söylenmiş bir dua sanıp ‘’Allah razı ola!’’ cevabını verirmiş. Dilimize
Osmanlı kültüründen yansıyan bu deyim de zalim yöneticiler hakkında
hala kullanılmaktadır.


İPE UN SERMEK


Kendisinden bir hizmet beklene veya verilen görevi yerine getirmesi um-
ulan kişilerin, çeşitli bahaneler öne sürerek yavaş davranmaları yahut işin
yapılmasına engel olmaları halinde söylenen bu deyim, Nasrettin Hoca’ya
atfedilen bir hikayeden kaynaklanır.
Rivayete göre, Hoca merhumun bir komşusu varmış. Ödünç aldığı eşya
yahut araç gereci geri getirmekte ihmalkar davranır, unutturabilirse hiç
geri getirmez, yahut o kadar hoyrat kullanırmış ki, ne alırsa bozuk, kırık,
delik, kopuk, sakat olarak iade edermiş. Hoca bu komşusuna, önceleri
hatırını sayarak bir şey söylememişse de içten içe öfkelenip artık ödünç
bir eşya vermemeye ahdetmiş.
Ertesi gün, komşusunu kapıda görünce, ‘’Tamam, demiş içinden, bu
sefer ne istese vermeyeceğim.’’
Adam her zamanki pişkinlikle,
—Hocam, demiş, urgan lazım oldu, sizinkini ödünç alabilir miyim?
Hoca, derhal bir mazeret uydurmak için zihnini kurcalamışsa da aklına
bir çare gelmemiş. O sırada un elemekte olduğunu görüp,
—Kusura bakma komşu, bizim hanım urgana un serecek.
—Aman hocam, hiç ipe un serilir mi?
—Vallahi komşu, vermeye gönlüm olmayınca ipe un da serilirse yeridir.
DOLAP ÇEVİRMEK


Gizli kapaklı işler yapanlar hakkında söylenen dolap çevirmek deyimi,
bize eski konak geleneğinin bir yadigarıdır.
Kaç göç devirlerinde, zengin konaklarının erkekler kısmını selamlık;
Kadınlar kısmına da harem(lik) denilirdi.Aile dışından kimseler geldiği va-
kit, kadın ile erkekler ayrı oturduklarında konağın harem ile selamlığı ara-
sındaki duvarda bulunan dolap devreye girer ve iki taraf arasındaki hiz-
metler böylece yürütülürdü.
Dolap, eksen etrafında dönen, silindir şeklinde bir aparattır. Raflar halinde düzenlenmiştir ve kadınlar tarafından raflara yerleştirilen yemekler,dolap çevrilerek erkekler kısmına geçer, oradan boşalan kaplar yine aynı usul ile alınırdı. Eski konakların çoğunda yemek servisi böyle yapılır, mahremiyet hissi de dolapların her vakit kullanılmasını zaruri kılardı.
Aşkın, her devrin en geçerli duygusu olduğuna şüphe yoktur. Konaklar-
daki halayıklar, arabacılar, bahçıvanlar, vs. ile aşçılar, hizmetçiler, yamak-
lar, dadılar, kalfalar arasında, fırsatın bulunca ilanıaşk için kırmızı gül de-
metleri, çiçekler, ipekli mendiller, lokumlar,vs. de bu dolaplara konularak
karşı tarafa gönderilir, böylece konak sahibine sezdirmeden dolap çevril-
miş olurdu. Hüseyin Rahmi’nin romanlarında, heyecanlı örnekleri abartıla-
rak anlatılan dolap çevirmelerden günümüze bu deyim kalmıştır.




ÇİZMEYİ AŞMAK

Söyleyişte daha ziyade ‘’Çizmeyi aşma!’’ , yahut , ‘’Çizmeden
yukarı çıkma!’’ biçiminde emir kipiyle ve boyundan büyük bir işe girildiğini
ima eder mahiyette kullanılan bu deyimin hikayesi şöyledir:
Milad-ı İsa’dan üç asır evvel Efes’te Apelle(Apel) isimli bir ressam yaşarmış.
Büyük İskender’in resimlerini yapmakla şöhret bulan Apel’in en büyük özelli-
ği, yaptığı resimleri halka açması ve gizlendiği bir perdenin arkasından onların tenkitlerini dinleyip hoşa gidecek yeni resimler için fikir geliştirmesi imiş.
Günlerden birinde bir kunduracı, Apel’in resimlerinden birini tepeden tırna-
ğa süzün tenkide başlamış. Önce resimdeki çizmeler üzerinde görüşlerini bil-
dirip, kunduracılık sanatı bakımından tenkitlerini sıralamış. Apel, bunları
dinleyip gerekli notları almış. Ancak bir müddet sonra adam, resmin üst kısım-
larını da eleştirmeye ve hatta teknik yönden, sanat açısından, renklerin
kontrastı ve gölgelerin derecesi üzerine de ileri geri konuşmaya başlayınca
Apel, perdenin arkasından bağırmış:
—Efendi, haddini bil; çizmeden yukarı çıkma!


ATI ALAN ÜSKÜDAR’I GEÇTİ


Bolu Beyi’ne baş kaldıran ünlü eşkıya Köroğlu (şair Köroğlu ile karıştırıl-
masın) bir gün atını çaldırmış.Asil bir hayvan olan atını aramak için tebdil-i
kıyafet ile diyar diyar dolaşmış ve sonunda yolu İstanbul’a düşmüş.Atını,
satılmak üzere pazara getirilen hayvanlar arasında görünce, hemen alıcı
rolüne bürünüp:
—Efendi, demiş, bu at güzele benziyor. Ancak binip bir denemek istiyorum.
Satıcı, onu tanımadığı için izin vermiş. At, üzerine binen eski sahibini tanı-
Yıp dörtnala koşmaya başlamış. Köroğlu, Sirkeci sahiline gelip bol para ve-
rerek bir sal kiralamış ve ver elini Üsküdar. Bu arada at cambazı, altadıldı-
ğından dolayı kıvranır dururmuş. Köroğlu’nu atıyla birlikte bir sal üzerinde
gören cambazın dostlarından biri, onu teselli için seslenmiş:
—Üzülmeyi bırak! Atı alan Üsküdar’ı geçti. O adam Köroğlu’nun kendisi idi.
Bugün bu sözü, ‘’İş işten geçti’’ manasında kullanırız.

Hiç yorum yok: